Son yıllarda gelişen teknoloji ve insanların sağlık bilincinin güçlenmesi ile ortalama yaşam süresi uzamış, dünyadaki nüfus oranı ise artmıştır.
20. yüzyılın başlarında ortalama yaşam süresi 40 yıl iken, 1950–2000 yılları arasında bu süre 66’ya çıkmıştır.Yaşlılık dönemi 65 yaş civarı olarak kabul edilmektedir.
Bu dönemde kişi hem zihinsel, hem fiziksel hem de kişilik açısından değişimler gösterir.Daha yavaş düşünme, algılamada ve yeteneklerde zayıflama, dikkatsizlik, öğrenme yetisinde azalma, motor kabiliyetlerin zayıflaması gibi özellikler zihinsel yaşlılık belirtileri olarak kabul edilir.
Yaşlandıkça dokular daha az elastik bir hal alırlar bu da dokuların doğal yapılarının bozulmasına sebebiyet verir. Dokuların normal yapısını kaybetmesi ise organ bozukluklarına yol açabilir. Yaşlılık engellenemez bir olgudur, zaman durdurulamayabilir fakat geride kalan yıllarda ne kadar sağlıklı yaşanılmış ise, o kadar geç yaşlanılır.
Yaşlılık kavramı her toplumda ve her konumda değişen bir kavramdır. Her toplumun veya ailenin konumuna göre yaşlılığa bakış açısı farklılık gösterir. Batı toplumlarının doğu toplumlarına göre daha bireyselci bir yaşam tarzı seçtiği düşünülür.
 Doğu toplumlarında ise günümüze kadar neredeyse hiç değişmeyen kolektif bir yaşam tarzı vardır.
Batı toplumlarında, aile bireyleri bir arada yaşamak ile birlikte her işlerini ayrı ayrı bireyler olarak görürler. Çocuklar daha çok küçükken bile her işlerini kendileri halletmeyi öğrenirler. Böyle bir toplumda yaşlılığın, bilgeliğin pek de bir önemi yoktur, nasıl olsa herkes kendi başının çaresine bakabilmektedir.
Doğu toplumlarında yaşlılık bilgelik, yücelik, saygınlık olarak kabul edilir. Ailenin en yaşlısı o evin reisidir ve her zaman sözü dinlenilen kişi olmuştur. Görüldüğü üzere yaşlılık kavramının her kültürde farklı bir değeri vardır.