İslam alemince kutsal olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Hepimize hayırlı olsun. Ramazan ayı beni eski ve yeni manevi iklim ve din anlayışı farkını düşünmeye sevk etti. İzninizle eskinin yerini almak üzere palazlanan yeni din anlayışını irdelemek istiyorum.

Eski Ramazanlarda yazılı ve görsel medyada din adına bir konu tartışılacaksa tartışacak kişiler genelde yetkin ilahiyatçılar olurdu. Yaşar Nuri Öztürk ve Bayraktar Bayraklı gibi din konusunda bilim adamı diyebileceğimiz otör olan pek çok akademisyen sıklıkla konuşur ve insanları aydınlatırdı. Bu insanlar düşünerek, kelimeleri dikkatli seçerek ve Kuran kaynaklı konuşurlardı. O zamanlar hurafe merkezli din anlayışı olan kesimin önde gelenleri pek ortalarda görülmez ve bu bilim adamlarının karşısına çıkmayı pek tercih etmezlerdi. Onlar genelde kendi etki alanına aldıkları insanlara hitap ederler ve kendi konfor alanlarını muhafaza etmeye çalışırlardı. Maalesef bu anlayıştaki din adamı zümresi bu gün daha etkin ve hakim konuma geçti. Peki bu gün dünden çok daha etkili olmaya başlayan bu din adamlarının karakteristik ortak özellikleri ve farklılıkları nedir? Bu konuyu biraz irdeleyelim.

 Bu din adamlarının en önemli ortak özellikleri Kuran’dan pek bahsetmemeleri ve genelde Kuran dışı doğruluğu tartışmalı kaynaklarla desteklenen bir din yorumu oluşturmalarıdır. Asıl sorunlu olan kısım oluşturdukları kendilerine özgü bu sübjektif din yorumunu gerçek din diye empoze edip zorlama modifiye bir İslam  anlayışını mecbur bırakacak şekilde insanlara  dikte ettirmeleri oluyor maalesef. İşin ilginç tarafı bu anlayıştaki din adamlarının beslendikleri hurafeler genelde farklı kaynaklardan olduğu için üzerine inşa etmeye çalıştıkları sübjektif modifiye din yorumları asla birbiri ile uyuşmazlar. Bu nedenle her biri kendi haricindeki din topluluklarını neredeyse zındık ilan etmekte ve hatta bazıları ahirette kendi cemaat ve tarikatlarına mensup olanların sorgusuz cennete gideceklerini fakat diğerlerinin çok zor sınavlardan geçeceklerini söylemekteler, hem de hiç utanıp sıkılmadan. Kendi din yorumlarını en hakiki İslam olarak sunmaya çalışırlar ve bu anlayışın patent sahibi kendilerini gördükleri için bir ruhban anlayışı ile kendi modifiye din anlayışlarının ticaretini de yapmaya çalışırlar. Hatta cehennem ateşine dayanıklı yanmaz kefen, yanmaz terlik satmak için reklam bile yaparlar. Bir nevi din ticareti yapan din tüccarları diyebiliriz bunlar için.  

