Çok değil, yirmi iki yıl sonra, Cumhuriyet çiçeği burnunda bir delikanlı iken, yaşadığı korkunç bir savaş çıkışında Amerika’yla peş peşe imzaladığı “anlaşmalarla” Türkiye savmayan yaralar aldı, itibar kaybına uğradı. Sözü dinlenir olmaktan çıkarıldı. Türkiye, “özgürlüğün, bağımsızlığın” anlamını yitirdi, Amerika’nın güdümüne girdi.

İlk anlaşma 23 Şubat 1945 tarihini taşır. TBMM’nde kabul görerek 4780 sayı ile yasalaştı. Bu anlaşmanın 2. Maddesi: “TC Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri Amerika’ya teslim edecektir” diyor. Bir ucube 5. Madde de: “Türkiye, parasını ödemiş olsa da ABD Başkanı gerek görürse, aldığı malzemeleri geri vermeyi kabul etmiştir” küstahlığını yapıyor. “Neden F 35 pırojesinden çıkarıldık” sorusunun yanıtı burada saklı: ABD Başkanı öyle gerek gördü, Türkiye’yi pırojeden çıkardı. İnsanın kanı donuyor. Bu kadar mı basit?

Amerika Türkiye’ye görev, hizmet dikte ettiriyor. Oysa Türkiye özgür ve bağımsız bir ülke değil mi? Siyasi bağımsızlıkla yetinilmeyen, ekonomik bağımsızlıkla da taçlanılması istenen Atatürk’ün cumhuriyeti, nasıl böyle ucu açık ifadelere boyun eğebilir?

Amerika ile yapılan ikinci anlaşmanın tarihi 27 Şubat 1946. Meclis’te 4882 sayılı yasa ile kabul edildi: “Dünyanın değişik yerlerinde Amerika’nın elinde kalan ve geri getirilmesi çok pahalı olan eskimiş, savaş atığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye’ye borç verilmesini” öngörüyordu.

Türkiye 1950’ye kadar Amerika ile, 7 Mayıs 1946 tarihli “Borçların Tasfiyesi İle İlgili Anlaşma; 6 Aralık 1946 tarihli Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma, 12 Temmuz 1947 tarihli Askeri Yardım Anlaşması; 27 Aralık 1949 tarihli bir başka Askeri Yardım Anlaşması imzaladı. Bu anlaşmalara imzalar İnönü hükümetlerince atıldı.

1954 Yılında uluslararası petrol şirketlerinin adamı Max Bel’in hazırladığı ve Atatürk’ün çok önem verdiği “petroldeki devlet tekelini kaldıran” Petrol Yasası’nı da Demokrat parti çıkardı. Türkiye istese de bu yasayı değiştiremiyor. Değiştirmek için YABANCI ŞİRKETLERİN İZİN VERMESİ gerekiyor. 136. Madde aynen şöyle diyor: “Bu yasa yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez.”

Her biri bir facia olan anlaşmaları burada kesiyorum. Meraklısı sonradan yapılan diğer anlaşmaları telefonundan, bilgisayarından daha geniş kapsamlı olarak, dip notlardaki kaynaklardan araştırır: Atatürk’ten sonra izlenen “cüce” politikaların Türkiye’yi Amerika karşısında ne duruma düşürdüğünü görür.

“Tüm savaşlarda, cephelerde vuruşan İnönü, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün en gözde komutanlarından biridir. Emperyalizme karşı direnmenin mücadelesini Atatürk ve arkadaşlarıyla veren ve örgütleyen, bunun ayırtını iliklerinde yaşayan insandır. Bağımsızlığı, özgürlüğü, insanca yaşamayı ve cumhuriyeti her zerresinde duyan Lozan ekibinin başı ve asla pes etmeyen yetkilisi, tüm yoklukların içerisinde bu milletin yeniden var oluşunu sağlayan insanlardan biri. İkinci Dünya Savaşı’na katılmama başarısını gösteren bir devlet adamı, nasıl olur da bu kadar Amerika sevici kesilir? Aklım almıyor.

Zamanında Amerika-Türkiye ilişkilerinin altyapısı hazırlandı, Turuman Doktirini ve Marşal yardımıyla, devletçilikten ve pılanlı kalkınmadan vazgeçildi, Köy Enstitüleri kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığına, başkanı Amerika Büyük Elçisi olmak üzere iki Amerikalı ve iki Türk’ten oluşan bir komisyon atandı. Tüm bunlar Amerika’nın güdümüne girmektir. Japonya’da da aynı düzenlemeyi yaptı. Japonlar kurtuldu, biz kurtulamadık Amerika’dan.

“Türkiye Atatürk’ün 1938’de bıraktığı Türkiye’den çok farklı bir yerdeydi. Tam bağımsızlıktan ödün vermeyen, emperyalist bloklarla ittifak yapmayan, kendi gücüne dayanarak kalkınan ve dünyanın hiçbir ülkesine en küçük bir bağımlılığı olmayan, borçsuz ve bağlantısız Türkiye’nin yerinde; iç ve dış siyasette özgürce karar üretemeyen, açık bütçeli, sanayileşemeyen ve sürekli borçlanan bir Türkiye vardı.”

Her ne yapılmışsa, her ne karar alınmışsa, hangi yasa çıkarılmışsa, atılan her yanlış adım, “Atatürk ve Atatürkçülük adına gerçekleştirildi, bu millet adına meclisten geçirilerek onaylandı. Oysa gelinen noktada Türkiye, “imzaladığı çok sayıda uluslararası ve ikili anlaşmayla yönetim inisiyatifini önemli oranda yitirdi ve egemenlik haklarını dışarıyla paylaşır duruma geldi, Atatürk’ün yaşamsal düzeyde önem verdiği tam bağımsızlık ülküsünden vazgeçildi”, Batı’ya bağımlı politikalara dönüldü.

Başta petrol yasası olmak üzere tüm madenler yabancı şirketlere açıldı.

“Anlaşıyoruz, kalkınıyoruz” diye imzalanan her anlaşma Türkiye’yi Batı’nın çıkarlarını koruyan konumuna getirdi ve Türk halkına korkunç haksızlıklar yapıldı. Türkiye kendi çıkarları için değil, anlaşma yaptığı ülkelerin çıkarlarını düşünür ve yapar duruma geldi.

Kapitülasyonlar kadar ağır bu anlaşmalar ağı paramparça edilmeden özgür, bağımsız Türkiye kurulamaz. Fabrika ayarlarına dönmek, Cumhuriyeti Atatürk’ün kurduğu duruma getirmektir. Çıkar ilişkilerinde “eşitlik” ilkesi zedelendiğin de sömür başlar. Bunu herkesin bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Aksi halde bu “karmaşık ve ezici yabancı baskısından” kurtulmak olanaksızdır, havanda su dövmektir. Lozan’ı onaylamayan, Mondros’u, Sevr’i dayatanların çanağına su taşımaktır, yeniden o koşullara dönmektir.

Bu su taşınıyor ve hiç düşünmeden “Köy Enstitüleri neden kapatıldı” diye soruyoruz. Amerika’dan başka sebep mi vardı?

NOT: Kimileri, “zamanın koşullarına göre hareket edildi” diyebilirler. O koşullar “hiçbir zaman Kurtuluş Savaşına girerken ki koşullardan ağır değildi.”

Sevgiyle, esenlikle kalınız…