ARSİN’İN TARİHİ TAŞ FIRINLARI VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ SOSYAL EKONOMİK YANSIMALARI

Arsin Halk Eğitimi Merkezi Müdür Yardımcısı Tarih Öğretmeni Yunus Mutlu, Arsin’in tarihi taş fırınları ve toplum üzerindeki sosyal ekonomik yansımaları ile ilgili çalışma yaptı. Müdür Yardımcısı Mutlu, Arsin’in tarihine ışık tutan çalışmasında şu ifadelere yer verdi: “Kültür, milletlerin en önemli varlık göstergelerinden birisidir. Kendi dışında olan toplum ve milletler içerisinde ayırıcı ve belirleyici olan maddi ve manevi yapıtların taşıyıcı unsurudur. Dil, tarih, sanat, estetik, ahlak vb. unsurlar çerçevesinde diğerleri nezdinde farlı olanları ortaya koymaktır. Bu, milletlerin aynı bireylerde olduğu gibi güne ve geleceğe, yaşadıkları coğrafyaya, evrensel kültüre iz bırakması ve bu daire içerisinde aidiyet hissi oluşturmak istemeleriyle ilgilidir. Kültür bir nevi insanların inandıklarının, ahlaki yapılarının, hayat biçimlerinin, ruh dünyalarının somut ya da soyut değerler üzerinden geleceğe tapu edilmesidir. Bu durum bugün küreselleşen dünyada milletlerin benzeştiği bu yaşam sahası içerisinde zor olsa gerek. Günün bilimsel gelişmeleri içerisinde dünya milletleriyle teknolojik alanlarda yarışmanın yanında geçmişten bugüne intikal eden değerlerle de farklılığın korunarak yaşatılması bir vecibe olsa gerek. Bu anlamda da millet olarak bunu sağlayacak köklü kültürel değerlere sahip olunduğunun bilinmesi, fark edilmesi ve bunun korunması icap etmektedir. Bu çerçevede etrafımızda bulunan her bir sanat eserinin vatana, coğrafyaya ve dünya kültür mirasına vurulmuş birer damga olduğunu unutmamak gerekmektedir. Bu manada ilk önce en yakından başlayarak bu fikirlere ışık tutacak olan Trabzon’un Arsin İlçesi’nde bulunan taş fırınlarını örnek göstermek istedik.

Arsin fırınları Trabzon’da sayısız maddi kültür varlıklarından sadece birisidir. Her gün bir şekilde yanından, altından, üstünden geçtiğimiz ancak fark etmediğimiz bu yapılar; şehrin, mahallenin, köyün hulasa ülkenin tapu senetleridir. Onlar maddi olarak görülse de her bir yapı hatta her bir taş ciltler doldurma derinliğine sahip manevi dili ve değeri olan yapılardır. Bu tür eserleri bir de bu açıdan okumak gerektiğine inanmaktayız. Taş fırın geleneği aslında sadece Trabzon’da değil Anadolu’da da oldukça yaygındır. Ancak Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde kerpiç, tuğla ve diğer bazı malzemelerden yapılmış fırınları görmek mümkünken, Trabzon özelinde ise tam manasıyla saf bir taş fırın geleneği mevcuttur. Zira meşhur Trabzon ekmeğinin oluşumunda bu taş fırın etkisini göz ardı etmemek gerekmektedir. Trabzon’un köylerinde eskiden beri kullanılan bu taş fırınların Arsin ilçesinde daha da yaygın olduğu görülmektedir. Arsin merkezden başlayarak, özellikle köylerde ve hatta köylerin mahallelerinde birkaç adet fırın bulunmaktadır. 2019 yılında Arsin’in tarih, kültür ve doğal değerleri ile alakalı yapılan bir çalışmada Arsin genelinde toplam 63 adet fırının tespit edilmesi bunu teyit etmektedir. Gerçi geçmişten günümüze kadar ulaşmış olan bu fırınların çoğu atıl bir vaziyette akıbetini beklemektedirler. Bununla beraber sanat tarihi, köy yaşam kültürü ve ekonomik ilişkiler açısından taşıdığı değer de bir meçhule doğru yoluna revan olmuştur. Bu çalışma ile bu eserlerin sanat, köy yaşam kültürü ile insanlar arasında sağladığı sosyal ekonomik ilişkiler üzerinde durulacaktır.

