Sorunlar yumağından, “kurtuluş reçetelerinden”, çözüm tartışmalarından biraz uzaklaşıp, insanın “insanlaşmasına” katkı veren -bana göre önemli- bir değerden, türkülerden söz etmek geldi içimden. Güzel duyguların oluşması/gelişmesi daha güzel düşünceleri de beraber getirir diye umarak. Giderek karmaşıklaşan polemiklere, “-yanlışsın”, “-doğruyum” söz atışmasına -gevezeliğine- aldırmayıp kulak tıkayarak; biraz da dinlenmek isteğiyle güzel türküler dinlemek/söylemek istiyor dedi, gönlüm bugün!

Bugün öyle özel bir gün/günüm değil, sıradan bir gün aslında. Hani her zaman rüzgâr vardır ya esintisi farklı farklı. Kimi zaman duyumsamazsınız bile varlığını, yok gibidir. Kimi zaman tatlı eser, yüzünüzü okşar, ferahlatır; havada aşk sesi/kokusu var dedirtir sanki. O sadece gönlüne taşır bunu fısıldarken, bakmaz yaşına-başına, ekmek kavgana, çoluk-çocuk kaygına, “ülke elden gidiyor” çığlığına. Bilmez mi bütün bunları türküler. Bilir ki “Ağıtı” vardır yüzyıllardır; direnç kazandıran, yeni ölümlere, kıyımlara inat. Horonu, Halayı, Zeybeği vardır, başkaldıran, dik duran, meydan okuyan.

Eğitim, kültür-sanat, sosyal etkinlikler insanı hoş kılar, çoğu zaman biçimlendirir ya, beni de türküler zaman zaman yönlendirir biçimler. Sesim yetersiz kalsa da kimi zaman söyletir, mırıldanmadan ileri taşır, “haddimi” aştığımı da duyumsarım ara ara… Uzun havalar, kırık havalar, kimi zaman kıvrak oyun havaları da söyler insan; oynar da gönlünce. Bana da “eser” sık sık; özellikle yalnız kaldığımda iyi arkadaştırlar, bir de uzun yolculuklar yok mu, türküsüz çekilmez/bitmez!

Gülmeyi hüzünle harmanlayıp, eğlenmeyi neşeyi üretip yaşama bağlar, Anadolu’da gezdirir seni. Tam da türküler yetişir imdata; bozulan, yıkılmaya yüz tutan güzellikleri derleyip toparlamaya -anlayana elbette-.

 Dostlar, “insanlaşma sürecinin” bir dizi ilkeleri ve gerekleri var kuşkusuz. Ben günümüzde bunları edinmenin yanında başka bir durumdan söz etmeye çalışıyorum. Sadece “müzik ruhun gıdasıdır” kolaycılığına düşmeden, “boş zamanlarımda müzik/türkü dinlerim” e sığınmadan. Sırası gelince seni kanatlandıran/uçurandır… Temmuz sıcağında serin sularda yüzdüren… Anne-babaya, geçmişine özlemi dindiren, seni sevgiliye kavuşturan, kucaklaşmanı sağlayan… Hüznü de barındırır sevdayı da insana ilişkin bütün duygu ve değerleri taşıyan/aktaran ve insanı tümleyen…

Müziğin bütün dallarını/türlerini bir yana bırakarak türküleri öne çıkarmam umarım yanlış anlaşılmaz. Değişik türlerde müzik yapan, beste ve güfteleriyle, değişik sazlarıyla/enstrümanıyla emek veren yüzlerce insana haksızlık/saygısızlık etmem, edemem. Ancak bu yazım, yüreğimden çıka gelen

“Türkü sevdasının” dışa vurumudur, yürek paylaşımıdır. -Hoş her yazı bir yürek ve beyin/duygu ve düşünce paylaşımı değil mi? –

Uygun kültürel ortamı ve olanağı bulamayan ve eğitim sürecinde nitelikli Sanat-Müzik eğitimi ve sevgisi alamayan gençler kuşkusuz çok şanssızlar. Hele halk kültüründen ve türkülerden uzak tutulan/uzak kalan çocuk ve gençler büyük bir eksiklikle yetişkinliğe adım atar. Türkülerin sözlerinden, sözlerin derin anlamlarından, ezgilerinden, ezgilerin lezzetinden/kıvamından, güzelliğinden ayrı bırakılan genç, yetişkin, başarılı beyinler ve yürekler “insanlaşma sürecinden” de eksik kalmazlar mı yetersiz beslenmiş çocuklar gibi?

Belki bu yazımı okuyup da “öğretmenimiz ders sırasında türküler mırıldanırdı, bize de söyletirdi” diye anımsayan öğrencilerim olacaktır. Ben onları unutmadım! Türkülerle/güzelliklerle yaşanan birliktelikler kalıcı olur, kendimden biliyorum. Sorsalar bugün o çocukları/gençleri öncelikle anımsarım, tanırım gözlerinden! …

Bakın şu türkülerin gücüne. Gözlerini yumarak türkü okuyan öğrencimi anımsadım şu an; şimdi bir Müzik öğretmeni, en az yirmi yıllık… Bir diğeri geldi aklıma düğünlerde eğlendiren insanları… Bir başkası bağlamasıyla çalıp söylerken türküleri, “hiç yaşlanmadın hocam” diye iltifat eden… Yine bir başka öğrencim alandaşım/ Türkçe-Yazın öğretmeni, sadece karatahtaya bakarak türkü söyleyen; aşkını içine tutsak edip türkülere sığınan belki!... Şimdi şimdi daha iyi anlıyorum o güzel duyguları, -ben de geç anlayan/kavrayan toplumun bir üyesiyim ya! - serde ideal bir öğretmen olmak vardı, başka hiçbir şey öncelemeyen…

      Ve daha onlarcası, mırıldanmakla yetinen, gençlik çağının verdiği kimi “kaygı” ve yapay endişelerle ve de çevre baskısıyla gönlünce türkü söyleyip coşamayan, eğlenemeyen… Belki de duygularını türkülere hapseden canım öğrenciler/öğrencilerim benim, gençler….

     Bakın türküler beni nerelere sürükledi, hangi yıllara/yaşlara. Yakın geçmiştekiler alınmasın uzak geçmiş sayılabilecek öğrencilerime/sınıflara götürdü beni. Belki yirmi, belki otuz yıl öncesi, daha da var ya; “hüzünlenme be Sabri, çok güzel yıllar ve öğrencilerdi onlar, canlarım benim…”