Gelişmiş ülkelerde kurumlar vardır, ilkeleri vardır, sorumluları vardır. Herhangi bir kaza, cinayet, ihmal olduğunda “soruşturmanın selameti için” deliller karartılmasın, kaçırılmasın, belgeler tahrif edilmesin, ADALETE GÖLGE düşmesin diye yetkili ve sorumlular İSTİFA ederler. Az gelişmiş olmasına rağmen SEÇİM ZAMANI CANIM ÜLKEMDE DEVLETE GÜVEN ZEDELENMESİN diye İÇİŞLERİ BAKANI, ADALET BAKANI VE ULAŞTIRMA BAKANI görevlerini bırakırlardı. Seçime “helal gelmesin, kimsenin kafasında karışıklık olmasın, vatandaş devletine inansın, güvensin” diye.

Şimdilerde seçim zamanı, bu bakanlar görevlerinden ayrılmadıkları gibi, “sandık güvenliğini” de sağlayamıyorlar. Üstelik “tırafoya kediler girip elektiriği kesebiliyor, yolda sandık kaybolabiliyor, boş evlere insan, özellikle ölüler ve sığınmacılar yazdırılarak, polisler, askerler görevli gösterilip oy attırılarak” seçimler kazanılabiliyor. Geçersiz, imzasız, mühürsüz oylar geçerli sayılabiliyor.” Sorumlusu yok tüm bu olanların. “Olacağa çare olmuyor!”

Yıllar önce Lizbon’da, nehrin üzerindeki yüz elli yıllık demir köprü metal yorgunluğundan, taşıdığı araçlarla birlikte nehre çöküyor. Ulaştırma bakanı, “benim sorumluluğumdaydı, köprünün dayanma gücü kalmadığını görmeli, yıktırmalı ve yeniden yaptırmalıydım” diyor ve görevinden istifa ediyor. “Demir köprünün kaderinde, fıtratında çökme vardır, iş olacağına varır” deyip kendini savunmaya geçmiyor, görevine devam etmiyor. “Sorumlu kim, ya da kimlerdir” diye aramıyor, sorumlu biliniyor ve “sorumlu benim” diyor ve kimseden İZİN ALMADAN özgür iradesiyle GÖREVİNİ bırakıyor. / İzmit Körfezi üzerindeki Osmangazi Köprüsü inşa edilirken çelik halatın kopmasıyla yaşanan talihsiz bir kazanın “sorumlusu BENİM” diyen Japon mühendis onuruyla İNTİHAR ediyor.

Türkiye’de, “cinayet gibi, katliam gibi kazalar, yangınlar, iş kazaları, maden faciaları, tırafik ve tiren kazaları, sel felaketleri, heyelan, çığ kaymaları ve soykırım gibi depremler, deniz kazaları” yaşanırken, hiçbir etkili ve yetkili sorumluluğu üstlenmiyor. / Canım ülkemde, fiyatlar uçar gider, faiz defterlere sığmaz, döviz kuru bankaları aşar sokakları, büroları dolaşır, altın rekor üzerine rekor kırar, her şey kendiliğinden olurmuş gibi hiçbirisinin sorumlusu olmaz. Sinoplu Diyojen gibi “feneri yakıp sokağa çıksak acaba bulabilir miyiz sorumluyu ya da sorumluları?"

Sorumluluğu üstlenmeyenler fıtratla, kaderle bağlantı görüyor. “Tevafuk” diyor, işi Tanrı’ya yıkıyor. Kendilerinde bir eksiklik, yanlışlık görmüyorlar. Oysa kader değil bu olanlar, bilerek, isteyerek kulun yaptıklarıdır. Ama “İyiliğin de, kötülüğün de, faydalının, zararlının da(hayrihi ve şerrihi minellahi teala)Allah’tan geldiğine inandırıldık". Zammı “Allah’ın yaptığı(HAŞA)” inancının dillendirildiği bir ülkede yaşıyoruz. “Nas varken size ne oluyor” diyen ve “ben ekonomistim” iddiasında bulunan Cumhurbaşkanı, tek yetkili olarak 2025 bütçesinden sürmekte olan, henüz bitmemiş kur korumalı mevduata 2.2 tirilyon faiz parası ayırıyor. “İşçiye, memura, emekliye, dul ve yetime zammı kim yapıyor, enflasyonu kim artıyor?”

