1-887

· “Kent yöneticileri keşke el ele vererek tarihi Türkocağı binasını Basın Müzesi’ne kazandırsalar!”

Akçaabat’tan hasta  yatağı desteği
Akçaabat’tan hasta yatağı desteği
İçeriği Görüntüle

· “Trabzon’un basın tarihi birçok ilimizin önündedir. 1865 yılında burada Vilayet Matbaası kurulmuş; İstanbul dışındaki ilk “Salnameler” 1869 yılında Trabzon’da basılmıştır. Aynı yıl “Trabzon” adıyla ilk il gazetesi yayımlanmıştır. Yine Anadolu’daki ilk tıp dergisi “Hekim”, 1908’de Trabzon’da yayımlanmaya başlamıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde de Trabzon basınının çok etkin bir rolü olmuştur.”

· “Trabzon her dönemde kültür ve sanatla iç içe yaşamıştır. Edebiyat, resim, müzik, karikatür, fotoğrafçılık ve tiyatro, çok eski yıllardan beri Trabzonlunun yaşamında hep var olmuştur. Trabzon, bu alanlarda kent sınırlarını aşan değerli sanatçılar yetiştirmiştir.”

Söyleşi: Hasan Bahadır

Trabzon’un basın ve siyaset yaşamında önemli yeri olan gazeteci ve yazar Attila Aşut, 29 Temmuz - 11 Ağustos 2025 tarihleri arasında Trabzon’daydı. Attila Aşut bu süre içinde hem dostlarıyla buluştu; yazar ve sanatçı arkadaşlarıyla görüş alışverişinde bulundu hem Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya ile Trabzon Basın Müzesi konusunu görüştü. Gazetemiz Yayın Yönetmeni Hasan Bahadır da bu ziyaret sırasında Attila Aşut’la kapsamlı bir röportaj yaparak gezi izlenimlerinin yanı sıra dünkü ve bugünkü Trabzon’u konuştu.

-Attila Bey, öncelikle Trabzon Basın Müzesi konusundaki girişimlerinizin sonucunu merak ediyoruz. Birçok kişiyle görüştünüz. Hangi aşamada bu çalışmalar?

Üzülerek söylemek isterim ki henüz böyle bir çalışma yok ortada. Basında çıkan haberlerle olumlu bir hava oluştu ama iyi niyetle söylenmiş sözlerin ötesine geçen somut bir adım atılamadı daha. Bu konuyu ilk önce Devrim Hacısalihoğlu arkadaşımız “Karadeniz’de Son Nokta” gazetesinde benimle yaptığı kapsamlı söyleşi ile duyurmuştu kamuoyuna. Söyleşi, aydın çevrelerde çok olumlu karşılandı. Yazı yayımlandıktan sonra Ortahisar Belediyesi’nden arayıp konuyla ilgilendiklerini söylediler. Bu arada Belediye Başkan Yardımcısı Celal Akaç, benimle birkaç kez Başkan Ahmet Kaya adına konuştu. Trabzon’da Basın Müzesi kurulması önerisini Ortahisar Belediyesi’nin çok sıcak karşıladığını, bu konuda elden gelen çabayı göstereceklerini ve benim 60 yıllık gazete arşivimi müzeye kazandırmak istediklerini söyledi. Ancak aradan aylar geçmesine karşın hiçbir somut adım atılmadığını görünce, durumu Belediye yönetimiyle yüz yüze görüşmek amacıyla Trabzon’a geldim.

2-563

Attila Aşut, Trabzon Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya ile.

Ahmet Kaya ile görüşmemiz çok umut vericiydi. Ben, hayalimdeki Basın Müzesi’nin özeliklerini anlattım: Ağırlıklı olarak basılı materyalden oluşacak, ancak basın-yayınla ilgili her türlü araç, gereç ve malzeme de müzede yer alacaktı. Müze içinde küçük çaplı bir basımevi ve mücellithane kurulacak; küçük baskı işleri ve müzedeki yayınların ciltleri kurum içinde yapılacaktı. Ayrıca cilt kursları düzenlenecek, dışarıya yapılacak işlerle de müzeye gelir sağlanacaktı. Doğal olarak bu müze, iklim koşulları dikkate alınarak neme, rutubete, yangına karşı teknik donanımı olan çağdaş bir müze olacaktı. Bu özellikleriyle canlı, yaşayan bir müze düşlediğimi anlatmaya çalıştım arkadaşlara. Proje benimsendi. Neredeyse protokol imzalama aşamasına gelmiştik. Ama müze için önce uygun bir bina gerekiyordu. Belediyedeki arkadaşların bu konuda ciddi sıkıntıları vardı. Bana Ortahisar Mahallesi Sarayatik Sokağı’nda ahşap bir konağı gösterdiler. Basın Müzesi için uygun bir yer değildi. Bunu kendilerine söyledim. Onlar da “Elimizden başka bina yok” dediler. Bu konuda kararlı bir girişim ve arayış içinde olmayacaklarını anlayınca, “Bana kesin kararınızı bildirin ki başka seçenekleri değerlendirebileyim” dedim. O günden sonra bir daha arayan olmadı ve diyaloğumuz kesildi.

“ÇOK ZENGİN BİR BASIN TARİHİMİZ VAR”

-Sizin Trabzon’da bu müze için uygun gördüğünüz bir yer var mı?