Whatsapp Image 2025 12 24 At 09.44.37 (1)

1- ARSİN’İN ESKİ TAŞ FIRINLARININ TARİHÎ GEÇMİŞİ VE MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Köy fırınları deyimi kavramsal olarak Doğu Karadeniz’de, Osmanlı döneminde, 1500’lerden itibaren yaygınlaşmaya başlamıştı. Arsin, Trabzon’un fethinden sonraki yıllarda Yomra Nahiye’si içerisinde yapılandırılarak, Arsin karyesi adıyla köyleşmeye başlamıştı. Bu çerçevede fetihten sonra Arsin’de bu fırınların kullanıldığını söylemek mümkündür. Ancak mısır üretiminin artmaya başladığı özellikle 18. ve 19. yüzyıllardan itibaren bu taş fırın geleneğinin yörede yerleştiği anlaşılmaktadır. Bu fırınlar aileler adına olduğu gibi tüm mahalle ya da köy halkının ortak olarak inşa ettikleri ve ortak kullandıkları türde olabilmekteydi. Aileler adına yaptırılanların da köy halkının kullanımına açık olduğu bilinmektedir. Arsin taş fırınları hakkında görüşlerine başvurduğumuz kişilerin verdiği bilgiler ve kaynak araştırmalarından bu geleneğin 300-400 sene kadar eskiye gittiği sonucuna ulaştık. Ancak atadan devreden bu yapılardan bazılarının tamamen yıkıldığı bilinmektedir. Sonradan yapılanlardan bazılarının halen belli zamanlarda kullanılıp 150-200 senelik geçmişi olduğuna tanık olunmaktadır. Dolayısıyla geçmişi oldukça eskilere dayanan ve geçmişin mimarisiyle lezzetini, dayanıklılık ve sürdürülebilirliği bugüne ve geleceğe taşıyan bu yapılar aynı zamanda manevi kültürün sessiz tanıkları olarak bir ses olmayı beklemekteler. Bu fırınlar geçmişten bugüne ekmek, yemek pişirmek; mısır, meyve kurutmak amacıyla yılın her dönemi kullanılmaktaydı. Fırında işlem gören malzemeler öncelikle kışa hazırlık amacıyla üretilmekteydi. Bu ürünlerin hasadı sonbaharda yapıldığından fırınların da yoğun olarak sonbaharda kullanıldığını söylemek mümkündür. Son bahardan sonra en canlı oldukları dönem yaz aylarıydı. Çünkü bu aylarda köy nüfusu daha hareketli olduğundan fırınların da kullanım oranı artmaktaydı. İlkbaharda ise özellikle yaylaya yük taşıma zamanlarında uzun süre dayanma özelliği olan fırın ekmeklerine ihtiyaç duyulduğundan bu dönemde de orta yoğunlukta kullanıldığı söylenebilir. Günümüzde ise belli mahallelerde, belli dönemlerde ve belli fırınlarda, mısır kurutmak ve mısır ekmeği pişirmek amacıyla kullanılmaya, kısıtlı da olsa bu gelenek yaşatılmaya devam etmektedir.

