Osman Diyadin Bey’in bir süre önce yayınlanan ithal bilim adamlarından bahsettiği yazısını, zevkle okudum. Tarihe ışık tutuyor olması bakımından çok önemliydi.
Yılmaz Özdil’in de aynı konuda yazdığı çok özel bir yazısı vardı. O da çok güzeldi. Her iki yazıda da tarihi bir gerçek vardı. Bunların dışında bizzat tanık olduğum, birebir yaşadığım, biricik oğlumun hayatta kalmasını sağlayan, İstanbul Taksim Hastahanesi Başhekimi ve Nöroloji Profesörü Henri Bey’in öyküsünü de ben paylaşmak istedim:
Birinci Henri (Dede Henri) Musollini döneminde İtalya’nın en tanınmış profesörü. Beyin ve psikoloji alanında buluşları olan tıp bilim adamı.
Musollini’nin baskıları artınca, güya Almanya daha ılımlı diye Almanya’ya sığınıyor.
Bir bakıma yağmurdan kaçarken fırtınaya yakalanıyor. Yabancıların, özellikle insanı yaşatma gayretindeki bilim adamlarının, barınamayacağını anlayınca Türkiye’ye müracaat ediyor.
Yıl 1936... Dünya lideri Atatürk Henri Bey’in dilekçesini özellikle inceleyip olur veriyor. O yıllarda Türkiye’nin böyle bilim adamlarına, gerçekten  ihtiyacı var.
 Yasaya göre ithal bilim adamları bir yıl geçtikten sonra kamuda görev alabiliyor. Atatürk acilen bir yasa çıkararak Henri ve diğer bilim adamlarının göreve başlamalarını sağlıyor.
Ordinaryüs Profesör Erich Frank’ın başkanlığında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kuruyorlar. Anadoluhisarı’nda oturan torun profesör Henri’den bizzat Trabzon’da dinledim. Henri Bey tıpta yeni gelişmeler konusunda Trabzon’a konferans vermeye gelince Atatürk’ün büyüklüğünü, diktatörlüğün korkunç acılarını anlattı.
Taksim Hastahanesi noroloji bölüm başkanlığından emekli olan torun Henri Bey, yeğenim Dr. Turgut Karagöl’le beni bir akşam yemeğine davet etti. Salona girince şaşırdık: Çünkü; giriş salonunda önce Atatürk’ün, sonra da dede birinci Henri’nin fotoğrafları asılıydı.
 Atatürk’ün fotoğrafının altında: “Gerçek dünya lideri, bilim dünyasının koruyucusu” yazıyordu.