-Benim bu iş için gözüme kestirdiğim bir bina var gerçekten: Uzunsokak’taki eski Türkocağı binası. Bu bina, Trabzon’un merkezinde olması ve Atatürk, 1930 yılındaki Trabzon ziyaretinde bu binada konaklamıştı. Bir ara Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Trabzon merkezi olan bina, en son İl Sağlık Müdürlüğü olarak görev yapmıştı. Ancak şu anda boş ve kullanılmıyor. Mülkiyeti Valiliğe mi, Büyükşehire mi yoksa Sağlık ya da Kültür Bakanlığı’na mı aittir bilmiyorum. Ama bu tarihi binanın Trabzon Basın Müzesi için biçilmiş kaftan olduğunu söyleyebilirim. Kent yöneticileri keşke el ele vererek bu binayı Basın Müzesi’ne kazandırsalar! Bu müze Trabzon’a çok yakışır. Çünkü Trabzon’un basın tarihi birçok ilimizin önündedir. 1865 yılında burada Vilayet Matbaası kurulmuş; İstanbul dışındaki ilk “Salnameler” 1869 yılında Trabzon’da basılmıştır. Aynı yıl “Trabzon” adıyla ilk il gazetesi yayımlanmıştır. Yine Anadolu’daki ilk tıp dergisi “Hekim”, 1908’de Trabzon’da yayımlanmaya başlamıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde de Trabzon basınının çok etkin bir rolü olmuştur.

3-198

Önce Türkocağı, 1940-50'lerde Cumhuriyet Halk Fırkası binası olarak kullanılan tarihi yapı.

Gerek Meşrutiyet gerek Cumhuriyet döneminde çoğulcu ve çoksesli bir basın yaşamı vardı bu kentte. 5-6 dilde gazete çıkıyordu. Cevdet Alap’ın basın anıları bu konuda çok değerli bilgiler içermektedir. Hikmet Aksoy arkadaşımızın derleyerek yayına hazırladığı bu kitap, sevgili kardeşimiz Ergun Ata’nın Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı döneminde basılmıştır ve Cemiyet’in en hayırlı hizmetlerinden biridir. Trabzon’da “Arap Kaymakam” olarak bilinen Sadullah Koloğlu’nun gazeteci ve tarihçi oğlu Orhan Koloğlu’nun yayına hazırladığı “Kemalist Anadolu Basını” adlı kitap da 1920-1922 yılları arasında Trabzon’daki yayın zenginliğini belgeleyen önemli bir kaynaktır. Bu arada Hikmet Aksoy’un kısa “Trabzon Basını” ile Hüseyin Albayrak’ın Trabzon Vakfı Yayınları arasında çıkmış dört ciltlik kapsamlı “Trabzon Basını” kitaplarını da anmak isterim.

“HÂKİMİYET GAZETESİ, İLK MESLEK OKULUM OLDU”

4-97

-Hocam, gazeteciliğe ne zaman ve nasıl başladınız?

Ben mesleğe Trabzon'da başladım. Henüz Trabzon'da lise öğrencisiydim. Okulda duvar gazetesi çıkarıyor; çocuk dergilerine yazı ve şiir gönderiyordum. Edebiyat Öğretmenim Selim Kurnaz’ın dikkatini çekmiş olacağım ki Trabzon'da yeni yayımlanmaya başlayan Hâkimiyet gazetesinin sahibi Ömer Turan Eyüboğlu'na vermiş adımı. “Gazeteciliğe meraklı bir öğrencimiz var. Acaba yararlanmak ister misiniz?” demiş. Selim Hoca da ara sıra o gazetede yazıyordu. Daha sonra meslekte hocam olacak Ömer Turan Eyüboğlu ile böyle tanıştık ve tanıştıktan kısa bir süre sonra gazetede profesyonel olarak çalışmaya başladım. Hâkimiyet gazetesi, benim ilk meslek okulum oldu.

Biliyorsunuz, Eyüboğlu ailesi Trabzon’un çok köklü bir ailesidir. Yalnız Trabzon’da değil, ülkemizin kültür ve sanat yaşamında etkili olmuş, derin izler bırakmış Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Mualla Eyüboğlu, Cemal Reşit Eyüboğlu, İsmet Zeki Eyuboğlu, gibi çok sayıda aydın, sanatçı ve siyasetçi bu aileden çıkmıştır. Ömer Turan Eyüboğlu da Maçka’nın Olasa (Bahçekaya) köyünde doğmuş ve kendi kendini yetiştirmiş; şiire, edebiyata meraklı, güçlü kalemi olan bir arkadaşımızdı. Onun bu özellikleri, yönettiği Hâkimiyet gazetesine ve Trabzon basınına belirgin bir nitelik kazandırdı.

5-98

Hâkimiyet gazetesinin kurucusu Ömer Turan Eyüboğlu.

“KIYI” DERGİSİNİN DOĞUŞU

O tarihlerde basın teknolojisi bugünkü gibi gelişmemişti. Gazeteler genellikle tek yapraktı ve siyah beyaz çıkardı. Hâkimiyet’i öteki gazetelerden ayıran başlıca özellik ise her hafta bir sayfasını Sanat Sayfası olarak düzenlemesiydi. Bu sayfaya yalnız Trabzon'daki yazarlardan değil, memleketin birçok yerinden ürün geliyordu. Gün geldi ürünler öyle arttı ki artık tek sayfa yeterli olmamaya başladı ve biz 1961 yılında Kıyı dergisini çıkarmaya başladık. Hâkimiyet Sanat Sayfası, bir bakıma Kıyı dergisinin öncülüdür. Kıyı’nın çekirdek kadrosunda yazar Ziyad Nemli, yargıç Ahmet Selim Temur, Dr. Gündoğdu Sanımer, Av. Subutay Karahasanoğlu ve Rasim Şimşek hocamız vardı. Fakat derginin yayını sürekli kesintiye uğradı. Sık sık kapandı, açıldı. O yüzden “Küllerinden yeniden doğan Anka kuşu”na benzetiriz Kıyı dergisini.