Fırınların yapılmasında ana malzeme olarak köy ve çevrelerinde bulunan doğal taşlar kullanılmaktaydı. Daha çok köy içlerindeki derelerde bulunan kara taşlar tercih edilmekteydi. Bununla beraber köylerdeki taş ocaklarından da yararlanıldığı bilinmektedir. Fırınların dış cephesinde kaba ancak çoğu zaman yontularak, yığma usulüne göre kireç ya da çamur harcıyla birleştirilen taşlar bu yapıları meydana getirmişlerdi. Seçilen taşların hem yüksek ısıya dayanıklı hem ısıyı tutabilen hem de işlemeye elverişli özellikte olmalarına önem verilmekteydi. Bu fırınların iç kısmı yine yüksek ısıya dayanıklı olan taşlardan, kubbe biçiminde yapılmaktaydı. Ancak yakın zamanlarda yapılan fırınların iç kubbe kısımlarında tuğla, tabanında tuz ya da cam kırıkları üzerine yine tuğla konularak yapılmaktadır. Çatı kısmı ise genelde beton ya da kiremitle korumaya alınmaktaydı. Bu fırınların çoğunluğu kare ya da dikdörtgen planlı olarak yapılmaktaydı. Ateşin yakıldığı aynı zamanda malzemelerin kurutulup pişirildiği geniş bir iç mekân ile dışarıdan oldukça gösterişli olan bu yapılar köy yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Kullanışlılığı sağlamak amacıyla ocak kapısının sağ ya da sol tarafında, yapının büyüklüğüne göre her iki yanında küçük dolaplar da inşa sürecinde düşünülerek yapılmıştı. Bu yapıların bazılarında dış görünüş açısından mükemmel bir taş işçiliği varken bazılarında daha kaba bir görüntü izlenebilir. Bunun nedeni köylerde bulunan taş yapısıyla alakalı ya da fırının pratik amaçlarının öncelenmesi olarak düşünülebilir. Ancak sanat ve estetik açısından gösterişli olan fırınların daha kolay işlenebilen ve kara taşa göre daha açık renkli oldukları görülebilmektedir. Taş fırınların yapımında Türkiye genelinde kerpiç malzemesi kullanılmasına rağmen, Arsin yöresindeki fırınların tamamına yakını taştan yapılmıştı. Bunun sebebi taşın yapısal olarak ısıyı uzun süre tutabilme, yüksek ısıya dayanıklı olma ve köylerde kolayca erişilebilirliği etkili olmuştu. Buna rağmen çok az sayıda da olsa bazı fırınların iç kısımlarının kil toprak çamuruyla sıvandığı ifade edilmektedir. Tespit edilen ve çıkarılan kaba taşlar tüm köy halkının, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden herkesin gücü nispetinde el vermesiyle fırının yapılacağı yere taşınırdı. Bu fırınlarda pişen ürünlere eşsiz lezzeti kazandıran faktörlerden birisi de bu ortak ruh olsa gerekti. Hulasa köyün uygun bir yerinde inşa edilmek üzere imece usulüyle taşınan taşlar, artık mahir ustaların eline bırakılmış olurdu. İşinin ehli, çoğu bugüne meçhul sanatkâr ustaları bu kaba taşların her birisini saatlerce yontup bir sanat harikasına dönüştürdükten sonara duvara hazır hale getirirlerdi. Taşların yontulmasında balyoz, çekiç, keski, murç, tarak11 (yontmada kullanılan iki tarafı keskin alet) gibi aletler kullanılmaktaydı. Her bir taş, ustasının elinde kusursuz bir evlat yetiştirir gibi işlenerek diğer taşlara payanda olmak gayesiyle duvardaki yerini almaktaydı.

Whatsapp Image 2025 12 24 At 09.44.37 (2)

Çağlayan’da Yeni Bir Yaşam Alanı Kuruluyor
Çağlayan’da Yeni Bir Yaşam Alanı Kuruluyor
İçeriği Görüntüle

Uzaktan bakıldığında testereyle biçilmişçesine, yakından bakıldığında milim milim her bir murç ve çekiç izini ve ustanın emeğini yansıtan bu taşlar duvara konulacak ve kendilerini sergileyecek kıvama erişmiş demekti. Bundan sonraki aşamada ustalar bu taşları düz olarak duvara ve ön taraftan kemerli olacak şekilde biçimlendirerek estetik bir görüntüyle bu günlere taşımış oldular. Hulasa ustalar bu fırınları sadece yiyecek malzemelerinin pişirilmesi gibi genel amaca yönelik olarak değil bu yapıların sanat ve estetiğe de hizmet etmesine dikkat etmişlerdi. Adeta içerisinde pişirilecek olan yiyeceklerin lezzetini bu yapıların görünümüne de yansıtarak, lezzet-yapı bütünlüğü sağlamış olmaktaydılar. Bu taş sanatkârları çıraklarıyla beraber her çekiç, murç darbesiyle gönüllerindeki ruh inceliğini taşa vurarak, ruh güzelliğinin bir yapıya nasıl işleneceğini ders mahiyetinde geleceğe taşıdılar. Bu şekilde yüzyılların tecrübesi; dayanıklılık, estetik ve lezzetle bütünleşik bir halde tarihe şerh düşülmüş oldu. Fırınların iç kısımları kubbe şeklinde olup bu özellik bu güzelliğiyle dışarıdan pek fark edilmemektedir. Ancak iç kısmının kubbe şeklinde yapılmasının fonksiyonel bir amacı vardı. Isının içeride daha fazla tutulması, dengeli dağıtılması ve yiyeceklere orantılı bir şekilde etki etmesini sağlamak bu iç kubbe sayesinde gerçekleşmekteydi. Ayrıca duman çıkışı ve baca çekişi daha düzgün bir şekilde gerçekleşmiş olmaktaydı. Fırınların tabanlarında düz nehir taşları, volkanik taşlar, ya da Arsin’de fazlaca bulunan ve kil bakımından oldukça zengin, değişik faktörlerle başkalaşmış taş türleri kullanılmaktaydı. Fırınların giriş (ağız) kısımları ise kemerli bir biçimde yapılmaktaydı. Bu özellik fırın içerisine konulacak ve fırından çıkarılacak olan malzemelerin kolaylıkla konulup çıkarılmasına olanak sağlamaktaydı. Giriş kısmı demir bir kapakla, hava teması olabilecek delikler varsa yaprak, ifteri gibi doğal malzemelerle kapatılarak sıcaklığın içeride tutulması sağlanmaktaydı. İşte tüm bu özellikleri, yani tamamen doğal malzemelerden inşa edilmeleri nedeniyle bu yapılar otantik yapılardır. Bu anlam çerçevesinde doğal, doğayla uyumlu, tamamen yerinden malzemelerle ve el emeğinin ürünü olmaları bu vasfın tamamlayıcısı olmaktadır.

