“Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu, aymaza yakışacak durum, gafillik, gaflet. Gözü bağlı, bilgisiz.” Türkçe sözlük böyle yazıyor. Gafilse: “Hazırlıksız ve habersiz yakalanmak” biçiminde karşılık buluyor. Gaflet: “Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık” anlamlarına gelmektedir.
“Uyanık: Uyanmış, uyumamış; / açıkgöz, kurnaz, cingöz; / yapacağı işi bilen, dikkatli ve tetikte olan, müteyakkız; / bilgisizlikten kurtulmuş, bilgili” anlamlarını içermektedir.
Vatandaş, “aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aynı devlete bağlı olan bireylere” denir. Devletin yurttaşlarına karşı hak, hukuk, adalet, okul, hastane, yol, köprü gibi “sorumluluk ve görevleri” varken, yurttaşların da devlete karşı askerlik, vergi ödemek, oy kullanmak gibi sorumluluk ve görevleri vardır. Yurttaşlar, yöneticileri, “sivil toplum örgütleri”, basın-yayın yoluyla ve her seçimde “sandığa attıkları oylarla” denetleme hak ve yetkisine sahiptirler. Sandığa gitmeyen seçmen, “yurttaşlık görev ve sorumluluklarından birini” yerine getirmemiş olur. Görevini yerine getirmeyenin de hak talep etme hakkı olmaz.
Yurttaşın, uyanık olmak sorumluluğu vardır; çevresinde, ülkesinde ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek, bilmek, anlamak ve ona göre bir duruş, bir hareket sergilemek zorundadır. “Gaflet, dalalet içinde olanlar, gözü bağlı ve bilgisiz olanlar, farkına varmadan yapılan yanlışlıklara, ihanetlere verdikleri destekle ortak olurlar.” Dalgınlığa düşmeye, dikkatsiz davranmaya, hele boş bulunmaya hiç kimsenin lüksü, hakkı yoktur.
İktidar, “Türkiye’yi” konuşmadan seçim kazandı. Türkiye’yi konuşmak, 21 yıldır biriken sorunları anlatmak ve çözümlerini üretmektir. Ekonomik sıkıntılar, döviz kuru, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, tarım, yağ ve hayvancılıkta ithalata rağmen oluşan kuyruklar, yokluklar ağza alınmadı. İşsizliğin, tüm rakamsal oynamalara karşın miktarı, İş-Kur önünde biriken yığınları azaltmadı, her geçen gün “genç işsizlerin” artması engellenmedi. Yetişmiş beyinlerin, özellikle doktorların ve mühendislerin dış ülkelere göçü durdurulmadı, “giderlerse gitsinler” denilerek, bu ülkenin onlara ne kadar çok ihtiyacı olduğu asla görülmedi. Bu ülkenin gençlerinin büyük bir çoğunluğu neden Almanya’ya, Amerika’ya, İngiltere’ye gitmek istiyor? Bu sorunun yanıtını aranmadı, bulunmadı. Çözümünü “bilmemek” aymazlık değil midir?
Geçim derdinin aileleri rahatsız edecek boyuta ulaşması, elektirkte, doğalgazda, akaryakıtta faturaların “ödenemez” duruma gelmesi yalanlarla örtüldü. Terör ne yazık ki sorun olmaktan çıkarılmadı, muhalefetin suçlanmasında kullanılmaktan öte hiç konuşulmadı. Muhalefet “terörle işbirliği içerisinde” diye suçlandı ve muhalefet lideriyle PKK sorumlusu “montaj videolarla” halka gösterildi. Bu, gerçek suçsa neden adli hiçbir kovuşturma başlatılmadı, yapılmadı. İktidara oy veren yurttaşlar “bu ülkenin savcıları, yargıçları nerede” diye sorup neden göreve davet etmediler. Hiçbir etkili ve yetkili görevini neden yerine getirmedi. Bunun “aymazlıktan” öte bir adı olabilir mi?
