Yirmi yıldır iktidarda olan bir parti, milleti, ülkeyi, devleti, sayısız sorunla baş başa bırakıp, tüm kaynakları sonuna kadar kullanarak yeni bir seçime hazırlanıyor. Her sıkıştığı, her zorlandığı yerde “dış güçler” aldatmacasını, yalanını, bilmeyenlere sunarak inandırıyor. “Dış güçler bizim doğru karar alıp uygulamamıza engel oldular, oluyorlar. Aldığımız kararları yaptırmadılar, yaptırmıyorlar. Enflasyon, fahiş fiyat artışları, altın, döviz onlar sayesinde artıyor; dış ticaret açığının ve beceriksizliklerimizin nedeni onlardır” demiyorlar.
“Faiz sebep, enflasyon netice” oluyor da, Merkez Bankası faizi %19’da %9’a düşerken banka faizleri neden %14’ten %26’ya çıkıyor; Merkez Bankası %9’dan bankalara para satarken Hazine neden %26’dan borç para alıyor? Bu kararları aldırıp uygulatan da dış güçler midir? Soru var yanıtı yok: Enflasyonu %19’dan %85’e (ENAG185) (İTO105) çıkaran dış güçler mi? Battı-batıyor dediğiniz bu ülkelerde en yüksek yıllık enflasyon neden %11? (KKM’yi dış güçler mi getirdi? Zenginlerin parasına yüz milyar TL dış güçler istediği için mi aktarıldı?)
Daha ne kadar bu halk aldatılacak, kandırılacak?
“Beş yüz milyar dolar borçlanmamızın nedeni dış güçler midir? Zorla mı para sattılar bize? yap-işlet-devret yönteminin halkın sırtına bindireceği yükü ve yıllarca sürecek ağırlığı onlar mı getirdiler?” “Bu yöntemi uygulatan dış güçlerdir” demiyorlar. Yasaları geçersiz kılan, her işi Allah’a bıraktıran, denetletmeyen, hesap sordurtmayan, işine geleni gördüren, işine gelmeyeni gördürmeyenin kendileri olduğunu itiraf etmiyorlar.
Rakiplerini suçlarken kullandıkları sözcükleri sözlükten özenle seçerken suçlu olmuyorlar, ama kendilerine karşı kullanıldığında, derhal yargıçları, savcıları harekete geçirerek “suçlu” yaratıyorlar.
Evet, “acımasız kapitalizmi” Müslümanlara uygulatan, adaleti yok ederek daha da acımasız yapan dış güçlerdir. Karma ekonomiyi terk ettiren ve serbest piyasa ekonomisini seçtiren onlardır. İnsanı düşünmeden sürekli üretim ve sürekli tüketim ilkesiyle devlet desteğini alan kapitalizm, işveren, elbette çalışanı ezecek ve adaletsizliğe neden olacaktır. “Dini, inançları kullanarak” halkı “vicdanlı olduklarına inandıracaklardır.” “Dış güçler” dedikleri kendilerinden başkaları değildir.
“En büyük sorun ekonomi, üretim darlığı, dış ticaret açığı, üç yüzyıldan bu yana bir türlü becerilemeyen sanayileşme, işsizlik, eğitim-öğretim-üniversiteler, FETÖ yüzünden ülke savunması, terör belası, dış ilişkiler, enflasyon, döviz dar boğazı, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı değil sanki. “Dış güçler de dış güçler”, ne menem bir belaymış da haberimiz yokmuş. Yirmi yıldır nereye gizlenmiş de şimdilerde “devletin bekasıyla” çıktılar ortaya?
Yirmi koca yıl, Cumhuriyet’in on beş yılda yaptığı fabrikaları, şirketleri, bankaları, limanları “satmakla, özelleştirmekle” övündüler. Binleri, on binleri çalıştıran fabrikalar kurmadılar. Ana mal, ara mal üreten fabrikaları açılmadılar. Bugünün fabrikaları “ana malı da, ara malı da” dışarıdan alıyor. Bunun için de dışa bağımlı kuruluşlardır. Yeterli miktarda katma değer üretemiyorlar. Ucuz ihracat için pahalı ithalat yapılıyor. Üretilmeyen malların alımı da devreye girince, ihracat ve ithalat arasında makas açılıyor ve dış ticaret açığı kapanmaz bir boyut kazanıyor. Hele borçların faizi “ana parayı” geçince, ekonomi tepe takla oluyor. Üretim tüketimi karşılamıyor. Harcama kalemlerinin büyüklüğü yanında yeterli vergi toplanamadığı için “enflasyon” giderek büyüyor, dar gelirli vergiler altında eziliyor. Karşılıksız basılan her kuruş enflasyonu körüklüyor, hayat pahalılığını artırıyor.
Almanların on beş, Japonların yirmi beş yılda yapabildiklerini biz, üç yüzyılda yapamadık. Her yana beton döktük, beton ormanları yetiştirdik. Gökdelenler diktik, köprüler, tüneller açtık, yollar, şehir hastanelerimiz var. Lafın gelişi diyorum, parası ödenip bitirilmediği için henüz milletin malı olmadılar daha. Yap-işlet-devret yöntemiyle yapıldıklarından hala o yollar, o köprüler, o hastaneler bizim değil, yapan, kiraya alan şirketlerindir.
Sorunlar, büyük sorunlar, çözüm bekleyen sorunlar. Seçime girmeden beklenen çözüm yollarıdır: Gelin görün ki, ihtirasların, kaprislerin, bitmek tükenmek bilmez arzuların, “bu son” denilen ve bir daha aday olunmayacağı açıklanan her seçim öncesi yalanların, suçlamaların, hakaretlerin, “ahmak” diyenin değil de “misli ile iade edenin” cezalandırıldığı bir adalet saçmalığı içerisindeyiz. “Çöple saman karıştırılarak” sanki ülke, yirmi yıldır iktidarda olanlarca bu duruma getirilmedi de, bu işi “dış güçler yaptı” diyorlar. Kendileri “suçsuz, günahsız, masum.” Gel de inan. Böyle olmasalar tüm işleri Allah’a bırakırlar mı?
Kaygım, endişem odur ki, “er meydanı” dedikleri seçimi “Allah’a bırakmayacaklar; geçersiz oy pusulalarını, mühürsüz zarfları” yasalara rağmen, bir “kararla”-antidemokratik uygulamalarla nasıl “geçerli” kılmışlarsa, birtakım hilelerle, “tırafolara kedi girdi” uyduruk yalanlarıyla, tek inandıkları “sandık demokrasisini” nasıl kirletmişlerse, bu seçimi de karartıp kirletecekler. Milletin kayıtsız-şartsız egemenliğini, “kendi egemenliğine” dönüştürecekler, kısmen kalan temel hak ve özgürlükleri de yok edecekler.” Bu korku, bu kaygı insanın canını yakıyor.
“Ahmak” sözcüğüne bunca ceza verilirken, icat edilecek yeni suçlara hangi cezalar verilmez ki. Suçsuz olduklarına inanılan ve içerde tutulan kimi insanlarla ilgili verilen “kararlar” adalet adına insana ürküntü veriyor.
Sevgiyle, esenlikle kalınız.
TURAN BAHADIR [email protected]