Fırının inşa süreci bittikten sonra fırın yakılmaya hazır demekti. İşlerini toparlayanlar fırını yakma önceliğini alırdı. Bunu su değirmenlerinin kullanımındaki sıra usulüne benzetmek mümkündür. Elbette ki insanlar kendi aralarında iş durumlarına göre öncelik sırasını bir diğerine devir edebilmekteydi. Fırınlanacak olan mısırın ne çok kuru ne de çok taze olmaması gerektiğinden, tarladaki ürün olgunluğuna göre insanlar kendi aralarında haberleşerek sıra oluştururlardı. Fırın yakma sırası yaklaşık olarak belirlendikten sonra fırının yakılması işlemi gerçekleştirilirdi. Fırınların iç hacmi geniş ve taş yapılar olduğundan yüklü miktarda odunla iki, üç saat kadar yüksek ateş eşliğinde ısınması gerekirdi. Bu şekilde pişirme işlemini gerçekleştirecek olan fırın taşlarının ısıyı iyice çekmesi sağlanmış olurdu. Bu işlem sırasında köylerde bolca bulunan fındık, pelit (meşe), ıhlamur, gürgen gibi özellikle ateş kalitesi yüksek odunlar kullanılırdı. Fırının yeterli ısıya ulaştığı tavan ve yan taşlarının beyazlaşmasıyla anlaşılır. Yine fırın içerisine biraz un serpilir, serpilen un aniden kızarırsa taban çok sıcak, un kızarmaz ise soğuk olduğuna kanaat getirilir. Sonrasında fırının içerisinde yanan odun, köz ve külün tamamı dışarıya çıkarılır; bazı durularda közün bir kısmı içeride bırakılırdı. Akabinde fırın içinin temizliğine geçilirdi. Temizlik için ilk etapta köz ve kül bir demir kürek ve benzeri aparatla fırın kapağından dışarı alınır. İkinci olarak kestane yaprakları, ifteri otu gibi malzemelerden yararlanılarak temizliğe devam edilir. Ardından eski bez parçaları bir sırığın ucuna bağlanarak fırının içi birkaç defa daha iyice temizlenir. Bu ince temizlikten sonra pişirme ve kavurma işlemine geçilirdi. Tavan taşlarının ısısı ürünü üstten, taban taşı ısısı ise ürünün alttan pişirilmesinde önemliydi. Bu şekilde ekmek 10-12 saat; fırınlanan mısırlar da 2/3 gün fırın içerisinde tutularak gereken kıvama ulaşmış olurdu. Kurutulan meyveler, elma, armut, erik dilimlenir, bir çalıya geçirilir, fırın içerisine yerleştirilirdi. Karayemiş de kurutulan meyveler içerisinde yer almakla beraber tüm meyveler ve mısır farklı bir lezzetle kışlık kullanıma hazır hale getirilirdi. Tabii kurutma işlemi sırasında iki üç saatte bir pişirilen ya da kurutulan malzeme çevrilir, karıştırılırdı. Akşam vakti geldiğinde fırının daha fazla hava alması sağlanarak, içerisindeki malzemenin yanmaması için kapak biraz aralıklı hale getirilirdi. Yaklaşık olarak bu formatta inşa edilen ve kullanılan taş fırınlar, başta mısır olmak üzere dilimlenen elma, armut, erik gibi meyveler ile karayemişin kurutulduğu; ekmek türleriyle, yemeklerin pişirildiği aynı zamanda insanların sosyal toplanma mekânları olarak bir tarihi bir geleneğin canlı tanıkları olmuşlardır. Bu fırınlar insanların gündelik ihtiyaçlarını karşılamanın yanında köy yaşam kültüründe yardımlaşma ve dayanışma anlayışına hizmet eden, kuşaklar arası kültür aktarımı sağlayan önemli gizli görevleri de ifa etmişlerdi. Tarihin zorlu şartlarının ortaya çıkardığı bu yapılar, günümüze doğru sosyo-ekonomik etkinliğini ve taşıdığı diğer toplumsal değer yargılarını yitirerek meçhul bir sona doğru evrilmekteler. Günümüzde insanlar köyün ortak malı olan bu fırınları kullanmak yerine daha çok kendi bahçelerinde, bunlara benzer ancak daha küçük, daha çok yemeklerini pişirmek ve has dairede sosyal bir ortam oluşturmak amaçlı da olsa fırın geleneğini devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Whatsapp Image 2025 12 24 At 09.44.36 (1)

