Gözler Onuachu’da Olacak
Gözler Onuachu’da Olacak
İçeriği Görüntüle

TFF Trabzon Bölge Müdürü ve Trabzonspor’un efsane futbolcularından Hamdi Aslan sonnokta’ya konuştu

Sizi tanımayanlar için önce biraz kendinizi, futbola adım atışınızı anlatır mısınız?
Akçaabat'ta sokaklarda, okul bahçelerinde top oynuyordum. O dönemde turnuvalar oldukça yaygındı. Bir turnuvada Sadi Hoca ve diğer hocalar beni izlediler ve Trabzonspor altyapısına davet ettiler. Alt yapıda Ziya Bey ile başladım. Akçaabat’tan Trabzon’a haftada bir gün gidip geliyordum. Çok büyük hayallerle değil, tamamen oyunun verdiği keyifle bu yolculuğa başladım. Ancak yıllar geçtikçe, 17-18 yaşlarına geldiğimde hayal ettiğimden çok daha ileri bir noktaya ulaştım. Bu yolculuk tamamen sokak futbolundan, Trabzonspor altyapısına davet edilmemle başladı.
Futbola Trabzonspor altyapınızda başladığınızı biliyoruz. O dönemle ilgili neler söylemek istersiniz? Aile desteği var mıydı arkanızda?
Ziya Bey sahasında o dönemin altyapı çalışmaları çok kıymetliydi. İki antrenörle 30-40, belki 50 oyuncunun A takıma çıkması büyük başarıydı. Bugünkü imkânlarla kıyaslandığında sınırlı şartlarla çok şey başarıldı. Oyuncular olarak da ekonomik zorluklara rağmen büyük fedakârlıklar yapıyorduk. Ama futbol tutkusu her şeyin önüne geçiyordu.
Trabzonspor bize sadece futbol değil, aidiyet duygusu da kazandırdı. Sadi Hoca, Ömer Hoca ve Özkan Hoca'nın katkıları çok değerliydi. Ailem de futbola yakındı. Babam eski yönetici, abilerim futbolcuydu. Onların kontrolünde, düzenli antrenmanlara giderek bu işi ciddiye almamı sağladılar. Ben de bu disiplinle büyüdüm.
Genç yaşta büyük takıma transfer oldunuz. Bu süreç nasıl gelişti?
Henüz 16-17 yaşlarındayken A takımla hazırlık maçlarına çıkmaya başladım. Malatya'da genç takım maçı için gittiğimde, gece saat 11'de odama genç takım hocamız Sadi Tekelioğlu gelerek, ertesi gün A takımda sahaya çıkacağımı söyledi. O an sabaha kadar uyuyamadım. Şenol, Turgay, Necati gibi isimlerle aynı sahada olmak, onların arasında libero olarak oynamak çok özel bir duyguydu. Sol bekte Kemal Abi vardı. Bu durum beni hem heyecanlandırdı hem de çok mutlu etti.
A Takım’dan teklif aldığınızda neler hissettiniz?
Bu bambaşka bir şeydi. Sabah uyandığımda, "Acaba bu doğru mu? Gerçekten oynayacak mıyım?" diye kendi kendime sordum. Çok enteresan bir duyguydu. Öyle başlayan bir Trabzonspor başlangıcım var. Hocamız Suat Hoca’ydı. Sadi Hoca'nın "yarın A takımla olacaksın" sözü, hayatımda unutulmaz bir anı olarak yer etti. Bu, hayatımın dönüm noktasıydı. İnsanların hayatında eğitim, evlilik gibi önemli kırılma anları olur. Benim için de o gece, futbol hayatımın en önemli başlangıcıydı. Trabzonspor’da hem kulübümü hem de kendimi en iyi şekilde temsil ettiğime inanıyorum.
Trabzonspor formasıyla ilk maçınızı hatırlıyor musunuz?
İlk maçım Malatya maçıdır. Şenol Hoca, Turgay Hoca kadrodaydı. Necati Abi oynamamıştı; onun yerine ben sahadaydım. Necati abilerin bırakma dönemleriydi ve hocamız beni tercih etti. Kadroda Kemal Abi, Küçük Şenol, Güngör Abi, İskender Abi, Dobi Hasan, Tuncay, Mehmet gibi isimler vardı. Bizden de Lemi vardı. O kadroyla başladım, öylece devam ettik.
Hüseyin Avni Aker Stadyumu’nda Barcelona’ya attığınız golü anlatır mısınız?