6-69

Kıyı dergisinin logosu.

Ben Trabzon'daki gazetelerde çalışırken bir taraftan da Cumhuriyet, Milliyet, Dünya, Akşam gibi gazetelerin muhabirliğini yapıyordum. Milliyet’i Abdi İpekçi yönetiyordu. Akşam’ı Malik Yolaç adlı bir armatör çıkarıyordu ama gazetenin yayın çizgisi soldaydı. Çetin Altan’ın köşeyazıları emekçi kesimde çok ses getiriyordu. Dünya gazetesinin o günkü sahipleri ise Atatürk’ün yakın arkadaşı Falih Rıfkı Atay ile kalemi keskin Bedii Faik’ti.

“SÖMÜRÜCÜLÜĞE KARŞI SAVAŞ” GAZETESİ

1965 yılında benim yaşamımda önemli bir gelişme oldu. 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ortamında Türkiye’de yeni düşünceler tartışılmaya, yeni örgütler kurulmaya başlamıştı. Biz de sosyalizmi savunan Türkiye İşçi Partisi’ne yakınlık duyuyorduk. Bir grup arkadaşla TİP’i kurduk. Partinin sesini, görüşlerini toplumla buluşturmamız gerekiyordu. Trabzon'da ana akım diyebileceğim gazetelerde bunu yapma olanağımız yoktu. Çünkü TİP’in görüşleri o yıllarda genel anlayışa göre marjinal sayılıyordu. Bu durumda bizim sosyalist dünya görüşünü savunan bir yayın organı çıkarmamız gerekiyordu. Kendi sınırlı olanaklarımla haftalık toplumcu bir gazete çıkarmaya karar verdim. Gazeteyi, yerel ve ulusal basından elde ettiğim gelirle finanse edecektim. Adını “Sömürücülüğe Karşı Savaş” koyduk. Boyut olarak küçük bir gazeteydi ama çok ses getirdi. Gazeteye tüm ülkeden yazılar, şiirler akmaya başladı. Sert muhalefet yapıyorduk. Nâzım Hikmet’in şiirlerini Trabzon’da ilk kez yayımladığımız için yargılandık. Gazetemizi kapatmaya çalıştılar. Mücadelemiz bu şekilde devam etti…

7-52

Sömürücülüğe Karşı Savaş gazetesinin ilk sayısı (22 Eylül 1965)

TRABZON’DA ÇIKAN GAZETELER

-O yıllarda Trabzon’da hangi gazeteler çıkıyordu?

Trabzon’da o yıllarda Halk, Hâkimiyet, Hizmet, Sonhaber, İleri, Yeniyol, Demokrat Çaykara, Ses gibi gazeteler yayımlanıyordu. Ali Kalkanoğlu yönetimindeki Halk gazetesi, CHP’nin yarı resmi yayın organıydı. Hasan ve Emin Şefik Yılmaz kardeşlerin Hizmet ve Sonhaber gazeteleri de CHP’ye yakın olmakla birlikte tarafsız bir çizgi izlemeye çalışırlardı. Hâkimiyet gazetesi ise düşünsel yanı ağır basan, gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız bir yayın organıydı. Ömer Turan Eyüboğlu’nun sanatçı kişiliği gazetenin içeriğine sinmişti. Muzaffer Korlu yönetimindeki Yeniyol gazetesi ise Demokrat Parti yanlısıydı. İleri, Cemal Rıza Osmanpaşaoğlu’nun gazetesiydi. Adı “İleri” olmakla birlikte sağcı bir gazeteydi. Diyebilirim ki Numan Sabit Çelebioğlu’nun dinci çizgideki Demokrat Çaykara’sından sonra Trabzon’da sol düşünceyle açıktan mücadele eden an fanatik yayın organı, İleri gazetesiydi. Bu Osmanpaşaoğlu’na ne hikmetse 12 Eylül faşist darbesinden sonra Trabzon’da “Şeyhülmuharririn” unvanı verildi! Demokrat Çaykara gazetesinin yönetimi Numan Sabit’ten sonra İsmail Oğuz’a geçti. Ümran Baran’ın Ses gazetesi ise Atatürk’ün “Hakikati konuşmaktan korkmayınız” şiarıyla çıkan ve Demokrat Parti’ye karşı en sert muhalefeti yapan gazeteydi.

8-40

SES gazetesinin ilk sayısı (14 Kasım 1959)

9-25

Halk gazetesi (19 Kasım 1942)

Bunlar arasında Hâkimiyet’in benim meslek yaşamımdaki yeri çok özeldir. İçerik ve nitelik yönünden sanatsal eğilimlerime yanıt veren bir gazete olduğu için onu hep gazetecilik okulum belledim. Gazetenin sahibi ve yöneticisi Ömer Turan Eyüboğlu’nu ise ustam ve idolüm olarak gördüm.

10-14

Hâkimiyet Sanat Sayfası (18 Ocak 1961)

KURŞUN HARFLERLE DİZİLEN GAZETELER

-Biraz o yılların basın ortamından ve çalışma koşullarından söz eder misiniz?