2- SANAT VE ESTETİK YÖNÜ

Tarihi köy fırınları, sadece pratik amaçlara hizmet eden yapılar görünümünde değillerdi. Aynı zamanda ustalık, zarafet ve estetiğin de birer timsaliydiler. Doğal taş ve diğer malzemeler işinin ehli zanaatkârların elinde şekillenerek bir sanat abidesine dönüştürülmekteydi18 . Ustaların elinde ilk halinden bambaşka bir şekle dönüştürülen taşlar nizami bir şekilde her birisi diğerini kilitleyecek biçimde yerine yerleştirilerek, görseliyle de bir ustalık ve incelik eseri olarak vücuda getirilirdi. Her köyün kendi sahasından daha çok dere içlerinden temin edilen malzemeler yörenin sanat anlayışına uygun, evrensel aklın ve sanat icabının birer ürünü olarak köy ortak yaşamının bir parçası haline getirilirdi19 . Her bir taş acele edilmeden, ustasının kişisel becerisini üzerinde yansıtarak her bir dokusuna ayrı bir ruh katılarak özgün bir form içerisinde yapıdaki yerini almaktaydı. Dışarıdan estetik bir sanat değeri olan bu fırınlar iç kısımda da hem sanat hem de fonksiyonel bir işlev taşımaktadır. Yapısal olarak iç kısmının kubbe biçiminde yapılması ciddi bir ustalıkla beraber pişirme kalitesi açısından fonksiyonel özelliği sanat ve estetikle buluşturmaktaydı. Bu şekilde iç kısım da el emeğinin cevherini saklayarak asli görevini ifa etmekteydi. Çatı ve baca tasarımlarıyla yapıyı bütünleyen kısımlar, fırınların taş kimliğiyle köydeki hanelere nazire; kalıcılığın, devamlılığın sembol eserleri olarak köy mimarisinin tamamlayıcı unsurları olmuşlardı.

Tarihi köy fırınları her köye her mahalleye bir varlık, aidiyet nişanesi olarak damga vurup, köy meydanlarına karakter kazandıran yapılar olmuşlardı. Geleneksel köy mimarisine uygun olarak yapılan bu yapılar, doğa, çevre, yapı bütünlüğünün önemli birer tamamlayıcısı görevi de görmektedirler. Yeşil ve mavinin desenleri içerisinde yer yer yosun, sarmaşık ya da çimen bağlamış; köyün taş ve toprak dokusuna, hulasa doğal çevreyle uyumlu onunla bütünleşik, barışık bir görüntü ile tabiata ait olduğunu serdetmektedirler.

Fırının yakılmasından, içerisinde pişirilecek ekmeğin hamur kıvamından, pişirilme sürecine kadar bir ustalık gerekmekteydi. Kurutulan mısırın hangi kıvama erişildikten sonra fırından çıkarılacağı da bir bilgi, tecrübe ve takip işiydi. Tüm bu süreçleri işini iyi bilenlerin bu tecrübeyi yaparak yaşayarak yeni kuşaklara aktardıkları usta çırak ilişkisine benzetmek mümkündür. Bu yönleriyle fırınlar sadece fiziki olarak değil, toplumsal estetik ve değerlerin yapı taşlarından birisi; bunların taşıyıcısı olma görevi de görmekteydi. Bu manada toplumsal değer yargıları ile bu iş tecrübesinin toplumsal bir hafızaya dönüşmesine katkı sağlamış oldular. Bu yapılar mimari olarak bir şeyleri anlatmalarına rağmen onların başında toplanan insanların işteşlikleri, duyguları ve hangi sosyal problemlere çözüm ürettikleri hakkında bir şeyleri ifade etmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla bu tecrübeyi yaşayan insanların yaşantıları üzerinden nazarı dikkate sunmak gerekmektedir. Bu anlamda bu yapıların toplumsal mühendislik için ev sahipliği yaptığını da söylemek mümkündür. Toplumsal sanat açısından insanları menfaat beklemeden bir araya getirme, ortak üretim ve iş görme imkânı sağlama, işinin ehline saygı, dayanışma kültürünü geliştirme, sorunlara karşılıksız çözüm üretme gibi önemli değerlerin sembol mekanı olmuşlardı. Gayri resmi ilişkileri problemsiz bir biçimde sıraya sokmak ve onu yönetmek mikro toplumsal ilişkilerden makro ilişkilere bir yol olsa gerekti. Günümüzde erozyona uğramış olan bu değerlerin toplum nezdinde bilinmesine rağmen yaşam sahasına aksettirilememesinin en önemli nedenlerini bunları pratikte yaşamamakla ilgili olsa gerek.

