Her insanın kendinden pek çok şikayeti vardır. Fiziksel olarak beğenip beğenmediği, çirkin bulduğu, hatta ilk fırsatta yaptırmayı düşündüğü birtakım organlarının uykularını kaçırdığını, rüyalarını kabusa çevirdiğini, hayatı kendine zindan ettiğini, bir türlü mutlu olamadığını yakınır durur, . “Eğer burnumu yaptırırsam, eğer göğüslerimi büyültür ya da küçültürsem, göbeğimdeki şu yağları eritebilirsem, omuz altı fazlalıklardan kurtulabilirsem, kaşlarımı yaptırır, renkli lenslerimi takarsam, saçlarımı istediğim renge boyatırsam… mutlu olurum”. Kendini kendine “bela” olarak görür. Bu isteklerinin çoğunu da yaptırmayı başarır. Mutluluğundan kuşkuluyum. 

İlk bakışta salt kadınlar da gibi görünse bu istekler, huzursuzluklar erkeklerin kimileri de aynı kaygıları taşıyor, aynı operasyonları geçirirler.

Yaş ilerledikçe çizgi çizgi olan yüz, pörsüyen, kendini bırakan, hatta eriyen etlerle-kaslarla kırışan deriyi diri ve canlı tutmak mümkün değil. Pazarı çok geniş olan kıremler, merhemler, losyonlar, ilaçlar, ameliyatlar devreye girer, yine de gelişmeyi, değişmeyi, çökmeyi durduramazlar. Göz kapakları, gözaltları torbalıyor, göz yanları ince-kalın V’ler çizmeyi sürdürür. Bu kez de gerdirme operasyonları başlar. 

Bunlar mutsuzluk, huzursuzluk nedenleri olmamalı… Göz rahatsızlıkları, deri hastalıkları, örneğin burunda nefes alıp vermeyi zorlaştıran kemik, ayak başparmağının yanında çıkan ve ayakkabı giyildiğinde müthiş acı veren çıkıntı elbette operasyona tabi tutulmalı, ama nereye kadar operasyonlarla güzelleşmeye devam edilecek?

Beyin rahat olursa, insan kendisiyle barışık-dengeli bir biçimde yaşarsa “kusur” gibi görünen sağlıklı hiçbir organ insana rahatsızlık-huzursuzluk vermez. Kulaksız olmak varken kulak memesinin uzunluğu, kulakların büyüklüğü neden mutsuzluk yaratıyor? “Harçlığı yokken, çocuğuna harçlık veremeyen, ayakkabıları yok diye” üzülmeye, kahrolmaya zaman bulanlar çalışmaya, üretmeye, mücadele etmeye neden zaman bulamıyorlar?

Öğrendiklerinizi bir düşünün, yaptıklarınızı, yapabildiklerinizi, başardıklarınızı… Hatta bir kağıda not edin, sıralayın, yapmak istediklerinizi, yapamadıklarınız, öğrenemedikleriniz, başaramadıklarınızı… Neleri düşünüp neleri düşünemediklerinizi, hayatla kavgalarınızı, yan çizip çizmediklerinizi, “yapamam, başaramam, öğrenemem” dediklerinizi, nasıl yaptığınızı, başardığınızı ve öğrendiğinizi… Düşünün. Alışkanlıklarınızı nasıl kazandığınızı…

Şikayet edilen fiziki özellikleri birtakım operasyonlarla düzeltebilirken, “benim kafam almıyor, kafam çalışmıyor, aklımda tutamıyorum, aklımda kalmıyor, hemen unutuyorum…” gibi fiziki olmayan sorunları nasıl gidereceğiz? Fizikiler operasyonla düzelirken, beyinsel olanların operasyonu yok. Nasıl olacak da unutmayacağız? Nasıl olacak da anımsayacağız? Nasıl olacak da aklımızda kalacak öğrendiklerimiz? Ne yapacağız da beyin kapasitemizi(?) artıracağız? Bilim insanları der ki, “normal insanlar beyninin onda birini, dâhiler onda ikisini kullanır.” Demek ki beyinde kapasite artırımı yok. Yapılacak olan “mevcut olanı” harekete geçirmektir. Makine hazır, aslolan onu çalıştırmaktır.