Tabii bizim dönemimizdeki gazetecilik çok ilkel koşullarda yapılıyordu. Basın teknolojisi çok geriydi. O zamanlar Trabzon’da entertip denen dizgi makinaları yoktu. Gazeteler kurşun harflerle diziliyor, pedalla basılıyordu. Kâğıdın tek yüzünü basabiliyorduk. Renk kullanabilmek için o sayfayı yeniden basmamız gerekiyordu. Mizanpaj yapmak da hayli zordu. At nalı gibi puntolarla başlık atılıyordu. Ama yazım kurallarına uyulmuyordu. Tümcenin yarısı yukarıda yarısı alt satırda oluyordu! Artık mürettip sayfaya nasıl yerleştirirse! Beni o yıllarda en çok bu arkadaşların durumu üzmüştür. “Mürettip”ler, kurşun harfleri kumpasa dizen emekçilerdi. 29 harfi bir araya getirip çizgisi, noktası, bilmem nesiyle satır satır demir bir çembere yerleştirirler; gazete basıldıktan sonra da bu harfleri yeniden hurufat kasasındaki gözlere dağıtırlardı. Bu yoğun çalışma sırasında elbette kurşun tozu yutardı arkadaşlarımız. Yoğurt, ayran falan verirdik zehirlenmesinler diye ama kurşun tozu ciğerlerini hasta ederdi. O yüzden hep erken öldü dizgici arkadaşlarımız.

11-102

Trabzon basınının emektar dizgicilerinden Ali Kara.

TEKNİK ALTYAPI ÇOK ZAYIFTI

Fotoğraf kullanmak da çok zordu yerel gazetelerde. Fotoğraf basabilmemiz için o fotoğrafı İstanbul ya da Ankara'ya gönderip klişeye dönüştürmemiz gerekirdi. Çünkü Trabzon’da klişe atölyesi yoktu. 10-15 günü bulurdu bu işlemin sonucu. Dolayısıyla aktüel fotoğraf kullanamazdık. Ne yapardık? Kentin ileri gelenlerinden vali, belediye başkanı, milletvekilleri, önemli futbolcular falan kim varsa birer klişesini yaptırırdık. Arşivlerdeki eski gazetelere bakarsanız, o kişiyle ilgili hep aynı fotoğrafın kullanıldığını görürsünüz! Oysa şimdi her şey bilgisayarla yapılıyor. Cep telefonunuzla çektiğiniz fotoğrafı anında iletebiliyorsunuz gazeteye.

Yerel basının bugün de çeşitli sıkıntıları var kuşkusuz. Ama bugünün basın teknolojisiyle bizim dönemimiz karşılaştırılamaz. Televizyon bile yoktu o zamanlar, TRT’nin radyo yayını vardı yalnızca. Seçim dönemlerinde siyasal partilerin propaganda konuşmaları da radyodan yapılırdı. Ben de 1969 yılında Türkiye İşçi Partisi adına bu konuşmalardan birini TRT radyolarından yaptım. Zaten “medya” kavramı da yoktu o yıllarda, basın-yayın vardı. Medya kavramı, 90'larda girdi bizim literatürümüze. Medya, tabii çok geniş bir kavram. Reklam dahil sesli ve görüntülü her türlü iletişim aracı giriyor içine...

HER DÖNEM SANATLA İÇ İÇE BİR KENT

12-227

-1960’larda Trabzon’da kültür-sanat çalışmaları nasıldı? Mesela sanatsal açıdan ne tür etkinlikler vardı? Günümüz Trabzon’uyla bir karşılaştırma yapmanız olanaklı mı?

Uzun zamandır Trabzon’dan uzakta olduğum için şimdi böyle bir karşılaştırma yapmam doğru olmayabilir. Belki ayrıntıya girmeden genel bir değerlendirme yapabilirim. Trabzon her dönemde kültür ve sanatla iç içe yaşamıştır. Edebiyat, resim, müzik, karikatür, fotoğrafçılık ve tiyatro, çok eski yıllardan beri Trabzonlunun yaşamında hep var olmuştur. Trabzon, bu alanlarda kent sınırlarını aşan değerli sanatçılar yetiştirmiştir. Sözgelimi birçok ressamımız yurtdışında sergiler açmış, Oflu karikatürist Ziya Ramoğlu’nun ürünleri dünyanın birçok gazetesinde yayımlanmıştır.

1950 ve 60’larda Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti (TLYC), Trabzon’un toplumsal yaşamında önemli bir merkezdi. Cemiyet Başkanı Sabahattin Kundupoğlu, tüm yaşamını adeta bu derneğin etkinliklerine adamıştı. Kentin saygın lokallerinden biriydi TLYC. Caz orkestrası vardı derneğin. Orada nitelikli müzik yapılırdı. Benim abim Muhittin Aşut ve mimar dostumuz Bekir Gerçek de bateristlik yapmıştır orada. Ayrıca edebiyat matineleri de eksik olmazdı. Değerli yazarları, ozanları dinlerdik bu etkinliklerde. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sohbetini hâlâ anımsarım.

