Bir ülkenin gelişmesi, büyümesi ve ilerleyebilmesi için en önemli faktör fikri dinamizme, ahlaki sorumluluğa, mensubiyet duygusuna ve vizyona sahip aydın kesiminin olmasıdır. Toplumların yaşamını etkileyen ve yükselmesini sağlayan bütün önemli gelişmelerde aydınların etkisi ve kılavuzluğu yadsınamaz bir gerçektir. Türk kurtuluş savaşına önderlik edenlerin ve radikal devrimleri yapanların Türk Milletinin hizmetine talip aydınlar olması, Fransız devrimini yapanların Avrupa’nın felsefe ve bilim dağarcığına sahip Fransız Aydınları olması bu duruma örnek verilebilir. Bir milletin aydını olmadan ilerlemesi ve yolunu doğru mecrada bulması pek mümkün ve gerçekçi değildir. Bu anlamda Türkiye’nin en büyük sorununun aydın eksikliği olduğu söylenebilir.

                Aydın; yeniliklere açık olan, araştıran, bilgi toplayan, düşüncelerini özgürce ve cesurca savunan, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün verebilen, yeni bilgilerin ışığı altında eski ya da yanlış düşünce ve tavrını değiştirebilen kişidir. Aydın; modern veya gelenekselleşmiş kalıpların içine sığmaz, insanı ile empati kurar. Geçmişi bilir, içinde yaşadığı zamanın istek, ihtiyaç ve ideallerine hakimdir ve geleceği kurgulamak için gerekli vizyona sahiptir.

                Kavramsal olarak yapılan en önemli yanlışlardan biri aydın ile entellektüelin aynı anlamları taşıdığının sanılmasıdır. Bu iki kavram aynı anlamları taşımaz. Aydının entelektüelden en önemli farkı erdemli olmasıdır. Entelektüel sıfatını yaptığı işe göre kazanırken aydın ise yaptığı işe kattığı değere göre edinir. Her aydın aynı zamanda entelektüeldir ancak her entelektüel aydın değildir. Aydın bir ekoldür ve entelektüel aşamanın bir üst seviyesidir. Entelektüel, karanlığı yenmesi için topluma bir ışık kaynağı, bir fener yapar ve kullanmaları için onlara verir. Aydın ise ışık kaynağını, feneri yapar ve toplumun aydınlanması için o ışık kaynağı ile karanlıkta insanların önünde giderek yollarını aydınlatır, yol gösterir.

                Aydın sanılanın aksine “dava adamı” da değildir, değer adamıdır. Dava adamı, ait olduğu dünya görüşünü ve camiayı, karşı taraftakilere karşı doğrusuyla yanlışıyla savunmakla mükelleftir. Kendisine çizilen veya kendi çizdiği yoldan çıkmaz, öz eleştiriden uzaktır. Aydın ise ait olduğu dünya görüşünü ve camiayı kendi içinde dönüştürmekle, yeni vizyon kazandırmakla, kısacası mükemmeliyete ulaştırmakla mükelleftir. Bu yüzden içinde bulunduğu kesimin “dava adamları” tarafından zaman zaman eleştirilir ve çoğunlukla tahammül edilemez. Çünkü aydın, karşıt görüşlerin eksiklerinden önce gelişim ve başarı adına kendi camiasında gördüğü yanlış ve eksikleri yapıcı olarak eleştirir, düzeltmeye çalışır. Başarı ve yükselme için en öncelikli faktörün kendi eksiklerinin giderilmesi olduğunu ve kendi eksiklerinin üstesinden gelmiş bir oluşumun karşıtlarına karşı çok rahat mücadele edebileceğinin bilincindedir. Halbuki dava adamı kendi eksiklerini bile kutsayacak bir düşünceye sahiptir ve uğradığı başarısızlıkları kendi zafiyetinde değil hep dış güçlerde arar.

                Aydın, iktidara veya muhalefete göre kendini konumlandırmaz. Toplum adına doğru kimden gelirse gelsin destekler, yanlış kimden gelirse gelsin karşı çıkar. Aydın, dava adamı gibi mensup olduğu toplumun yararı ile uyuşmayan pratikleri sırf kendine çizilen sınırları aşmamak adına “dava için”, “siyaseten”, “beka sorunu” gibi basmakalıp söylemlerin arkasına saklanıp uygulamaz. Aklını kiraya vermez. Yeri geldiğinde herkesi ve her fikri aklının ve mantığının kılavuzluğunda temyize tabi tutar ve ulaştığı sonucu çekinmeden söyler.

                Türkiye siyasetinde aydın kimliğiyle var olmak çok zor ve çoğunlukla imkansızdır. Çünkü aydın’ın, toplum ve devlet sorunlarına bakışıyla siyaset kurumunun bakışı arasında birbiri ile bağdaşmasını mümkün kılmayacak farklılıklar var. Aydın, erdemin getirdiği ruhsal yetkinlikle hiç bir çıkar grubu, dogma ve baskının etkisinde kalmadan içinde bulunduğu topluluğun faydası için doğruları cesurca savunur. Gerekli öz eleştirileri yapabilir. Fakat siyaset kurumu, maalesef kendi parti ve siyasi görüşünü önceleyerek ve çıkarlarını gözeterek hareket eder. Hatta kendi çıkarlarını önceledikleri  gerçeğini maskelemek için çoğunlukla kendi çıkarlarını ülke çıkarları ile özdeşleştirerek kendilerini eleştirilemez olarak konumlandırmaya çalışırlar. Kendilerini eleştirmeyi ulvi değerleri  eleştirmekle bir tutarlar. Bu nedenle siyaset kurumlarınca kendilerini sorgulamadan savunacak dava adamı ve aydın sorumluluğundan uzak, hiçbir milli konuda endişe taşımamayı objektif düşünce sayan entellektüeller her zaman tercih edilir. Fakat sorumluluk ve mensubiyet duygusuyla bağlı olduğu milletinin iyiliği için yeri geldiğinde en kesif eleştirileri yapabilecek aydına maalesef bu oluşumlarda yer yoktur.

                Sizce, milletimiz bu sayılanlardan hangi özelliklere sahip insanların varlığına hava, su gibi muhtaç ve maalesef hangi özelliğe sahip olanlardan bolca var?