Trabzonspor’u yakından takip edenler iyi bilirler 1995 – 96 sezonu bir dönem yetişkinlerinin, çocuklarının travmasıdır. Halen daha o sezon oynanan, malum maçın özet görüntülerini izleyememiş biri olarak bunu ifade edebilirim. Yaklaşık on yıllık bir özlemin son bulmaya yaklaştığı o sezonun 5 Mayıs’ında oynanan Fenerbahçe maçından sonra Giresun’un Görele ilçesinde yaşayan ve 27 yaşında olan Mehmet Dalman, kaçan şampiyonluğun üzüntüsü ile kendini ağaca asarak intihar etti.

Onlarca hayalin barındırıldığı gençlik döneminde, Mehmet Dalman hayallerinin merkezine bir futbol takımını koymuştu. Evet, şüphesiz ki böyle olmamalıydı. Bu bir oyundu. Ve de evet, profesyonel olmayan kimse bu işten para kazanmıyordu. İnsanların bir oyuna bu denli bağlı kalması anlaşılamazdı. Ancak bunu başlı başına bir oyun olarak ifade etmek yanlış olabilir.

Simon Kuper’in kitabında dediği gibi. “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.”

 Zira bu yörenin kendini ifade biçimi, bu oyun. Kazım Kozyuncu’nun dediği gibi  “Trabzonspor’un bendeki ifadesi… Güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir.”

Trabzonspor, bu yöre insanı için bir karşı koyuş biçimi…

Sadece 95-96 değil, nice dramatik sezonlar yaşadı bu takımın taraftarları. Hevesle beklerken ucundan kaçırdı hep. Kaçırırken kaybetti.  Kimini maçtan önce, kimini maç sırasında, kimini de maçtan hemen sonra… 

Örneğin Eyüp Yusuf geçen sezon Konyaspor maçını tribünden takip ederken fenalaşarak ayrılmıştı aramızdan. 2010-2011 sezonunda ise Eskişehir maçı sonrası “Bizi yine şampiyon yapmayacaklar” diyerek fenalaşan 61 yaşındaki abimiz Mustafa Çelik, maçtan hemen sonra hayata gözlerini yummuştu.

Deplasman yollarından dönerken veda ettiklerimiz vardı. Ve daha nice habersizce çekip gidenlerimiz… Hastane kapısında son hatırladığı maçın skorunu soranlarımız, yaşama sevincini bu oyuna bağlayanlarımız, sevdiklerimiz… Evet o mesela…

Şüphesiz ki böyle olmamalıydı. Ama böyleydi. Olmamalı olur mu hiç, olmuş olan?  

Ve nihayet dünyanın dört bir yanından gelen taraftarlar eşliğinde vuslatı geçen yıl yaşadı taraftarlarımız. Yaklaşık 30 bin kişinin gözyaşları eşleğinde sahaya girerek kutladığı şampiyonluğun sevinci haftalarca sürdü.

Bu sevince tanık olamayanlarımız… Ölmek var dönmek yok diyenlerden ölenlerimiz…

Son şampiyonluğumuzun hikâyesi henüz tam tamamlanmadı. Taraftar olarak hemen hemen herkesin halen daha bazı beklentileri var. Şampiyonluk hikâyesini anlatan bir belgesel mesela. Bugün yarın, bitti bitecek diye beklenilen… Ancak bu özlemin tam olarak tamamlanması için yapılması gereken başka bir şey daha var.

Şampiyonluk kupası, bu özlem içinde kaybettiklerimizin mezarına gitmeli. Unutulmamalı ki bir hikâye tamamlanmadan yeni bir hikâye yazılmaz.

Geçen sezon Trabzonspor kupaya koşarken “Trabzonspor şampiyon olursa ne yapacaksınız?” sorusuna “Kupa ile oğlumun mezarına gideceğim” diyen annenin ellerine verilmeli bu kupa. Ve o kupa o mezara gitmeli. Sen gelemedin ama biz geldik evlat, denmeli.

Ya da Mehmet Dalman’ın mezarına gitmeli. Biz geldik kardeşim. Seni hiç unutmadık, unutmayacağız, denmeli. Ya da Eyüp Yusuf’un mezarına.

Bazen de şampiyonluk kutlaması taraftarların ayağına gider. Gitmeli. Yönetim bunu düzenlemeli. Ve bizler de bunun için onlara teşekkür etmeliyiz.

Bir önceki yazımda şampiyonlukta emeği olanlara naçizane teşekkürlerimi iletmiştim. O yazım, Trabzonspor’un şampiyonluk kutlamaları gibi eksiktir.

“Ve teşekkürler yönetim. Bize bir şampiyonluk armağan ettiğin için değil, o kupayı o mezarlara götürdüğün için”

O kupa o mezarlara gitmeli!