TRABZON DEVRİM OCAĞI ÇOK AKTİF BİR DERNEKTİ

13-4

Attila Aşut, Av. Subutay Karahasanoğlu ve Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Trabzon Devrim Ocağı'nın bir panelinde (1963)

Devrim Ocakları da o yıllarda çok aktifti. Ömer Güner, Haydar Kenan Gedikoğlu, Hüseyin Serdar gibi değerli arkadaşlar vardı Yönetim Kurulumuzda. Ben de Devrim Ocağı’nın yöneticilerindendim. Ziraat Mühendisi Güneş Eyüboğlu başkanımızdı. Çok katkısı olmuştu köy çalışmalarımıza. Bu gelişimde kendisiyle telefonla görüşme olanağını buldum. Oğlu Serbülent Vural da şimdi Trabzon Mimarlar Odası Başkanı imiş. Onunla da tanışmaktan mutluluk duydum.

14-4

Trabzon Devrim Ocağı Başkanı Güneş Eyüboğlu.

Devrim Ocağı, o yıllarda köy çalışmalarına ağırlık veriyordu. Örneğin Maçka'nın Kapıköy'ünü “Kardeş Köy” seçmiştik. Orayı sürekli ziyaret eder, köyde etkinlikler düzenlerdik. Sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde bir Tiyatro Kulübü kurdu öğrenci arkadaşlarımız. Trabzon'un 7 ilçesinden hiç tiyatro görmemiş birer köy seçtik ve buralarda “Her yer tiyatrodur” sloganıyla oyunlar sergiledik. Yani salonlardan alanlara taşıdık tiyatroyu. Çok ilgi görmüştü. Kadınlar, çocuklar, yaşlı erkekler beğeniyle izlemişti Cahit Atay’ın “Pusuda” oyununu.

16-3

DEVRİM OCAĞI YÖNETİCİLERİ BİR KÖY ÇALIŞMASINDA. Soldan sağa: Ömer Güner, Ertuğrul Karahan, Güneş Eyüboğlu, Öner Ciravoğlu (1964).

Devrim Ocağı'nın başka kültürel etkinlikleri de olurdu. Açıkoturum, söyleşi, resim sergileri düzenlerdik. Biliyorsunuz, Trabzon ressamı bol bir kenttir. Kayıhan Keskinok, Trabzon Lisesi'nde resim öğretmenimizdi. Kendisi çok ünlü bir ressamdı. Yeşilyurt Oteli’nin iç duvarlarına Karadeniz'i simgeleyen pano resimler yapmıştı. Şimdi herhalde onlar da yok edilmiştir. Oğlu Mimar-Profesör Çağatay Keskinok, Ankara'da babasının adıyla bir vakıf kurdu. Kayıhan Hoca’nın yapıtları şimdi oradaki galeride sergileniyor.

“SANATIN HER DALINDA ÖNCÜYDÜK”

-Trabzon’da metre kareye birkaç ressam düşüyormuş…

Öyle bir laf yaygın biçimde dolaşıyor ortalıkta. Doğruluk derecesini bilmiyorum. Ama Trabzon toprağından gerçekten deyim yerindeyse ressam fışkırıyor! Yalnız ressamı değil, yazarı, ozanı, çizeri, oyuncusu, müzisyeni çok bereketli bir kent burası.

-Böyle bir ortamda Trabzon sanatsal açıdan payını alabiliyor mu?

Aldığını söyleyemem. Geçenlerde sizin bir yazınızı okudum. Trabzon'un kültür yaşamına ilişkin önemli saptamalarınız vardı. Benim de gözlemlerim bu yöndedir. Belediyelerin kültür yaşamına katkıları genelde zayıftır. Çoğu kez tanık olmuşumdur: Kültür müdürlüklerini kültürle doğrudan ilgili ve donanımlı insanlar yönetmiyor. Yalnızca Trabzon için değil, genel bir yaklaşım olarak söylüyorum bunu. Durum Ankara'da da farklı değil. Ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni bu genellemenin dışında tutuyorum. Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı seçilince en yetkin kadroları topladı çevresine. Liyakate dayalı bir kadro oluşturdu. İBB Miras’ın başındaki Mahir Polat'ın İstanbul'da yarattığı olağanüstü sanat kurumlarını gördüm. Feshane’yi, Gazhane’yi gezdim. İskelelerin her biri okuma salonuna dönüştürülmüş. Öğrenciler buralarda kitap okuyor, ders çalışıyor. Pek çok yerde Belediyenin “İstanbul Kitapçısı” çıkıyor karşınıza. İnanılmaz güzellikte işler bunlar. Hepsi yoktan var edilmiş. Kim yaptı bütün bunları? O yetkin kadro yaptı. Alanlarında uzman insanlarla çalışırsanız çok başarılı oluyorsunuz. Bu rüzgârı Trabzon’da estiremedik henüz.

Trabzon hayli beyin göçü vermiştir. Aydın kesimimiz büyük ölçüde Trabzon'un dışına kaymıştır. Her yerde insanımız vardır bizim. Yerel yönetimlerin onlarla bağını koparmaması gerekiyor. Onların Trabzon sevgisi kalıcıdır. Yaratıcı insanların dünya nimetleriyle, parayla pulla fazla ilgileri yoktur. Manevi destektir asıl beklentileri. Aranmaları, onurlandırılmaları gerekir. Zaman zaman konuk edilmeli, çalışmaları halka tanıtılmalı. Kenti yönetenler onlardan yararlanmasını bilmelidir. Çünkü kente katacakları değer çok büyüktür. Sanatçılar biraz duygusal ve kırılgan insanlardır. Bu durumu anlayışla karşılamak gerekir.

DARBE DÖNEMLERİ VE TUTUKLULUK GÜNLERİ

-Sizin Trabzon’dan ayrılmanız nasıl oldu?