Herkes çok iyi biliyor ki, hiçbir doğa olayı Tanrısal bir cezalandırma değildir. Bir deprem, bir sel, bir yangın, bir heyelan, bir çığ, bir gırizu patlaması, bir terör saldırısı, bir tırafik, bir tiren faciası, bir deniz kazası insanların işledikleri suçlardan, ya da günahlardan meydana gelmez, ya da günahlar o olayların sebebi olmaz. Bugün bilim doğa olaylarının nedenlerini, niçinlerini yaptığı araştırmalarla tek tek ortaya koyup sonuçlandırmıştır. Deprem insanların günahlarıyla değil, yer kürenin kırıklarıyla, kıvrılma, çökme, yükselmeler ve yerleşmelerle oluşur. Deprem durdurulamaz ama dirençli evlerle zaiyat en aza indirilebilir. Seller, heyelanlar, çığlar insanın doğaya müdahaleleri ve tahribatı sonrası doğa kanunlarına ters düşmekle yaşanırlar. Terör saldırıları, yangınlar, maden faciaları, deniz, tırafik kazaları, tersanelerde, baraj, fabrika, hastane inşaatlardaki iş kazaları “kaderde” yazıldıkları için meydana gelmezler. Bilgisizlik, beceriksizlik ve ilkel çalışma koşulları sonucu alınmayan önlemler yüzünden ortaya çıkarlar. Onun için hiçbir kaza “kader” değildir.

Bugüne kadar bulundu mu, Ankara tiren garı katliamın sorumluları / Soma maden faciasında aylardır geliyorum diyen ve 301 işçinin ölümüyle noktalanan kazanın sorumluları, etkilisi, yetkilisi bulundu mu? / Kayıplar hariç on bir şehrimizi etkileyen ve 53 bin insanımızın öldüğü depremin sorumluları kimler? / Depreme dayanıklı konutlar yaptırmayan, depreme dirençli kentler kurmayan, fakat sekiz kez imar affı çıkaranların hiç mi sorumluluğu yok? / Dere yataklarını imara açtıran ve sel felaketlerine çanak tutanları tanımayan var mı? / Kişilerin hataları “kader” diye, “olacağa çare yok” diye Tanrı’ya havale edilemez.

Peki sorumlu kim, ya da kimler? Boşuna aramayınız, bu ülke yönetilmiyor ve her şey oluruna bırakıldı, kendiliğinden yürüyor. Tek başarı vurgunda, soygunda, zamda. Birilerinin “yaparsak biz yaparız” naralarına kanmayın. Yapan sorumluluk alır, sorumlu olur; denetler, müdahale eder.

Baksanıza Kartalkaya’da otel yanıyor, 78 insan can veriyor. Otelde alarm çalışmıyor, yangın söndürme sistemi iş görmüyor, yangın merdiveni ahşaptan, en önemlisi otelin arkası kayak pisti ve itfaiye araçları giremiyor. Yangında ölmek için bundan daha güzel ortam mı olur; hele de bunların sorumlusu mu olur? Biz hangi sorumluyu arıyoruz? Bulabilecek miyiz? Bu zamana kadar yoktu, bundan sonra da olacak mı? İçişleri (Özel İdare) Bakanlığı mı, yoksa Kültür ve Turizm Bakanlığı mı? Yıllardır bu ülke sorumlusunu arıyor, fakat yok. Narin cinayetinin işleyeni ve nedeni bulunmadığı gibi, otel katliamının sorumlusu da bulunmayacaktır. Ama eminim bir garibanı bulurlar, bir(kaç) siyasi, bürokrat asla!

Sevgiyle, esenlikle kalınız…