Bedri Rahmi Eyuboğlu'na göre, haşlanmış mısırları ısırdıktan sonra içlerinden aydınlatırsak, karşımızda New York gecesi belirir!.. Maçkalı ünlü sanatçının mısır koçanına benzettiği gökdelenler arasında, nereli olduğumu soran taksi şöförüne "Türkiye" yanıtını verirken, "Orası da neresi?" diye şaşıracağını bekliyordum. Oysa, afallayan ben oldum:"Ben Trabzon'u çok seviyorum. Orayı gördün mü?"
New York sokaklarında, bir gece otelime dönerken bindiğim taksinin şoförü Trabzon diye bir kentin varlığından haberdardı!.. Üstelik, hayatında Türkiye'ye hiç gelmemişti. Bırakın ülkemizi, atalarının iki yüz yıl önce göç ettikleri İtalya'ya bile adımını atmamıştı!..
Otelin önüne gelmiştik çoktan ama biz, Trabzon'u sevmesine neden olan bir derginin sayfalarından kopardığı fotoğraflara bakıyorduk. Dergi, Amerika'da çıkan bir gezi dergisiydi ve elimizdeki sayfalarda Karadeniz'e kıyısı olan kentler tanıtılıyordu. Sümela Manastırı'nın fotoğrafını göstererek "Burası Maçka. Ben Maçkalıyım" dediğimde gözlerindeki ifade sanki bir melek görmüşçesine hayranlık ve bir o kadar da şaşkınlık taşıyordu. Ama, asıl şaşkınlığı yaşayan bendim!
Taksimetrede yazılı olan ücreti ödemek için para uzattığımda Amerika'nın tarihine yazılması gereken bir davranışla karşılaştım!.. "Hayır "diyordu taksici. "Arabama ilk kez bir Trabzon'lu bindi. Senden para alamam"
Dünyanın neresine giderseniz gidin, orada bir Trabzonluyla karşılaşacağınıza dair bir çok hikaye duymuştum.Uzaklaşan taksinin ardından bakarken, tüm bu hikayelerden daha güzel, daha şaşırtıcı ve hepsinden daha gerçek bir kahramanı tanımanın mutluluğu içindeydim.
Trabzon'un bir masaya benzediği, adını buradan aldığı söylenir. Öyleyse, iki dağın arasındaki Maçka, bu masanın üstüne konulmuş sayfaları açık bir kitaba benzer. Değirmendere bir ayraç gibi uzanır, sayfalar arasında. Onun akışına kapılarak, her biri bu kitabın bir harfi olan nice insan uzaklaşmıştır Maçka'dan. Ben, kendimi küçük “t” harfine benzetirim; kolları açık, Trabzon'a sarılmayı bekleyen bir çocuktur "t"!..
Çömlekçi'den yola çıkan Mehmet Ağa'nın otobüsü Esiroğlu'na geldiğinde, biz çocuklar arka merdivenden arabanın üstüne çıkardık. Galyan Vadisi'ne sapan otobüsün, dağlarla dans eden yolda ilerlerken çıkardığı ses kulaklarımdadır hala.
Yan yana dizilmiş kalaslardan oluşan köprüye geldiğimizde, Mehmet Ağa yolcuları indirirdi çoğu kez. Köprüden boş otobüsün geçmesi daha güvenliydi. Biz, oraya "Piyano köprü" derdik. Kalasların her biri bir piyanonun tuşu, üstlerinden geçen de tekerlek değil, bir piyanistin parmaklarıydı sanki!..
Gelinlik duvağını başından hiç çıkarmayan bir kadındır Maçka. Trabzon ise, o dağ gibi güçlü kadının eteklerinin dibinde, Karadeniz'le oynayan bir çocuk. İşte, o anne ve o çocuk birlikte yapmıştır, her biri kumdan kaleye benzeyen Maçka manastırlarını.
Beyaz, kanatlı, uçan at Pegasus, şairlere ilham götürmek amacıyla Helikon Dağı'ndan havalanmak için arka ayaklarını sertçe vurur yere. Oradan da bir su çıkar. "İlham kaynağı" derler bu yerin adına. Galyan Köyü'nün Konaklar Mahallesi'ndeki büyükbabamın adını taşıyan "Şükrü Efendi Konağı" vadiye oldukça hakim bir yerdedir. Pencereleri sanki bir kartalın pençeleri gibi açılır. Dağın saçlarına takılan bir tokayı andıran o konağı ne zaman ziyaret etsem, yüzümü ilham kaynağının suyunda yıkamış hissine kapılırım. Sanat Tanrısı Apollo, ilham perileri diye de bilinen, Tanrılar Tanrısı Zeus'un dokuz güzel kızıyla oturur Helikon Dağı'nda. Trabzon'da basılan eski paraların üstünde, bu kentte yaşayanların en sevdiği Tanrı olan Apollo'nun resminin olması, Zeus'un dokuz güzel kızına "Musalar" denilmesi ve "müze" sözcüğünün buradan türemesi, yıllar, hem de yıllar sonra Maçka doğumlu Sunay Akın'ın müzeciliğin şövalyesi olmaya çalışması, bu Don Kişotluğa soyunan adamın, çocukluğunda değirmenleriyle ünlü Galyan Deresi'nde yıkanmış olması rastlantı mıdır, yoksa uygarlık denilen satranç oyunundaki taşların hamleleri sonucu mudur?
1701 yılında Trabzon'a gelen Fransız Joseph Piton De Tournefort'un Maçka hakkındaki görüşleri şunlar:"Alplerde bile bu kadar güzel ormanlar yok. Bir çok pınar, güzel nehirler meydana getiriyor. Bunlar alabalıklarla dolu. Nehirler, çiçekli kırlar ve en güzel çalılıklar arasından akıp gidiyor. Trabzon'a dönmek için bu güzel yeri terk etmek zorundaydık."
Ben de hayatım boyunca hep bu duyguyu yaşadım; Trabzon'a dönmek için hafta sonları ya da yaz tatilinde gittiğim Maçka'dan, bu güzel yerden ayrılmak zorundaydım!..
Tournefort bir botanik profesörüdür. Ormanların, çiçeklerin, kırların, çalılıkların dilinden çok iyi anlamaktadır. Dahası, İsviçre ve Avusturya'nın turizm politikalarının belkemiği olan Alp Dağları'nı yakından tanımaktadır. Bu yüzden, dergide gördüğü fotoğraflarla Trabzon'a, Maçka'ya aşık olan New York'taki taksi şoförüne hak vermek gerekir.
Ne garip, New York caddelerindeki sarı taksileri görünce aklıma Maçka, Maçka'nın mısır tarlalarında yürürken de, sarı püsküller arasında aklıma New York geliyor!