İnsanlar görür, işitir, koklar, dokunur, tadar; beyin anlam verir, sözcüklere dökülür, anlatılır. İnsan, sözcüklerle öğrenir, sözcüklerle düşünür, sözcüklerle konuşur, sözcüklerle anlaşır. Beyni çalıştırmanın, zenginleştirmenin, düşünce ve duyuş dünyasını geliştirmenin en etkin yolu “öğrenmeyi öğrenmek”, beyni öğrenmeye odaklamak, ondan sonra da edebiyat, sanat, felsefe dünyasına dalmaktır ve okudukça, emek verdikçe düşünmektir: Nedenleri, niçinleri, nasılları yanıtlamaktır. Bakınız o zaman kolay kolay unutuluyor mu?

“Bizde okuma alışkanlığı yok” deyişinizi duyar gibi oluyorum. Okumazsanız, okumaya başlamazsanız, okuma alışkanlığınız nereden olacak? Gökten zembille ineceği yok. Tanrı düşünüzde okuma alışkanlığını beyninize üfleyecek değil. Tüm irade, kararlılık sizin elinizde. Sizi-anne-babayı-öğretmeni kitap okurken görmeyen çocuk, ne kadar “oğlum oku-kızım oku” derseniz deyin o çocuk kitap okumaz. Karşısında algılayacağı bir örneği yok; olursa özenir, öykünür ve okur. Okumaya yönelmek için çocuk karşısında somut örneğini görecek ve onun yaptığını yapacaktır. Çocuklar büyüklerini taklit etmeye bayılırlar.

Bugün iletişim araçları o kadar gelişti ki, öğrenmek için yollar, yöntemler, kaynaklar çeşitlendi. Eskiden kütüphaneler, ansiklopediler, kitaplar vardı. Şimdi dijital dünya tümünü ister telefonla, ister bilgisayarla elimizin altında. Okumak için benim gibi eski alışkanlıklarından kopamayanlar da kitap, dergi okumada eski yöntemlerini sürdürüyorlar. Kitaba dokunmadan, dergiyi eline almadan okumanın tadına varamıyorlar. Hala notlar alıyor, hala kalem kullanıyor, beyinle kitap-beyinle yazı-kağıt arasındaki ilişkiyi bir tarz olarak yaşıyor, hala sözlük açıp bakıyorum.

Anlamadığım yerleri erinmeden araştırıyorum: “Yazar bunu anlatmakla ne demek istedi, nereye varacak” sorularının yanıtlarıyla uğraşıyorum. Hele takdir etmişsem, “görüşlerini, düşüncelerini, dünyasını, beğenip beğenmediklerini, hoşlanıp hoşlanmadıklarını, neleri sevdiğini, nelerden nefret ettiğini, madde-insan ilişkisiyle yaşama verdiği anlamı araştırırım. Doğruluk, dürüstlük, samimiyet ve gerçeklik karşısındaki yönelişlerini görmek isterim. Konuşması-yazması gereken yerde kalemini kullanmaz, salt günü kurtarmak için mi yazar; kişiliği, karakteri sağlam mıdır, okuyucularını yanıltır, aldatır, kandırır mı? Kalemini aydınlatma, akıl ve bilimin gereklerini yerine getirmek için mi, yoksa çıkarlarının emrine mi verir?” Dıreyfus davasında Zola’nın yaptıklarını çok iyi biliyorum. 

Yani insan beynini, “öğrenmeye, anlamaya, okuma alışkanlığı kazanmaya yoğunlaştırırsa, odaklarsa” bu, onun elindedir; kitap okuma alışkanlığını kazanır ve öğrendiklerini unutmaz. Bu zamana kadar yaşamın gerekirliliği için neye ihtiyaç duyuldu da öğrenilmedi? Alışkanlıklarınızı kazanana kadar yaptığımız sayısız tekrarları anımsayınız. Kaşık tutma, yemek yeme, yürüme, yüzme, bisiklete binme... Nasıl öğrendik ve alışkanlık durumuna getirdik bunları? 

İstersek her şeyi öğreniriz, kitap okuma alışkanlığını da kazanırız. Yeter ki isteyelim, beynimizi odaklayalım…

Sevgiyle, esenlikle kalınız…