Whatsapp Image 2025 12 24 At 09.44.36

3- ARSİN’DE TAŞ FIRINLARIN ORTAYA ÇIKIŞININ ANA NEDENLERİ

Arsin köy fırınları genel olarak bir zorunluluk ve ihtiyaç sonucunda ortaya çıkmıştı. Arsin’in köy işlevi görmeye başlaması, tarımsal faaliyetlerin yaygınlaşmasıyla beraber 17.,18. yy’dan sonra özellikle mısır üretiminin artması bunda etkili olmuştu. Yerleşik hayat kültürünün ortaya çıkardığı “kendi kendine yetebilme anlayışı” insanlarda birtakım alışkanlık ve meziyetleri de güçlendirmiş oldu. Bu çerçevede bugün olduğu gibi üretmeden tüketen bir toplumdan bahsetmek güçtür. İnsanlar türlü türlü ihtiyaçları karşılamak için yetiştirir, üretir ve bunları işleyerek ekonomik ve toplumsal bir döngü meydana getirirdi. İşte bu ihtiyaçlar sonucunda oluşan üretim ve tüketim denklemi köy fırınlarının da ortaya çıkmasında etkili olmuştu. Herkesin kendi evlerinin, yaşam sahasının içerisinde böylesine genişlikte ve işlevsellikte bir eseri meydana getirmesi oldukça zordu. Zira bu, ev içerisinde hem yaşam alanının kısıtlanması hem de her eve ayrı bir mali yük getirmesi demekti. Bundan dolayı hem işlevsel hem de her köyde birkaç tane olacak şekilde yapılması daha ekonomikti. İnsanların öncelikli temel ihtiyaçlarının başında gıda, bunun merkezinde de ekmek yer aldığından insanlar mısır ve buğday gibi ürünleri yetiştirip bunu ekmeğe dönüştürmek zorundaydılar. Bu çerçevede mısırın kurutularak dayanıklılığının arttırılması ile ona farklı bir lezzetin kazandırılmak istenmesi de önemli bir gereklilikti. Sade mısır ekmeğinden, kabaklı, karışık gibi değişik çeşitlerdeki ekmekler gerçek lezzet ve dayanıklılığına bu fırınlar vasıtasıyla erişirdi. Bu ekmek türleri içerisine Arsin’de oldukça yaygın olan ve ekmeğin yumuşak kalmasını sağlayan, tenekede mısır ekmeğini de eklemek lazımdır. Mısır ununa (yaklaşık on kilo mısır ununa bir kilo) katılan bal baklası fasulyesinin öğütülmesiyle yapılan bu ekmek türü de 15 saat kadar bu fırınlarda pişirilirdi. Gerçi bu ihtiyaçlardan bazısı ev içerisinde de karşılanabilirdi. Örneğin ocaklarda ateş közünde “bilekide21” ekmek yapmak mümkün iken bu hem az hem de insanları köy işlerinden alıkoyacak bir süreç gerektirmekteydi. Dolayısıyla Karadenizli kadınların işlerinin hiçbir zaman bitmediği gerçeğinden hareketle özellikle tarım sezonunda daha çok ekmek ve yiyeceğe ihtiyaç olduğundan bu işlerin toplu yapılması gerekirdi. Ki bu dönemlerdeki işlere daha çok zaman ayırmak için hızlı ve fazla bir üretime olanak sağlayan bu fırınlara ihtiyaç duyulmuştu. Bu fırınlar evlerdekine göre daha kolay yakılır, çıkan dumanın ise evlerin içerisine dolması söz konusu olmazdı. Fırınların daha ekonomik olduğundan bahisle, köyde yakılan fırınlar herkesin kendi odunu getirmesi ve yakması ile günlerce fırınlar hiç soğumadan belli bir sıra çerçevesinde tüm köylünün ihtiyacını karşılardı22. Yani tekrar tekrar yakılmasına gerek kalmazdı. Ayrıca bu fırınlar yapı mimari özelliğinden dolayı daha az odun tüketimine olanak sağlardı. Bunun dışında fırınlar insanlar için sadece pişirme alanı değil, aynı zamanda sosyal ihtiyaçları karşılamak açısından toplumsal buluşma noktası meydana getirmekteydi. Kadınlar ekmeğini, yemeğini pişirirken köyden haberleri, yemek tariflerini, bilgi ve tecrübelerini de birbirleriyle paylaşırlardı. Bu da insanların toplu yaşamlarının ve sosyal ihtiyaçlarının bir gereği aynı zamanda da bir sonucuydu. Ayrıca bu yaşam biçimi ve zor hayat şartları, imece kültürünün ortaya çıkmasına olanak sağlamaktaydı. Zira tarlasından fırınlanmak için mısırını kıran insanlar mısırın soyulup fırına hazır hale getirilmesinde diğer insanlardan yardım talep ederdi. Fırınların ilk inşası sırasında taşların taşınması ve fırın yerine getirilmesi tüm köy halkının ortak bir çalışmasının gereğiydi. Fırınlar her eve yakın olmadığından yakılacak odunun fırınlara getirilmesi, fırınlanacak olan mısırın fırına taşınması da oldukça zor olmaktaydı. Bu konularda da insanların birbirlerinden yardım aldıklarını eklemek gerekmektedir. Hulasa özellikle fırınların yoğun olarak kullanıldığı ağustos ayının sonundan itibaren, yaklaşık bir aylık süre köyde yardımlaşma ve dayanışmanın da etkin olduğu zaman dilimleri olmaktaydı.

