Umut etmek, düşlemek ve Direnmek, boyun eğmeyenlerin dün de bugün de en güçlü silahıdır...” deyip gönülden gönüle harlandırıp bu günlere ulaştıranların değerli anıları önünde eğilmeyi bir büyük borç biliyorum...

Kimileri vardır, yüzleri; bazen politikacı, bazen gazeteci, bazen bilim insanı bazen de devlet adamı maskeli!..

Maşallah topaç gibidir haspalarım, ihtirasın ipi ne yana sarılmışsa koşulsuz o yöne doğru dümen kırarlar. Bir sağa, bir sola, bazen ileri çokça da geri, ipin uzunluğunun sağladığı zamanca döner, döndükçe de garip sesler çıkartıp dururlar...

Kıbleleri asla belli değildir...

Yargıdan kendi "ön yargı" larını eşeleyip bulup çıkartan bu çevreler, Yüksek yargı dâhil Yargının işlerine gelmeyen her kararını eleştirip, Sürgünden mikrofon yasağına uzanan bir dizi sansürlemenin de mucididirler.

Tarihte "Kırk satır ya da Kırk katır" öneren ataları onların yanında dünkü çocuk sayılır. Özgür düşünceye ve özgürlük taleplerine o denli kinlenmiş ve bir o kadar göz karatmışlardır ki...

Hukukun fani ömürlerinde bir gün kendilerine de gerekeceği gerçeğini unutup, kargadan kılavuz tutup okyanuslara kulaç atmaktadırlar!

Her şeyin gösteriye dönüştüğü toplumsal yaşamda ne yazık ki yapılması gerekenlere gözümüzü yumduğumuz ya da "Uyur gibi" yaptığımız için, şimdilerde gezegenimiz daha bir acımasız, dayanılmaz ve hoyrat...

Emperyalizmin ahtapot kolları, mazlum uluslar üzerinde kurduğu sömürü düzeneğini ha bire sıkarak; Kan, gözyaşı, açlık ve sefalette geçmişin diktatörlerine rahmet okutacak kerteye vardırırken, Uygarlık beşiği Anadolu’mdan yükselen "Yurtta Barış, Dünyada Barış" muştusu halen tüm umutları diri tutuyor.

Bilin ki, bilelim ki Dostlarım;

Cehenneme giden yollar her daim iyi niyet taşlarıyla döşeli olagelmiştir ... Oysa bize düşen ödev; Dünyanın en meşakkatli işi de olsa  "İnsanın Kendi İçindeki Şeytanı Taşlaması" eylemini gerçekleştirebilmektir...