Cumhuriyet kurulalı 100 yılı geçti.

Dilin bağımsızlık savaşları neredeyse 200 yıla yaklaştı.

Hala topluma yön vermeye çalışan birilerinin Arapça tabelaların çokluğuna karşı gösterilen duyarlığı baltalamak için “dinsel bir zorunluluğu” öne çıkardıklarını görüyoruz. Neymiş efendim “din kitabımızın dili Arapçaymış, tabelalar hoş görülmeliymiş.”

Bu ülke Türkiye ve bu toplumun resmi dili TÜRKÇEDİR. Bireysel olarak herkes istediği dili konuşabilir, ama kamusal yaşamda toplum kurallarına uymak gerekir.

Geçen yüzyıllara, Karamanoğlu Mehmet’e,  Atatürk’e ve Türk Dil Kurumunun varlığına rağmen bir dil bilinci oluşmamışsa, türlü çeşitli bahanelerle ölü ve yapay dil olan Osmanlıca-Arapça-Farsça- ön pılana çıkarılıyorsa ve Türkçe geri pılana itiliyorsa, çıkarcılıkla-dil-kültür emperyalizmiyle gelen ihaneti söylemek bile bunları anlatmaya yetmez.

Aynı kaygılar, tasalar, endişeler İngilizce, Fıransızca, İtalyanca ve değer diller için de geçerlidir. Sorun başka dillerce TÜRKÇENİN İSTİLASIDR.

Dil bir ulusun kültürüdür, kişiliği, karakteri, varlığıdır. Dilini yaralayanlar, örseleyenler her yönden ulusuna saldırıda bulunuyorlar demektir. Toplumun kutsalları, gelenekleri, görenekleri, özü-duyuşu-düşünüşü, yaratışı ve EĞİTİMİ doğrudan doğruya dile bağlıdır.

Kutsallık bakımından din ne ise dil de odur, hatta anlaşılmak bakımından dil dinden de önemli ve değerlidir. Vatan, millet, bayrak, bağımsızlık, özgürlük dil ile anlam kazanır tüm kutsalların anlamı olur.

Bayrak ne ise, -bağımsızlık, özgürlük, insanca yaşamak- dil de odur: Dağlarca “dil benim ses bayrağımdır” diyor, dil kutsalların kutsalı, tüm kutsalların anlamıdır.

Bağımsızlık, özgürlük, insanca yaşamak dildir. Bağımsızlık, özgürlük dille, beyinde başlar.

Gelen bir yabancı hangi dilden, kültürden, dinden, renkten olursa olsun her yönüyle, özellikle bu milletin yaşayışına, diline, kültürüne saygı duyacaktır. Evinin içinde dilini, dinini, yaşam biçimini istediği gibi sürdürebilir. Evinden çıktığında, adımını sokağa attığında Türkçeye, Türk toplumunun yaşayış tarzına özen göstermek zorundadır. Merkezi ya da yerel yönetimler bu kontrolü-denetlemeyi kamu adına yapmak zorundadır. Bu, karşılıklı saygı duyuş, değer veriştir.

1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey Selçuklu Devletinin başkenti Konya’yı işgal eder. Saray teşkilatını, Arap ve Fars unsurlardan oluşan hükümeti dağıtır. Türklerden bir hükümet kurar. Katipliklere “Türkçe okuyup yazan divan yazıcılarını yerleştirir. “Yaptığı incelemede Türkçe yazılmadığını ve konuşulmadığını” görür. İsyan eder. 13 Mayıs 1277’de Alaattin Tepesi’nde topladığı konuklarına Türkçeyi devlet dili yaptığını bildirir, o ünlü buyruğunu verir: “Şimden geri, hiç kimse sarayda, mecliste, hükümette, çarşıda-pazarda Türkçeden gayri dil kullanmaya!”

Aradan yaklaşık 750 yıl geçmesine karşın Karamanoğlu Mehmet Bey’in dil bilincine erişmeyen ve diline düşman olanlar var. Dil adına, kültür adına, tarih ve toplumsallık bilinci adına acı duyulacak bir yoksulluktur bu. O düzeye çıkamamış ve siyasi çıkarları için “dil ve kültür emperyalizminin” uşaklığını yapanlar var.

Kentleri istila eden Arap ve Suriyeliler, bedavadan ucuza aldıkları Türk Vatandaşlığı hakkını, açtıkları dükkan ve işyerlerine astıkları Arapça tabelalarla, Türkçeyi, Türk Kültürünü, Türk yaşayışını tanımadıklarını göstermişlerdir. Türk vatandaşı olmayı kabul etmek, Türkçeyi ve değerlerini peşinen kabul etmek demektir. Kimi belediyeler, aldıkları kararlarla “Arapça Tabelalarının” kaldırılmasına yönelik yaptıkları girişimlerde,  kimi siyasiler tabelaların yanında yer alarak “din kitabımızın dili Arapçadır” diye savunmaya geçtiler.

İnanmak ayrı bir olaydır, Türk diline yapılan “tabela saldırısı” ayrı bir olaydır ve bu doğrudan doğruya “dil emperyalizmini” desteklemektir, Türkçenin özgürlük haklarını kısıtlamak, daraltmak, Türkçeyi boğmaktır. Hiçbir etkili ve yetkili bunu görmezden gelemez.

Yıllar önce Marmaris’e geldiğimde, gördüğüm tabelalar, kendimi yabancı bir yerde hissetmeme, bu cennet köşe “benim ülkem mi” diye şüphelenmeme neden olmuştu. Her sokak, cadde, semt İngilizce, Fıransızca, İspanyolca ve İtalyanca tabelalarla doluydu…

Vatanından, bayrağından, milletinden ödün vermeyen ve bu değerleri çok sevdiğini söyleyenler İstanbul Fatih ve Çarşamba semtlerine bir uğrasınlar. Para için bu ülkenin nasıl yabancılaştırıldığını görsün ve öyle konuşsunlar. Emlakçılara gitsinler, asılan küçük tabelaları incelesinler… “Kahvehanelerin”, dükkanların, mağazaların adlarına baksınlar. Burası Türkçenin ülkesi, Türkiye midir?

12 Eylül’e kadar Türkçeye 12000 sözcük kazandıran Türk Dil Kurumu, o günden bugüne neden atıl durumda ve siyaseten bekletiliyor, çalıştırılmıyor? Yabancı sözcüklerin Türkçeyi istilasına neden izin veriliyor ve Kurum neden etkinleştirilmiyor? Başında bulunan bol maaşlı insanlar bu milletin parasını hizmet üretmeden neden yiyorlar? Türk toplumu bilinçsizleştirilsin, sürüleştirilsin, köleleştirilsin, itaatkar duruma getirilsin diye mi?

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

TURAN BAHADIR                 [email protected]