Karakol'a geldiğim ikinci veya üçüncü gündü... İki İranlı  astsubay ziyaretime geldi...

“Pastar” diyorlardı onlara, Humeyni rejiminin özel askerleriydiler, disiplinsiz ve şımarık olduklarını eğitimde söylemişlerdi bizlere… 

Söze, "Burada bekar nasıl duruyorsun, sana muta nikahı yapalım" diye başlamışlardı...

Ben de, "25 kişiyiz" demiştim de, bozulmuşlardı...

Rüşvet tekliflerini de, karşı yamaca yazdırdığım kocaman “Hudut Namustur” yazısını göstererek reddettim... 

Maaşlı istihbaratçılarımız vardı, bunlar kaçakçılardan haber getirirlerdi...

Kaçakçılar aralarında hakkımda konuşuyorlarmış...

"Karakola delinin biri geldi, hediye de rüşvet de kabul emiyor, Trabzonluymuş manyak!"

Karakola gelişimin 15. günüydü…

Sabaha kadar beklediğim pusudan dönmüş, kafayı vurup yatmıştım...

Uykumun en derin anında muhabereye bakan er tarafından dürtülerek uyandırıldım

-Komutanım! Alay Komutanı kimseye haber vermeden Van'dan çıkmış...

Çok geçmeden Bölük Komutanı aradı…

Bölük Komutanı'nın tayini çıkmıştı, giderayak bir aksilik çıksın istemiyordu...

-Yavuz Asteğmen, buraya da uğramadı, sınıra doğru geliyor...Gözünü seveyim hazırlığını iyi yap, askerin elbisesine, özellikle yemeğine çok dikkat eder!...

Aşçıyı ve depo sorumlusu eri çağırdım...

-Bugün listede ne var?

-İzmir köfte komutanım...

Haydaaa!...Listeyi inceledim, dün de tas kebap varmış!

-Oğlum nerede bunlar?

-Bitti...

Yapacak bir şey yok! Bu saatten sonra Çaldıran'dan kıyma getirtemem ya!

Birazdan Komutanın aracı bize, yani dağın zirvesine doğru döne döne tırmanan yolda gözüktü...

Yol, Karakolun üzerinden geçiyordu; araba tam karakolun hizasında zınk diye durdu…

Piyango bana çıkmıştı!...

Hemen karşısında esas duruşa geçtim "Sınır Tekmili"ni yüksek sesle okumaya başladım...

Tam yarıya gelmişken, ağzını buruşturdu, (sesimi beğenmemişti) selam pozisyonundaki kolunu indirerek;    

-Yeter! Kes!

Etrafa baktı...

-Karakolunu b.k götürüyor!

Sanırsın ben yaptım karakolu...

Benim aklımda İzmir köfte...

Ya sorarsa?

Karakola ne zaman geldiğimi, gelince ne bulduğumu bilemez ki...

Oturdum kıymayı yedim sanacak!

Yön ve çevre tanıtımını yaptım…

Adamda surat mahkeme duvarı!

-Karakola saldırıyı nereden bekliyorsun?

Bu sorulara hazırlıklıydım, ne sorarsa sorsun cevabım hazır da, yemeğe sıra gelirse, hapı yuttum!

Sıraya dizilmiş, tören vaziyeti almış askerleri tek tek göz ucuyla inceledi…

-Cumhurbaşkanımız kim?

Bizimkilerde tık yok!

-Başkentimiz neresi?

Bizimkiler dut yemiş bülbül...

-Komşularımızı kim sayacak?

Hah! Dedim, bunu bilirler; iki adım ötesi İran; Bulgaristan mulgaristan demeseler de olur...

Bizimkilerde gene çıt yok!

Komutanın arkasındayım zaten, elimle İran'ı gösteriyorum, ağzımı İran der gibi yapıyorum...

Nafile...

Bana döndü:

-Askerlere de bir b.k öğretmemişsin!

Askerlerin koğuşuna girdi...

Önüne gelen ilk dolabı açtı...

Ama burada ben de şoke oldum!

Dolabın kapısını açar açmaz, karşımızda kocaman Sibel Can posteri...Dans kıyafetiyle, yarı çıplak!

O zamanlar Sibel Can tanınmış falan değil, benim de ilk karşılaşmam...

Tüm dolaplarda çeşitli ebatlarda Sibel Can resimleri vardı...Yalnız İstanbullu bir askerin dolabında, Marilyn Monroe'nun havalandırma mazgalı üzerinde, hafif öne eğilip uçuşan eteğini tutmaya çalışan resmi çıktı...Diğerlerinde silme Sibel Can!.

Esaslı bir fırça da buradan yedim...

-Sen bunları hiç kontrol etmez misin, ne biçim komutansın? Tabii 4 ayda kabak bile yetişmiyor, subay mı yetişecek!

Bunlar sorun değil benim için de, yavaş yavaş yemek saati geliyor, "Getir şu İzmir köfteyi yiyelim" derse;

"İzmir köfte yok, yerine nohut yaptık." Nasıl diyecektim?

Oradan benim odama girdi...

Masamın üzerinde, gelince ilk iş olarak hazırladığım çevredeki dereleri, tepeleri, vadileri, yolları gösteren topoğrafya haritası dikkatini çekti; İnceledi…

-Harita mühendisi misin?

-Jeoloji komutanım...

Birden bire yüz hatları değişti, o sinirli huysuz adam, tonton, babacan birine dönüştü...

-Benim oğlum da jeoloji okuyor...

Şunu zamanında desen ya!

Kapının önüne sandalyeleri attık, sohbete başladık...

Artık menüde İzmir köfte değil, kuyu kebabı olsa ne yazar…

Ertesi gün tabura sözlü emri geldi...

Tayini çıkan komutanın yerine, Bölük Komutanı olmuştum...