1969 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin merkez yönetimine seçilince beni Ankara'ya, Genel Merkez'e çağırdılar. Annem ölmüştü ve babamla yalnız yaşıyorduk. Çağrıya uyarak Ankara'ya gittim. Partinin Merkez Yürütme Kurulu’nda ve Basın Bürosu’nda görevliydim. “TİP Haberleri” dergisini yönetmeye başladım. Fakat arkasından 71 darbesi olunca Türkiye İşçi Partisi kapatıldı. Ben de o zaman yurtdışına çıkmak zorunda kaldım. İngiltere ağırlıklı olmak üzere 5-6 yıl yurtdışında kaldım. Türkiye'de siyasal iklimim çok gerilimli olduğu 1978 başlarında Türkiye'ye döndüm. Yeni bir darbenin ayak sesleri duyuluyordu. Sokaklarda devrimciler ve Ülkücüler karşı karşıya geliyorlardı. Öyle sert bir iklim vardı ülkede. Çok geçmeden 80 darbesi olunca “illegal TKP üyesi olmak”la suçlanarak gözaltına alındım, DAL denen işkence merkezinde bir aydan fazla kaldım. Orada 12 Eylül'de herkesin yaşadıklarını ben de yaşadım. Sonra tutuklandım ve 37 ay Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldım.

Cezaevinden çıktıktan sonra bir ara İstanbul'a gittim. Orada Politika gazetesi çıkıyordu. Başlangıçta İsmail Cem’in başyazarı olduğu bu gazete 1977 yılından sonra DİSK’in sahipliğine geçti. DİSK, o yıllarda Türkiye Komünist Partisi'ne yakındı. Gazeteyi Aydın Engin-Oya Baydar çifti yönetmeye başlamıştı. Orada kısa bir süre çalıştım. İstanbul'a ayak uyduramayınca Ankara'ya döndüm, Ajans TÜBA'da çalışmaya başladım. Ajans TÜBA, gazeteci arkadaşımız Etem Yazgan’ın kaptanlığımda işçi-işveren ilişkileri konusunda haftalık bültenler yayımlayan bir yayın kuruluşuydu. Etem Abi, işsiz gazetecilere burada iş verirdi. Çok basın çalışanı geçmiştir bu kurumdan.

1995 yılında Ankara’da Siyah Beyaz adıyla bir gazete yayımlanmaya başladı. Gerçekten siyah-beyaz bir gazeteydi. O zamanlar “renkli basın” biraz küçümsenir, “boyalı basın” denirdi. “Le Monde” gibi Avrupai bir gazeteydi Siyah Beyaz. Orada Ertan Günçiner, Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul'la çalıştık. Gazete üç yıl sonra kimlik değiştirip magazine yönelince ayrıldım. Kitap çalışmalarına ve dergi yazılarına ağırlık vermeye başladım. “Günlerin Kıyısından / Trabzon Yazıları”, “Siyah Beyaz Yazılar”, “Sivas Kitabı” bu süreçte yayımlandı. Bir de Serander Yayınları’ndan “Acının Külrengi” adlı şiir kitabım çıktı. Yaklaşık on beş yıldır BirGün gazetesinde haftalık köşeyazarlığı yapıyorum.

-Yeniden Trabzon özeline dönersek, sizin 55 yıl önce bıraktığınız kentle bugünkü Trabzon arasında ne gibi değişiklikler oldu? Daha doğrusu bu sürede neleri kaybetti Trabzon?

Ben Trabzon'da doğup büyüdüm. Gazeteciliğe burada başladım. Düşüncelerim burada biçimlendi. Kişiliğimi burada buldum. Ama hiçbir zaman bölgeci bir yaklaşım içinde olmadım. Ne var ki insan doğduğu yere benzer. İstesek de oradan kopamayız. Dolayısıyla Trabzon’a sevgi ve bağlılık duymam doğaldır. Kentle gönül bağımı koparmadım hiç. Ankara'da bulunduğum sürece de buradaki arkadaşlarla, meslektaşlarla ilişkimi sürdürdüm.

Uzaktan da olsa Trabzon basını izlemeye çalışıyorum. Bir dönem Trabzon Gazeteciler Cemiyeti'nin Başkanlığını da yapan Ömer Güner çok yakın arkadaşımdı. Trabzon'da çıkan bütün gazeteleri toplar, haftada bir paket halinde gönderirdi bana. O gazeteler hâlâ arşivimdedir. Eğer Trabzon'da Basın Müzesi projesi gerçekleşirse hepsini yeniden Trabzon'a armağan edeceğim.

“YAŞADIĞIM SOKAKLARI VE EVLERİ BULAMIYORUM!”