                Zamanımız manevi ikliminde etkinliklerini arttıran bu din tüccarları’nın en belirgin ortak özelliklerinden biri de dünya malını ve şatafatı çok sevmeleridir. Ramazanda yaptıkları televizyon programlarında Müslüman ahaliye fakirliğin cennete girme anahtarı olduğunu söylerler ama fakirliği övdükleri  konuşma karşılığında televizyon kanallarından deve yükü ile para alırlar ve hiç utanmazlar.  Ve yine özellikle mübarek Ramazan ayında televizyonlardan Peygamberimizin bir hırkasından başka giyecek bir şeyi olmadığını söyler kanaatkarlığı ve mütevaziliği överler ama kendi kaftanlarının düğmeleri bile en pahalı ve kaliteli İngiliz malındandır. Peygamberimizin basit bir kulübede yaşadığını ve günde sayılı hurma ile beslendiğini anlatırlar ama kendileri havuzlu lüks villalarda otururlar, sofralarında bir kuş sütü eksiktir. Batı kaynaklı her ürünü şeytanlaştırırlar fakat son model batı arabalarıyla seyahat ederler, en son batı teknolojisi cep telefonlarını kullanırlar ve hatta bazıları batı ürünü özel jetlerle seyahati kendileri için hak edilmiş bir uygulama olarak görürler. Kızların okumasını kafirlik alameti sayarlar fakat hastaneye gittiklerinde eşlerine, kızlarına bakması için kadın doktor ararlar.  Bu kesimin tezatları saymakla bitmez. Mesela terörist İsrail devletinin Gazze’de yaptığı soykırıma destek verdikleri bahanesiyle Mc Donalds’da hamburger yiyenleri neredeyse zındık ilan ederler fakat kendi anlayışlarına yakın iş adamlarının meslek örgütüne üye kuruluşların İsrail ekonomisini ve İsrail ordusunu lojistik olarak destekleyen ticaretini görmezden gelir makul karşılarlar. Bazen ahlak sınırlarını zorlayan söz ve uygulamalar  da görmek mümkün bu cenahta. Geçenlerde bu grup içinde bir din tüccarı kız çocukların evlendirilmesinde yaş olarak bir alt sınır olmadığını söyledi. Bu saçmalığı da İslam’a mal etmeye çalıştı. Halbuki İslam hukuku konusunda yetkin bilim adamları kaynak gösterip örnekler vererek İslam’a göre bir kızın evlilik çağının ancak kendi mal mülkünü yönetme yetisi kazandıktan sonra olabileceğini ve bununda belli bir olgunluk yaşından sonra mümkün olabileceğini defalarca açıkladılar. Ama bu din simsarı kesimin Yahudilerin yüce Peygamberimize attıkları bir iftirayı çok daha kötüleştirerek ve neredeyse pedofilleri sevindirecek bir şekilde sahiplenmeleri yüzsüzlüğün dip noktasıdır.

Bu yeni din muktediri kesim çok doğal olarak elbette Atatürk’ü hiç sevmez. Atatürk’e muhabbet besleyenleri, Anıtkabir’e gidip saygılarını gösterenleri şirk ile suçlarlar. Ama kendileri şeyh dedikleri en sıradan kişisel ihtiyaçlarını görmekten bile aciz fanileri ilahlaştırarak önünde köpek gibi havlar, cenneti garantilemiş gözüyle bakılan bir şahıstan uzatılan bir ipi Allah’ın ipiymiş gibi tutup medet umar, ne idüğü belirsiz kendine hayrı olamayan adamlardan Allah adına şefaat diler ama bunları şirk olarak görmezler.

Bu insanların bazı uygulamaları ve inançları vardır ki hakikatten akıl sınırlarını zorlar.  Bilimin her alanda hakim olduğu bu çağda deve sidiğinin şifa olduğunu ve içilmesi gerektiğini söyleyen “Doçent” titri almış insanlar var maalesef. Devenin vücudundaki zararlı atık metabolizma ürünlerinin taşıma aracı olan sidiğin şifa olduğuna inanan ve bu inancı yüce dinimize ve Peygamberimize dayandırmaya çalışan bu gibi insanların mevcudiyetini hayretle görüyoruz. Ve bu insanlar eskinin Kuran odaklı konuşan ve akademik yetkinliği olan din adamlarının yerlerini yavaş yavaş almakta maalesef.

Bir sonraki yazımda bu anlayıştaki insanların günümüzde din alanında neden ön plana çıktığını veya çıkarıldığını, gerçek anlamda İslam bilgini bilim adamlarımızın neden arka plana itildiğini ve bu durumun BOP ile ilgisini anlatmaya çalışacağım.