Futbol hayatımda yüzün üzerinde gol attım, iki kez gol krallığı yarışına girdim. Her mevkide oynadım ama futbolu bıraktığımda yüz gol barajını aşmıştım. Buna rağmen herkesin hatırladığı tek bir gol var: Hüseyin Avni Aker’de Barcelona’ya attığım gol.
O an bunun ne kadar büyük bir olay olduğunu fark etmedik ama zamanla önemini daha iyi anladık. Barcelona’yı yenmiştik ve golü ben atmıştım. Yıllar geçti ama hâlâ o gol konuşuluyor. İnsanlar nerede izlediklerini, ne hissettiklerini anlatıyor. Sokakta karşılaştığımızda bu anıyı paylaşmak hoşuma gidiyor.
Gol sonrası yaptığım hareketler, o anın heyecanı hâlâ gözümün önünde. Bugün bile sosyal medyada, televizyonlarda o gol gösteriliyor. Her gol kıymetlidir ama bu gol taraftarın hafızasında bıraktığı iz nedeniyle çok özel.
1984-1996 yılları arasında Trabzonspor ve ardından Adanaspor’da forma giydiniz. Bu dönemlerle ilgili neler söylersiniz?
Trabzonspor’da altyapıdan itibaren kazandığımız aidiyet, ahlak ve kulübe bağlılık duygusu çok güçlüydü. Oynamadığım zamanlarda bile katkı verme isteğim hiç azalmadı. Mevki farkı gözetmeden her pozisyonda görev aldım. Bir sezon libero, sonraki sezon santrfor oynayıp 20’nin üzerinde gol attım. Bu da kulübe duyduğum saygının bir göstergesiydi.
Hami ve Orhan’la forvet hattında dönüşümlü oynardık; takım ruhu hep ön plandaydı. Trabzonspor’dan ayrılığım da Özkan Hoca’nın yönlendirmesiyle oldu. Onun tavsiyesiyle Adanaspor’a gittim. İlk sezon play-off finali, ikinci sezon şampiyonluk, ardından bir yıl da Süper Lig’de forma giydim.
Ama her zaman Trabzonsporlu gibi yaşadım. O yüzden başka bir takımı hiç düşünmedim ve futbolu bırakma kararı aldım.
Trabzonspor’da savunma ve forvette görev aldınız. Hatta bir dönem libero olarak da oynadınız. Bu durum nasıl gelişti? Aslı nedir?
Çok mevkili bir oyuncu olmam altyapı yıllarıma, özellikle Sadi Hoca ile geçirdiğim döneme dayanıyor. Genç takımda maçın gidişine göre ya santrfora ya savunmaya geçerdim. Bu esneklik zamanla bana büyük katkı sağladı. Ziya Bey sahasında edindiğim bu alışkanlık A takıma da yansıdı.
Malatya maçında libero oynadım, sonra orta sahaya geçtim. Barcelona maçına santrfor başlayıp savunmada tamamladım. Özkan Hoca’nın bana olan güveni de bu süreci destekledi. Hiçbir zaman "Neden bu mevkideyim?" demedim. Adanaspor’da da yeri geldi 20 gol attım, yeri geldi savunmaya geçtim. Takımın ihtiyacı neyse onu yapmaktan hep keyif aldım.
Antrenörlüğe nerede adım attınız?
Antrenörlüğe TFF’nin Antalya’daki UEFA seminerine katılarak başladım, A lisansımı aldım. Ardından Amerika’ya gittim; hem futbol oynadım hem de antrenörlük yaptım. Yaklaşık iki buçuk yıl kaldım, birçok şeyi sahada uygulamalı olarak öğrendim.
Türkiye’ye döndüğümde Ankara’daydım. Tesadüfen Haluk Ulusoy’la karşılaştım. Antrenörlük planlarımı sorunca beni İstanbul’a yönlendirdi. Milli Takım’da bölge antrenörü olarak göreve başladım.
2004’te Akçaabat Sebatspor’da Mehmet Kulaksızoğlu ve Fahir Genç’le yardımcı antrenörlük yaptım. Ardından yeniden Milli Takım sürecim başladı.
2005-2011 yılları arasında yaş gruplarında ve Kadın Milli Takımı’nda görev aldım. Kadın futbolunun gelişimiyle yakından ilgilendim. Ersun Yanal göreve geldikten sonra Hami, Abdullah ve ben ayrıldık. Ama Milli Takım’daki bu süreç benim için çok değerliydi.
TFF Kadın Futbol Takımı’nı da çalıştırdınız. Kadın futbolumuzun Avrupa’daki yeri sizce nedir?
