Özellikle gecesini gündüzüne katarak çalışanları, kendini yetiştirenleri, değer, kadir kıymet bilenleri, seveni, sayanı, aklı, bilimi önder kabul edenleri, devlet adamlığı bilincini içselleştirmiş olanları tüm yanlışların ve sorumsuzlukların dışında tutuyorum. Tek kişi yönetiminin yarattığı “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ile köleleştirilen tuhaf bir siyasetçi türü çıktı ortaya:

Parası olanlar için bu ülkede “politikacı” olmak ne kadar kolay ve ne kadar ucuz(?). Parayı bastıranın, çok para verenin liyakatine, kalitesine, niteliğine bakılmaksızın genel merkezler tarafından seçim listesinin ilk sıralarına yerleştirilebiliyorlar. Oysa “politika en üstün sanattır.” İnsanı tema olarak alan ve insani olan her şey ilgi alanına girer. Bu yüzden politikanın sanatla çok yakın akrabalığı vardır. Politikacı bu yüzden sanatçıdır, edebiyatçıdır, filozoftur ya da olmak zorundadır. / Parası olanları “akıllı ve her şeyi biliyor” kabul ediyorlar.

Politikacılar, dilini, edebiyatını, “ekonomi politikayı”, siyasi tarihini, yazılı ve sözlü kültürünü, bilmeceleri, güldürmeceleri, fıkraları, tekerlemeleri bilecekler, genel başkanlarının sırtlarında kambur değil, yanında sorun çözücü olacaklardır.

Kimi politikacılar okumuş, meslek sahibi olmuş, bir sandalyeye, bir masaya oturtulmuş, bir mevkiye getirilmiş, hatta bakan, başbakan yapılmış. Duruşuyla, düşüncesiyle, konuşma ve eylemleriyle o makamlara yakışmamış, o “masayı ve sandalyeyi dolduramamış.” / Mevkileri yücelten, sandalye, masa değildir. O masaya oturtulanların kaliteleri, nitelikleri, kumaşlarıdır. O kalite, o nitelik, o kumaş yoksa o sandalye, o masa, o mevki değer kaybeder, ayağa düşer.

Listenin ön sıralarında yer almış, seçilmiş, kimi “vekilleri” görüyorum; insanları sevecek, sorunları çözecek kadar yüreğini, beynini genişletememiş. İnsanları kucaklayıp bağrına basamamış. İnsan-doğa sevgisiyle, dostlukla, arkadaşlıkla hayatının anlamını zenginleştirememiş. Güvenli, yalansız, kişilikli, ilkeli, tutarlı, omurgalı olamamış. Küçük çıkarlarla savrulmuş, kişiliğini ayaklar altına almış, genel başkanın arkasından koşan bir tavşan olmuş.

Seçilmiş; milletini tanımıyor, bilmiyor. Genel başkanının ayakkabısını yalayacak kadar küçülüyor, kişiliksizleşiyor, onursuz birisi olup çıkıyor. Kimileri de kadın vekil adayı ile aynı kare fotoğrafta olmaktan dini sorumlu tutacak kadar utanç duyuyor. Bu, analara hakarettir, kadını aşağılamaktır, yok saymaktır. / Kadını “günah” sayanlar mı kadına ve kadın haklarına sahip çıkacak, öldürülmelerini, kesilip doğranmalarını, şiddet görmelerini önleyecek? Ne adına olursa olsun, onları anlamak mümkün değil. / Kadını günah gören ve 6284’ün törpülenmesini isteyen genel başkan, “vekil seçilmek” için ilkelerinden uzaklaşarak “ittifaka” girmiş, sözlerini çiğnemiş, yanındaki dostları ayrılmış, inanılır, güvenilirliğini yitirmiş. 

Kendini yetiştirmek için, kılını kıpırdatmayan; edebiyatına, sanatına, sosyolojisine el atmayan; nereden gelip nereye gittiğini düşünmeyen, “bu zamana kadar bilim, teknoloji, sanayi bu ülkede neden gelişememiş” sorusunun yanıtını bilmeyen insandan vekil mi olurmuş? Ulusunun dünya üzerindeki yerini, saygınlığını, bilime, teknolojiye, sanayiye, felsefeye, sanata, edebiyata katkılarını, insanlığa sunduğu hizmetleri, yaşadığı evrensel değerleri, bu toplumun insanı olarak dilini, kültürünü öğrenmiyorsa, dil deyince Arapçayı-Farsçayı; kültür deyince Arap-Fars kültürünü; tarih deyince Arap-Fars tarihini biliyorsa, o, bu toplumun değil, dil ve kültür emperyalizminin adamıdır.

Başarısız olmuş kimi insanlar politikayı seçmişler. Bunların genel başkanları için kaldıracakları parmaklarla siyasette başarılı olmaları mümkün müdür? Bu adamların toprakta çalışanları, makine-tezgah başında, elinde nasırı olanları, madende kazma sallayanları anlamaları mümkün müdür? Düşlerini, hayallerini gerçekleştirememiş insanların, kazandığı parayla yediği bir lokma ekmeğin, birkaç zeytinin ve kuru soğanın verdiği mutluluğu duyumsayabilirler mi?

Varsıllıktan gelen bir insan hiçbir nesnenin yokluğunu çekmez yaşamaz. Yokluk da, yoksulluk da onun hayatında hiç olmaz. Her ne kadar biliyorum, anlıyorum dese de, yaşamayan bilmez, anlamaz. Hani, bilirsiniz, Hoca eşekten düştüğünde yanına koşanlar sorar: “Nasılsın” diye. “Bana damdan düşen birini getirin, o, anlar” demiş Hoca. Ülkemde damdan düşmeyen varsıllar, damdan düşenleri yönetiyor ve o da hakka, hukuka, adalete sığmıyor.

Sofrasında kuşsütünden gayrı hiçbir gıdanın yokluğunu yaşamamış, her bayramda yeni elbiseler giyerek büyümüş bir çocuğa, ekmeğin, zeytinin, peynirin, bayramlığın ne anlam taşıdığını anlatamazsınız. Onun için hava kadar, su kadar sıradan ve doğaldır, ihtiyaçtan bile sayılmazlar. Bu kafadaki insanların, toprağı tırnaklarıyla kazarak ekmeğini kazananları, evlat gibi yetiştirdiği hayvanlarıyla yaşayanları anlama olasılığı var mı? Kabul etmeseler de sınıf atlayan insanlardır bunlar. Bir yüzükle başlayıp milyarlara hükmedenlerin gücü nasıl açıklanacak? Bu varsıllar kimlerle olabilecek? Yıkarken elindeki nasırların çizdiği, kanattığı yüzün içinde barınan insanı, yokluk, yoksulluk, açlık çekmemiş birinin anlama olasılığı var mıdır? Bildiği, anladığı zenginlerdir ve tüm kararları kendileri gibi olanların lehine verirler; tüm vergi indirimleri, tüm teşvikler, tüm aflar, tüm olanaklar onlaradır: “Vatan” derler, “millet” derler; “bayrak” derler, vatanın da, milletin de, bayrağın da bu halk olduğunu bir türlü anlamak istemezler. 

Bilgiden, düşünceden, ilkeden yoksun, kişilikleri zayıf, omurgasız, yalanı dünya görüşü yapmış kimi vekiller “ayakkabı yalar”, liderine, “tanrısal özellikler taşır” diyecek kadar ileri gider, putperestlik yapar. Tek kişi rejiminin tuhaf vekilleri işte.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…