Sevgili okur!

Merhaba

Günlerin bunca kalabalık telaşları, hayatın hayhuyu içinde sakin limanlardan seslenmek istiyorum sizin için seçtiğim paylaşmak istediğim konularda. Biliyorum ki gün geçecek, yıl geçecek, ömür geçecek… Gündelik üçüncü sayfa başlıklarında şikayet veya telkinle bahsedebileceğimiz konularda geçecek. O sebeple kendi içimize, özümüze dönerek geçmişin altın sayfalarından örnekleri, eserleri, insanları paylaşmak hatırlamak en güzeli olacak.

Bugün sizlerle paylaşmak istediğimi konu edebiyatımızda altın çağını yaşamış zirve bir isim, Şeyh Galip ve eseri Hüsn ü Aşk. Buyurun bugün ki yolculuğumuza

Hüsn-ü Aşk (günümüz Türkçesiyle Güzellik ve Aşk), Şeyh Galip tarafından yazılan, 2041 beyitten oluşan, aruz ölçüsünün "mefulü-mefailün-feülün" kalıbı ile kaleme alınmış mesnevi türündeki eseridir. Şeyh Galip bu eseri girdiği bir iddia sonucu tam altı ya gibi bir sürede yazıp tamamlamıştır. Üstelik bu eseri yazdığında yirmi altı yaşındadır. Dost meclislerinde onun şairliği ve kaleminin gücü konusunda ahkam kesenlere Nabi ile kendini rakip tutanlara ve kıyaslayanlara verdiği  cevaptır bu eseri. Yaptığı kelime oyunları kullandığı imaj ve imgelerle son dönemde kısırlaşan Divan edebiyatının ufkunu genişleten son derece güçlü bir şairdir Şeyh Galip. Modern zamanda Sembolizm akınına benzeyen Sekb-i Hindi adlı akımın etkisinde kalarak mecazlar, söz sanatlarıyla örülmüş son derece derin, kapalı ve imgelerle dolu bir şiir dünyası oluşturur.  Şeyh Galip Tasavvuf düşüncesini şiirleştiren İlahi Aşkı her daim işleyen mutasavvıf bir şairdir. 1757 yılında İstanbul Yenikapı Mevlevihanesine çok yakın bir evde dünyaya gelen Galip’in doğumuna ebced hesabı ile eser-i aşk veya cezbetullah terkipleri tarih düşürülmüştür. Ailede başlayan ve sonrasında medrese ile devam eden tasavvuf eğitimi onun şiirinin temelini de atan bir disiplin olmuştur.

Nedim son derece dünyevi zevklere müptela neşeli, coşku dolu lirik ‘Gülelim eğlenelim, kam alalım dünyadan’ felsefesi ile doldu dizgin giden; Nabi ise düşünceye ağırlık veren, daha didaktik yani okuyucuyu uyarmak, düşündürmek ve aydınlatmak amacıyla daha doğru bir ifadeyle insana doğruyu, güzeli göstermeye yönelik görüş bildiren iki ayrı üslupta şairdir.  Bu iki ayrı üslubun temsilcisinin en güzel örnekleri verdikleri klasik şiir döneminde kısırlaşan Divan Edebiyatının son büyük ismidir Şeyh Galip.

Galip Hüsn ü Aşk’ın Der Beyanı-ı Sebeb-i Telif yani ‘Eserin Yazılma Sebebi’kısmında kendisininde katıldığı ediplerin şairlerin olduğu bir mecliste Nabi’nin büyük şair olduğu söylenip Hayrâbâd adlı eseri övülür.Sohbetin sonunda  söz meclisi müdavimleri bir daha böyle anlamlı böyle güzel bir eserin kaleme alınamayacağı konusunda hem fikir olurlar. Şeyh Galip ise Hayrabad ‘ın konusunun İranlı şair Şeyh Attar’ın İlahi-Name adlı eserinden çalındığını, orijinal olmadığını Nabi’nin de bahsettikleri gibi büyük şair olmadığını dile getirir. Üstelik Nabi’nin şiirinde izdivacı tasvir etmesinin uygunsuz olduğunu söyler. Tabi bütün şimşekleri üzerine çeker. Çünkü Divan meclisleri şairlerin hem sohbet ettikleri hem de yeri geldiğinde son derece keskin ve alaycı bir üslupla eserlerini değerlendirdikleri bir meclistir.

Bulmağla bir iki hoşca ta’bîr

Erlik midir izdivâcı tasvîr  

Eserinde bu beyitle can bulan eleştirisi mutasavvıf yönü ağır basan Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk adlı mesnevisini altı ay gibi kısa bir sürede son derece mahir kıvrak bir dille kaleme almasına vesile olan olaydır.

Eser divan edebiyatının en önemli örneklerinden biri olmasının yanı sıra, tasavvufi alt yapısı ve sembolizmi ile genel olarak edebiyat ve spiritualizm açısından çok önemli bir eserdir. Eserin kahramanları güzellik (hüsn) ve güzelliğe yönelişin sonucu olan aşktır. Eserin her bir satırında tasavvufi simgeler bulunur; kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile kaleme alınmıştır.

Gelelim Hüsn-ü Aşk adlı mesnevinin konusuna; Hüsn-ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir tema ve temele sahip bir mesnevidir

Hikâye şöyledir:

Sevgioğulları (Beni-mahabbet) isimli bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız bir de erkek çocuk doğar, erkeğe Aşk kıza Hüsn ismini verirler, bu ikisini birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler, bu okulda Mollâ-yı Cünun isimli büyük bir hoca vardır. Bu sıralarda Hüsn Aşk'a aşık olur. İkisi zaman zaman Mânâ gezinti yeri'ne gitmekte gezinmekte, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır ki bu kişi her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Fakat, Hayret isimli kudretli bir kişi Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine mani olur. Bir süre Suhan yoluyla mektuplaşırlar. Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikisi Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabile büyükleri ise Aşk'ın bu arzusuyla alay eder ve eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ'yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne denli zorlu ve korkunç olduğunu da anlatırlar, Aşk yolda dev, cin ve cadılarla karşılaşacak, ateşten bir denizden geçmek zorunda kalacaktır. Aşk ile Gayret Kalb ülkesine yola koyulurlar ve başlarından birçok badireler geçer. Her badirede onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten hikâyede; işin sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı sanmasının onu yanlış yollara düşüren şey olduğunu, aslında Aşk'ın Hüsn, Hüsn'ün de Aşk olduğunu, birlikte ikiliğin var olmayacağını aslın birlik (teklik) olduğu mesajı ile karşılaşılır.

Kahraman ve yerlerin isimlerinden hikâyenin sonucuna kadar neredeyse her unsur tasavvufi bir anlam taşımaktadır. (Örneğin; Hüsn ile Aşk seven ve sevileni yani hüsn-ü mutlak (Allah) ile dervişi, edep; dergahı, Munlâ-yı Cünun; mürşidi, Kalp şehri; Allah’ın tahtı olan gönlü ve oraya yapılan seferin, çile dolu sevgi mücadelesinin simgeleridir.) Bu nedenle Hüsn-ü Aşk tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir eserdir.