Kadın futbolu ülkemizde sosyal, ekonomik ve kültürel sebeplerle oldukça zorlu bir alan… Avrupa'da futbol okul çağında başlıyor; biz bu konuda oldukça gerideyiz. Görev yaptığım dönemde İspanya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin sistemlerini yakından inceledik.
TFF’de çalıştığım süreçte ciddi sponsorluk desteğiyle birçok okul ve şehre ulaştık, futbol köyleri kurduk. Bugün A Milli Takım’da oynayan birçok oyuncu futbolla o köylerde tanıştı. Örneğin Ebru Topçu… O dönem masa tenisiyle futbola adapte olmasına yardımcı olmuştuk.
2006’da başlayan çalışmaların etkisi bugün hâlâ sürüyor. Teknik ekipteki Necla Hoca, Ay-Türk Hoca, Cansu Hoca gibi isimler ya öğrencim ya da yardımcım oldu.
O dönem Avrupa seviyesindeki farkı federasyon başkanlarına açıkça söyledim. Azerbaycan’ı, Lihtenştayn’ı yenmek ölçü değil. Biz İngiltere, İspanya, İsveç gibi güçlü takımlarla oynadık. Kaybettik ama direnç gösterdik. İngiltere’ye İngiltere’de 3-0, Buca’da 3-1 yenildik. Belli bir seviyeye gelmiştik.
Ancak bu istikrar sürdürülemedi. Büyük kulüplerin kadın takımları yoktu. Anadolu kulüpleriyle ve kısıtlı imkanlarla mücadele ediyorduk. Oyuncular temel ihtiyaçlarda bile zorlanıyordu.
Bugün kadın futbolu ekonomik olarak zirvede… Eskiden 50 TL motivasyon kaynağıydı, şimdi oyuncular ev alacak seviyede kazanıyor. Ancak bu yükselişin yapısal bir temeli olduğunu düşünmüyorum. Kalıcı başarı için sistemin güçlendirilmesi şart.
TFF’deki göreviniz nasıl başladı?
Açıkçası bu görev tamamen beklenmedik şekilde gelişti. Daha önce bu pozisyonda Serdar Abi vardı ve konuyu hiç konuşmamıştık. O sırada A Spor’da yorumculuk yapıyordum, İstanbul’a gidip geliyordum.
Federasyonun 60 yaş üstü çalışanlarla yolları ayırma kararı sonrası, Serdar Abi ayrılmak zorunda kaldı. Bana “Böyle bir durum var, düşünebilir misin?” dediğinde süreç başladı. Daha önce federasyonla ilgili sohbetlerimiz olmuştu ama bu ilk ciddi teklifti.
Bu görevdeki en büyük referansım Trabzonspor oldu. Futbol geçmişim elbette etkiliydi ama Trabzonspor’un verdiği güven ve itibar belirleyiciydi. Dönemin yönetimiyle görüştüm; Ahmet Ağaoğlu, Ömer Sağıroğlu, Barış Bey, Lokman Bey ve özellikle Yalçın Bey’in desteğiyle bu göreve geldim. Hepsine müteşekkirim.
Trabzonspor sizde ne gibi izler bıraktı?
Trabzonspor, sosyal hayatımda çok özel bir yer tuttu. Bugün toplum içinde saygı gören bir birey olabiliyorsam, bunda kulübün kazandırdığı değerlerin payı büyüktür.
Kulüp bize ahlaklı, saygılı ve karakterli olmayı öğretti. Hâlâ bir şehirde yemek yerken bile “Beni tanıyabilirler” düşüncesiyle davranırım. Çünkü arkamda Trabzonspor gibi büyük bir marka var; ona zarar gelsin istemem.
Yurt dışında da aynı hassasiyeti taşıdım. Trabzonspor bana sadece futbol değil, hayatın her alanında doğruluk ve sorumluluk duygusu kazandırdı.
Şimdiki nesle ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Bizim dönemimizde eleştiriyi saygıyla dinler, kendimize pay çıkarırdık. Bugünün gençleri ise genelde eleştiriye kapalı, çoğu zaman da haklı olduklarını düşünüyorlar. Oysa önce meslek gelir, sonra diğer her şey.
Türkiye'deki futbol akademileri artık Avrupa’yla yarışacak seviyede. Ancak gençler bu imkânların kıymetini bilmiyor. Takım içi sorunları konuşmak, sosyal hayatı ön plana koymak başarıyı engelliyor.