4-SOSYAL-EKONOMİK YAŞAM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Köy fırınları, özellikle kadınlar için buluşmanın en önemli adreslerinden birisiydi. Burada hem mısırını, meyvesini kurutmak hem yemeğini, ekmeğini pişirmek işlerini görür hem de fırın başlarında toplanıp dertleşirlerdi. Bu anlamda fırınlar ekonomik ilişkilerin gelişmesine katkı sağladığı gibi sosyal terapi için de vazgeçilmez bir mekan haline gelirdi. Fırınların yakılmasından diğer işlerin görülmesine yaş farkı olmaksızın bir tecrübe paylaşımı olduğundan kaynaşan insanlar arasında kuşaklar arası çatışmanın minimize edildiğini söylemek mümkündür.

Köy ekonomisisin bir sonucu olan fırınlar yiyeceklerin daha lezzetli olmasını sağladığı gibi dayanıklılığını da arttırmaktaydı. Örneğin çorbalık ya da kuymaklık olarak fırına verilen mısır üç gün boyunca fırında ağır ağır, çeke çeke kurur bu şekilde hem daha lezzetli hem de kışlık için daha uzun süre dayanabilirdi23. Ayrıca fırınlarda kurutulan meyveler, daha iyi kuruduklarından hem mikroorganizmaların üremesine engel olunur hem de küfe ve bozulmaya karşı daha dayanıklı hale gelirdi. Bu şekilde şeker oranı ve araması korunduğundan daha lezzetli olurlardı. Doğal kurutulmaya nazaran daha esnek olan meyveler, içerisindeki şekeri karamelize ederek tadını daha iyi saklamış olurdu. Bu yöntemle kurutulan meyveler kışın hem kuru hem de hoşaflık olarak kullanılmaya hazır hale gelirdi24 . Burada pişirilen mısır ekmekleri yüksek ısıda sindire sindire piştiklerinden daha uzun süre dayanıp daha lezzetli olmaktaydı. Dolayısıyla insanların ekmek ihtiyacına uzun süreliğine ve olumlu bir şekilde cevap verilmesi sağlanırdı. Bu şekilde fırında hazırlanan yiyecekler haftalık, hatta aylık olarak stoklanarak kullanıma hazır hale getirilirdi. Örneğin kurutulan ve dink değirmeninde “yarma” haline getirilen mısır çorbalık, dolmalık, sarmalık olarak; öğütülerek un haline getirilen ise “kuymaklık” ya da “malez” yapılarak yemeğe hazır hale getirilirdi. Böylece insanlar birçok ihtiyacını pazara gereksinim duymadan karşılayabilmekteydiler. Bu da aile bütçesine katkı sunduğu gibi köy üretim zincirinin yerinden canlı kalmasını, kendi kendine yetebilmeyi sağlamış olmaktaydı.