Borç alabildiğine şişirildi. Batı ülkeleri, “hak, hukuk, adalet ve demokrasi” olmadığı için güvenmedi, yatırım yapmadı, borç vermedi. Türkiye’yi, bilerek, isteyerek uyguladıkları politikalarla kendilerinden kopardıkları gibi “Ortadoğulu” olması için ellerinden geleni de yaptılar. Terörü beslediler. “Sıfır düşmanlıkla” yola çıkan Türkiye, çirkin politikalara sığınarak kendini yalnızlaştırdı, kimi ülkelere ilişkisini kesip “düşman” oldu. Kişisel kapris ve ihtiraslar uğruna Türkiye’nin çıkarları görmezden gelindi. Almanya’dan sonra en çok ticaret yapılan Suriye ile sığınmacıların dışında hiçbir bağ kurulmadı. Bir inat uğruna ve Avrupa Birliği ülkelerinin verdiği “milyar avrolarla” Türkiye, Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı ve Afrikalı sığınmacılarla 13 milyonluk bir Göçmenistan’a dönüştürüldü. Egemenlik haklarımız, Türk dili ve kültürümüz, Arapçaya ve Farsçaya karşı olan “bağlılıkla”, ahlaki kaygılarımız kayıtsızca sığınmacılara teslim edildi. Ülkem para için Arapça tabelalardan geçilmez oldu.
Türk vatandaş hastaneden randevu alamazken, sığınmacıya tüm kapılar ardına kadar açıldı. Türk vatandaş iş bulamazken, sığınmacı iş buldu, verilen kıredi ile iş kurdu. Türk öğrenciler canlarını dişlerine takarak üniversiteyi kazanıp kendilerine bir gelecek kurmak isterken sığınmacı öğrencilerin “beyanları esas alınarak” her türlü yüksekokul ve üniversitenin kapısı ardına kadar açıldı. Oy uğruna milletin hakkı 13 milyon sığınmacıya yedirildi. “Kardeş” dendi, vatanı, bayrağı, bağımsızlığı ve özgürlükleri için kılını kıpırdatmayanlara çoluğun çocuğun rızkı verildi. Kendi hakları, ülkesi ve ekmeği için mücadele etmeyen insanlar haindir. Onları bakmaya, onlara sahip çıkmaya, kendini düşünmeyeni düşünmeye “insanlık görevi” dendi. Her yıl %4-5 çoğalan bu nüfusa, harcanan yüz milyarlarca dolara kayıtsız kalındı. Bu, aymazlık değil de nedir?
Hala betonda ısrar ediliyor. 21 yıldır betonla kalkınamadı bu ülke. Fabrikalar satıldı, kapatıldı. İşçileri sokağa atıldı. Yeni fabrikalar kurulmadı, açılmadı. Osmanlı’nın bilime, teknolojiye, sanayiye bakışı değişmedi. Üretim-sanayileşme olmadan kalkınma olur mu? Batı dördüncü sanayi dalgasını yaşarken Türkiye, ağır-aksak topallayarak pılansız, pırogramsız çalışıyor, tabi buna sanayileşme denirse. Hala olanları görmemek, anlamamak, yanlışlarda ısrar etmek aymazlık değil de nedir?
Her yıl, eski kocası, sevgilisi, ya da boşanmak isteğinde bulunan yüzlerce kadın öldürülüyor. Kadın ve çocuk haklarını “insanlık hakkı” gören İstanbul Sözleşmesi kaldırılıyor. 6284 Sayılı Yasa “gözden geçirilsin” diyen partilerle “ittifaklar” kuruluyor. Kadınların bu ittifaklara oy vermesi, “haklarımdan feragat ediyorum” demesi, aymazlık değil de nedir?
“Mülakatı kaldıracağım” diyen irade, seçimden sonra, daha hükümet kurulmadan yapılan bir sınavda “aynı yöntemle kendi adamlarını” seçerek sınavı sonuçlandırdı. Hala buna “aymazlık” denmeyecek ve bu körlük, bu vurdumduymazlık sürecek, öyle mi?
Sevgiyle, esenlikle kalınız…