Trabzon’un dünü ve bugünü arasında bir değerlendirme yapmak benim için kolay değil. Çünkü elli beş yıldır Ankara’da yaşıyorum. Buralara çok sık gelme olanağım da olmuyor. En son 7 yıl önce gelmiştim. Bu 7 yıl içinde bile çok büyük değişiklikler olmuş. Yollar genişlemiş; yeni köprüler, tüneller, üstgeçitler, viyadükler yapılmış, trafik yoğunlaşmış. Bu gelişimdeki kadar hiç kalabalık görmemiştim Trabzon’u! Nüfus, belirgin biçimde artmış. Uzunsokak ve Maraş Caddeleri’nde rahat yürüyemiyorsunuz. Arap nüfusun görünürlüğü dikkat çeliyor. Uzungöl’ün, bu kesimin istilasına uğradığını söylüyor hemşerilerimiz. Çoğu oradan mülk edinmiş. 1990’larda komşumuz Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonucu Çömlekçi semtimiz “Rus Pazarı”na dönüşmüştü. Sokaklar ve Çömlekçi’deki oteller, “Nataşa” denen Rus kadınlarıyla doluydu. Şimdi bambaşka bir kimlik kazanmış oralar. Hoyratça yıkım ve hızlı yapılaşma kentin tarihsel yüzünü, kültürel dokusunu değiştirmiş. Yani şu Boztepe'nin haline bakın! Çocukluğumuzun mesire yerleri olan Boztepe ve Soğuksu, tanınmaz durumda şimdi. Yeni zenginlerin lüks villalarıyla dolmuş buralar. Çocukluğumda Hıdrellez'i kutlamak için Boztepe’ye giderdik. Orada piknik yapardı insanlar. Bugün aşağıdan bakınca artık Boztepe’yi göremiyorsunuz. Her tarafa ev yapmışlar! Nasıl izin vermişler bu yağmaya, anlamak güç!

Trabzon’da beni en çok rahatsız eden çirkinliklerden biri de Meydan’da kentin böğrüne hançer gibi saplanmış o beton köprü! “Tanjant yol” diyorlar adına. Gerçekten utanç verici bir görüntü. Yetkim olsa hemen yıkarım bu ucubeyi!

17-4

Trabzon'daki eski yazlık Sümer Sineması'nın kapısı. O da artık tarihe karıştı.

Uzunsokak’ta Yazlık Sümer Sineması vardı eskiden. Açıkhava sinemasıydı. Çocukluğumuzda “Kırkmerdiven” denen bir yükseltiden o bahçede gösterilen filmleri kaçak izlerdik. Bundan önceki gelişimde baktım ki sinema bahçesinin üzerinden tanjant yol geçmiş. En azından kapısını bulayım dedim. Aradım ve fotoğrafını çektim. Üzerinde “SS” harfleri yazılı tarihi kapı acaba yerinde mi diye bu gelişimde yeniden aradım. Baktım kapı mapı kalmamış? Ya, insan en azından o kapıyı korur değil mi? O kapıya bir plaket çakar. Onu bile yapmamışlar! Kışlık Sümer gibi Yazlık Sümer Sineması’ndan da hiçbir iz bırakmamışlar. Tarih bilincinden nasıl bir yoksunluktur bu? Batı ülkelerinde eski yapıları yenilerken en azından bir cephelerini koruyorlar.

Şimdi arıyorum ama Trabzon'da yaşadığım hiçbir sokağı bulamıyorum. 4-5 ayrı mahallede ve evde yaşadım. Doğduğum evi, okula gittiğim evi bulamıyorum. Hiçbiri yok. Nereye gitmiş benim tarihim, geçmişim, anılarım? Buna hakkı var mı kenti yönetenlerin?

Özetle söylemem gerekirse eski Trabzon gitmiş, tarihsel bağlarından kopuk yeni bir Trabzon gelmiş! Doğup büyüdüğüm kenti tanımakta gerçekten güçlük çektim bu kez. Yabancı bir kente gelmiş gibi duyumsadım kendimi.

YOK EDİLEN BİR TARİH!

-Son 50-60 yılda başka ne gibi değişiklikler gördünüz Trabzon’da hocam?

Trabzon’u hep “tarih ve kültür kenti” diye anlatırız. Trabzon bir imparatorluk kentidir. Ne yazık ki o tarihi dokuyu yok etmişiz. Sözgelimi, 1912 yılında opera binası olarak yapılan ve çocukluğumuzda Kışlık Sümer Sineması olarak bildiğimiz dünyanın başyapıtları arasında sayılan bir kültür merkezimi yol genişletmek bahanesiyle acımasızca yıkmışız! Meydan Parkı'nın bitişiğindeki o canım binaya nasıl kıydılar? 1958 yılında belediye meclisi kararıyla yıkılmış. Benim sinemayla tanışmam o binada olmuştu. Dumlupınar İlkokulu’nda öğrenciyken, ilk olarak sınıf öğretmenimiz Kâmuran Kazançel götürmüştü bizi oraya. Ben o sinemada daha sonra çok film izledim. Tarihi Trabzon Meydanı’ndaki o görkemli binayı yıkmak yetine o alanı trafiğe kapatmak daha doğru olmaz mıydı? Ben o alandaki belediye binasının balkonunda İsmet Paşa’yı dinledim. Daha sonra da pek çok siyasetçi ve devlet adamı da halka o balkondan seslendi.

Siz bilmezsiniz herhalde. Suluhan'ın tam karşısında küçük bir adacık vardı. Üzerinde de Şems Oteli. Eski fotoğraflara bakarsanız görürsünüz. Trabzon’un en güzel yapılarından biriydi. Nâzım Hikmet’le Vâlâ Nurettin Moskova’ya giderken Trabzon’un Bolşeviklerinden Esat Ömer Eyyubi ve Kemal Ahmet ile burada buluşmuşlardı. Bu tarihsel yapı da sahibi Şems Ahmet’in tüm itirazlarına karşın 1963 yılında yıkılarak yola katıldı.

18-2

Trabzon’un eşsiz yapılarından Şems Oteli de 1963’te yol kurbanı oldu.