Köy fırınlarını sosyal açıdan değerlendirdiğimizde en az maddi etkileri kadar toplumsam kültüre katkı sağladıklarını görmek mümkündür. Fırınların yakıldıktan sonra, insanların en önemli toplanma alanı haline gelirdi. Bu sırada köy işlerini yapanlar da bu ortamlara uğrayarak üç/beş lafın belini kırar ve ondan sonra evlerine giderdi. Çünkü burada toplanan kadınlar güncel haberleri birbirlerine aktarır ve köy iletişimi canlı tutardı. Komşuluk sohbetlerinin yapıldığı bu ortamlarda insanlar, fırın sıralarını ayarlar, işi olanlar müsait olanlardan yardım isteyerek dayanışma sağlanırdı. Bu durumlar aralarındaki bağı güçlendirir ve köye aidiyet duygularının gelişmesine katkı sağlardı. Bu ortamlar kolektif iş yapmaya olanak sağlayan meydanlardı. Sırasına göre işlerini gören insanlar bir diğerine yardımcı olmaya da azami gayret ederdi. Bu anlamda imece şeklinde örgütlenen insanlar işlerin daha etkili ve hızlı bir biçimde gerçekleşmesini sağlardı. Fırının yakılması, odun, mısır taşıma, fırının temizlenmesi, pişirme gibi işler çoğu zaman imece şeklinde topluca ve yardımlaşılarak yapılırdı. Zira buradaki yiyecekler aileler için günlük değil haftalık ve daha uzun süreler için pişirildiğinden oldukça çaba gerekmekteydi. Günümüzden geriye gittiğimizde insanların gelir ve geçim şartlarının birbirine denk olduğu bu dönemlerde insanların birbirlerine olan ihtiyaçları daha belirgindi. Bundan dolayı insanlar arasındaki alış verişler, insani ilişkileri daha sağlam ve samimi düzeyde tutmaya olanak sağlamış olurdu. İnsanların birbirini kıskanacak ve çekemeyecek bir gelir dengesizliği olmadığından aradaki sosyal bağlar daha kuvvetli olabilmekteydi.

Köy fırınlarının sosyal yaşama dair önemli katkılarından birisi kültür aktarımını yaparak ve yaşayarak sağlamış olmasıdır. Bu işlerin yapılmasında bazı kişilerin mahareti diğerlerine göre ön plana çıkabilmekteydi. Bu durum o kişilere diğerleri nezdinde ayrı bir saygınlık da sağlamaktaydı. Ayrıca burada yemeklerin pişmesi beklenirkenki süreçlerde kadınların birbirlerine öğrettikleri el sanatları, nakışlarıyla ilgili birçok tecrübe de kuşaktan kuşağa aktarılmaktaydı. Bu aktarım sırasında nice saklanmış yetenekler keşfedilerek bu birikim aile ekonomisine katkı olarak geri kazandırılmaktaydı. Bu ilişkiler sırasında hem aile içerisindeki bağlar güçlenmekte hem de köyün diğer bireyleriyle kaynaşma sağlamaktaydı. Fırınlar insanlara planlı ve disiplinli, diğerine karşı saygılı olmayı da yaşayarak kavratmada etkili olmaktaydı. Fırınların yakılmasına karar verildikten ve bu iş diğer kadınlara duyurulduktan sonra insanlar kendi aralarında sıraya girerlerdi. Herkes sırasına göre hareket edeceğinden kurutacağı ya da pişireceği malzemeler konusunda hazırlıklarını yaparak hareket ederdi. Ancak pişirme işlerine geçildiğinde herkes birbirine yardımcı olurdu.

SONUÇ

Arsin taş fırınları yapısal, mimari, psiko-sosyal özellikleriyle her köyün, mahallenin tarihine, kültürüne birçok insani değerine değer katan yapılar olarak görev görmüşlerdir. İnşa süreçlerinde köy halkının imece usulüyle oluşturduğu bu yapılar kullanılmaya başlandıktan sonra da ortak yaşam kültürünün taşıyıcısı olmaya devam etmişlerdi. Döneminin en önemli yöresel kültür örgülerinden olan taş fırınlar her mahallenin tescilli, kültür mirasının timsaliydiler. İnsanları bir araya getirerek sosyo-ekonomik açıdan eşitleyen aralarındaki bağı güçlendiren bu yapılar diğer kültür varlıklarıyla, tarihi misyonunu tamamlamış görüntüsü vermekteler. Günümüzde kullanım alanı ve zamanları oldukça daralan bu fırınlar her ne kadar taş yapılar olsalar da yok olmanın eşiğine gelmişlerdir. Maalesef bu yapılarla beraber geleneksel taş işçiliği ve bu fırınlar etrafında oluşan toplumsal değerler de yok olmanın eşiğine gelmiştir. Bu kültürün eskisi gibi işlevsel bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olmasa da bir takım etkinliklerle bu kültürün farkındalığı sağlanabilir. Kültür tarihi açısından tek tek ele alınması gereken bu yapıların birkaçı etrafında oluşturulacak sosyal tesislerle beraber bu yapıların turizme kazandırılarak tekrar görünürlükleri sağlanabilir.”