Futbol artık çok daha fiziksel, çok daha zor bir oyun. Gençler bu bilinçle hareket etmeli. Zamanında Avrupa 2’ncisi olan U19 takımımızdaki pek çok oyuncunun şu an nerede olduğunu bilmiyoruz. Bu potansiyelin boşa gitmesi beni üzüyor.
En beğendiğiniz santrforlar kimler?
Her ne kadar santrfor oynasam da kendimi klasik bir santrfor olarak görmedim. Ancak ceza sahası içi bitirici santrforlara her zaman hayranlık duydum. Lewandowski ve Harry Kane benim için bu işin ustaları. Messi ve Ronaldo elbette çok gol attı ama onlar santrfor değil.Ben üçlü forvet sisteminde merkezde oynayan isimleri daha çok seviyorum. Lewandowski’nin tek dokunuşla yaptığı işler, yüksek toplarda attığı goller bana büyük keyif veriyor. Çünkü santrforluk sadece gol atmak değil, oyunu okumak, alan yaratmak, takım arkadaşlarını beslemektir.
Altyapı konusundaki düşünceleriniz neler?
Altyapıdan yetişmiş biri olarak futbol kültürüyle büyüdüm. Özkan Hoca döneminde başlayan akademik sistem Trabzonspor’a önemli katkılar sağladı. Bu yapının gelişimi ve eksikleri iyi analiz edilmeli.
Bugünün futbolunda 17-18 yaşındaki oyuncuların A takıma hazır olması gerekiyor. Oysa şu an U19’daki oyuncuların çoğu bu seviyede değil. Biz 17 yaşında A takımda oynuyorduk. Fiziksel ve zihinsel hazırlık eksikliği var.
9-10 yaşında başlayan emek süreci, 19 yaşından sonra boşa gidiyor. Son 7-8 yılda 150’ye yakın oyuncunun sistem dışına çıktığını düşünüyorum. Beş oyuncu bile A takıma kazandırılamadıysa, ortada ciddi bir problem vardır.
Akademiler kötü değil ama A takımla bağ güçlendirilmeli. İlker Hoca ve ekibi büyük özveriyle çalışıyor. Bu çabanın karşılık bulması için A takım hedefi netleşmeli.
TFF bu alanda ne yapıyor?
Federasyon altyapıya yönelik yarışmacı bir sistem yürütüyor. UEFA ile ortak yürütülen eğitim ve gelişim programları var. Bölgesel turnuvalar, oyuncu seçmeleri yapılıyor.
Ancak benim önerim, geçmişteki futbol köyü ve grassroots sistemine dönülmesi. 9-10 yaşında başlayan eğitim modelleri daha kalıcı gelişim sağlıyordu. Avrupa’yla entegre olmaya çalışıyoruz ama yapısal farklar nedeniyle tam karşılığını bulamıyoruz. Bu yüzden kendi kültürümüze uygun modeller geliştirmeliyiz.
Yabancı oyuncu konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Bizim dönemimizde yabancı sayısı sınırlıydı, aidiyet duygusu çok daha güçlüydü. Şimdi futbol tamamen ekonomik bir yapıya dönüştü. Bu da yerli oyuncuların gelişimini olumsuz etkiliyor.
Salih, Boran, Arda, Taha gibi yetenekli gençler, yabancı oyuncular nedeniyle forma bulmakta zorlanıyor. Trabzonspor gibi altyapısıyla övünen bir kulüp bile A takıma yeterince oyuncu çıkaramıyorsa, burada yapısal bir sorun var. Türkiye, kendi futbol kültürüne dönmeli ve yerli oyuncuya daha çok şans tanımalı.
Antrenörlerle ilgili düşünceleriniz neler?
Türkiye’de antrenörlük çok zor. Her şey skorla ölçülüyor. Abdullah Avcı gibi bir teknik adam bile şampiyonluk sonrası yeterince takdir görmedi. Sosyal medya baskısı da çok büyük… Sürekli eleştiri altındasınız ve bu da hem mental hem mesleki yük oluşturuyor.Dirayetli olmak şart ama bu ortamda uzun vadeli işler yapmak gerçekten zor. Dört kez BAL Ligi şampiyonu olmuş bir teknik direktörün iş bulamaması, bu sistemin en düşündürücü yanlarından biri.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Futbol benim için bir tutku. Ama bunca emek, para ve tartışmanın ardından hâlâ elle tutulur başarı elde edemiyorsak, bir durup düşünmemiz gerekiyor.

Kaynak: KARADENİZ'DE SONNOKTA-KAMİL ANAHAR