Trabzon’daki Ayasofya Müzesi de kimlik değiştirdi. Cami kıtlığı mı vardı Trabzon'da Allah aşkına? Ne gerek vardı bu müzeyi camiye çevirmeye? Bunlar tamamen ideolojik yaklaşımlar. Tarihe karşı saygılı olmak lazım. Bu topraklar üzerinde ne varsa bizim ortak değerimizdir ve korunmayı aynı ölçüde hak ediyorlar. Her gelen bir şeyleri yıkar ya da bozarsa bunun sonu neye varır? O zaman tarih diye bir şey kalmaz.

19-13

Araştırmacı yazar Dr. Mustafa Duman'la Trabzon'daki Ayasofya Müzesi önünde (2011)

“HORMONLU BÜYÜME, KENTİN KİMLİĞİNİ YOK EDİYOR”

-Çok mu değişmiş buldunuz kenti?

Trabzon kent olarak büyüyor, fiziki alan olarak genişliyor. Elbette hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Gelişmeye açık olmalıyız. Trabzon'un gelişimi beni de mutlu eder. Ama bir şeyleri yıkıp dağıtmadan, tarihle bağımızı koparmadan yapmalıyız bunu. Kentin tarihi değerlerini, kültürel dokusunu korumak, gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur. İçim yanarak söylüyorum: Buralar artık benim Trabzon'um değil! Çocukluğumu, gençliğimi yaşadığım Trabzon değil…

Trabzon'un tarihten gelen bir kimliği var. Hormonlu büyüme bu kimliği yok ediyor. Büyük bir yıkıma uğradı Trabzon. İnsanlar her yerde rant peşinde! Bu yoğun yapılaşmayı içime sindiremiyorum.

Trabzon’da fabrika olmaması öteden beri temel bir eksikliğimizdir. Fabrika, bir kentin sosyolojisini ve kültürel yapısını da dönüştürür. Trabzon’da iş alanı olarak küçük işletmeler var. Fabrika işçimiz olsaydı durum daha başka okurdu. İşçi olunca sendikalaşma oluyor. Mücadele oluyor. Emek-sermaye çelişkisi ortaya çıkıyor. Bir hareketlik, bir dinamizm geliyor kentin yaşamına. Cumhuriyet Türkiyesi, fabrikaları yalnızca ekonomik birimler olarak düşünmedi. Oraları aynı zamanda kültür, sanat ve spor alanları olarak tasarladı. Fabrikalarda kreş, okul ve kültür merkezi vardı. Akşam tulumunu çıkarıp banyo yaparak tiyatroya, konsere gidiyordu fabrika işçileri. Bilinçlenmiş, aydınlanmış bir emekçi kuşağı doğuyordu.

TRABZON, YOL AYRIMINDA

Biliyorsunuz, bir dönem Trabzon'un adı çok kötü anılmaya başlamıştı. Burada üst üste işlenen cinayetler, yaşanan olumsuzluklar, Trabzon’un algısını iyiden iyiye değiştirmişti. 60-70 yıl öncesinin Trabzon'unu anlatan “Günlerin Kıyısından” kitabımı okuyanlar, Trabzon’un bu durumuna şaşıyorlardı. Ama bu olumsuz hava biraz kırılmaya başladı. Trabzon’da da siyasal açıdan olumlu gelişmeler var. Bir değişim gözleniyor. Yıllardır AKP yönetiyordu kenti. Son yerel seçimde merkez ilçe Ortahisar’ı CHP’nin kazanması umut yarattı insanlarda. Ben bunu bir başlangıç sayıyorum. Daha da ileriye gidecektir. Zaten toplumların yaşamında sürekli geriye gidiş olmaz. Ana doğrultu hep ileriye doğrudur. Yol güzergâhında bazı sapmalar, duraklamalar, kısa süreli gerilemeler olur ama tarih hep ileriye doğru akar.

“ENDÜSTRİYEL SPORA KARŞIYIM”

-Hocam Trabzon'a gelip de Trabzonspor’u konuşmazsak olmaz!

Evet, Trabzon futbolla yatar, futbolla kalkar! Ama ben bu konuda konuşacak en son insanım. Bir Trabzonlu olarak Trabzonspor’la doğal bir gönül bağım olsa da fanatik bir yandaş değilim. Ayrıca endüstriyel spor kavramı, benim spor anlayışımla bağdaşmıyor. Spor kulüpleri artık şirketleşmiş. Hisse senetleri borsada işlem görüyor. Kulüp yöneticileri de o yörenin en varlıklı kişilerinden oluşuyor. Dünyada bir oyuncu borsası kurulmuş. Parayı bastırıp dünyanın en iyi futbolcularını satın alıyor, sonra da onların başarılarıyla övünüyorsunuz! Ben bu sisteme karşıyım. Bakın bu toprağın çocuklarında spor yeteneği var. Trabzon’dan yetişmiş çocuklar dünyaya açıldılar, büyük takımlarda yıldız oldular. Altyapıdan insanları yetiştirip bunlarla başarı sağlayarak övünmek gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Trabzonspor’un en büyük başarılara ulaştığı dönemler de hep bu altyapıdan gelen çocukların eseri olmuştur. Benim kulüplere uzak durmam biraz da bu yüzdendir. Endüstriyel sporla aramda epeyi bir mesafe var. Yanlış anlaşılmasın, insanlar arasında ayırım yapmam. Ama para gücüyle yabancı ülkelerden devşirdiğimiz futbolcularla övünmek bana saçma geliyor! Çünkü onları biz yetiştirmemişiz, hazır almışız. Bunu değerli bulmuyorum.

20-4