Acıyı yaşayanlar bilir, okuyanlar ise neler olduğunu sonradan öğrenir. Birinci Dünya Savaşı’nın karmaşık yıllarında, koca Osmanlı İmparatorluğu, canını kurtarmak için, okyanuslarda vurgun yemiş devasa balınalar gibi; bir öteye, bir beriye çırpınmaktadır. O dönemin büyük devletleri sayılan, İngiltere, Fransa, Rusya; bekledikleri büyük günün geldiğine inanarak Osmanlı’ya son darbeyi vurmanın hazırlıklarını eksiksiz tamamlamışlardı. Kibir ve gururlarından Osmanlı devleti kendileriyle bu savaşa girme isteğini iletince; o günkü haliyle Osmanlıyı sırtlarında bir kambur olacağı düşüncesiyle reddederek Almanya gibi ayni emperyalist iştahtaki rakip bir devletle işbirliğine mecbur bırakmışlardı.

Osmanlı’nın önce Kuzey Afrika’da ve sonra da Balkanlardaki bütün topraklarını kaybetmesi halk ve ordu içerisinde derin üzüntülere sebep olmuştu. Bir zamanlar bir fermanla dize getirdiği ülkelerin ve bu ülkelerin destekledikleri Osmanlı tebaası milletlerin son dönemde yaptıkları inanılmaz yanlışlar aklın alacağı bir iş değildi. Osmanlıların; kendi öz milletinden esirgediği, müsamaha, hoş görü ve devlet imkânlarını kullanmada hep önde tuttuğu gayri Türk, gayri İslam ve dahi İslam bildiğimiz topluluklar hep Osmanlı’nın karşısında ve düşmanın saflarında yer almışlardı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi olan 5.Mehmet Reşat’ın, Edile-i Şeriye hükümlerine göre açtığı “sancağı şerifinde” hiçbir etkisi olmamıştı. Hâlbuki bizim İslam inancımıza göre; halife sancağı şerifi açınca, bütün İslam devlet ve toplulukları onun altında toplanmak mecburiyetindeydiler! Demek ki, halifelik makamının da İslam dünyasında hiçbir etki ve yetkisi kalmamıştı, bunu unutmayalım!

Abdülhamit’in açtığı okullarda okuyup, vatansever duygularla yetişen, gözü pek, bilgili, çağın gelişmelerini okuyabilen Osmanlı Ordusunu yöneten kahraman kurmay ekibi, subay ve erlerimizin gayretlerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda istediğimizi elde edemedik. Destan yazdığımız Çanakkale’ye rağmen, doğu cephesi çökünce, başta Erzurum, Kars, Erzincan, Bayburt ve Trabzon olmak üzere bölge şehirlerimiz, bir bir Rus’lar tarafından işgal edildi. Bilinen kabalıklarına rağmen Ruslar bu işgal yıllarında ince bir politika izleyerek, kendileri doğrudan doğruya halka zulüm etme yerine, orduları içerisinde Rus askeri giydirdikleri Ermenilere yüzyılın en alçak ihanetlerini yaptırarak, girdikleri her yerde yaşayan insanlarımızı en vahşi şekilde işkence yaparak öldürttüler.

Osmanlı tarihinde “milleti sadıka” ünvanı ile ödüllendirilen bu alçak katliamcı çetelere, her türlü askeri desteği, mühimmat ve planları Ruslar vermekteydiler. Zaten halka da sorduğunuz zaman; bize Ruslar ekmek verdi, iyilik yaptı ama Ermeniler bizi katletti derler. Hâlbuki bu Ermenileri kışkırtıp, silahlandırıp savunmasız insanlarımızın, korumasız çocuk ve kadınlarımızın üzerine salanın Ruslar olduğunu çoğu insanımız bilmez!

Bizim acımızı bizler biliriz, Erzurum’da, Erzincan’da, Bayburt’ta yapılanları o bölge insanımız çok iyi bilir. Trabzon’da yapılanları da bizler çok iyi biliriz. Şahsen ben Suiçmezoğlu Bican Ağa’nın hanımının gözleri önünde, Araklı’nın Pervane köyünde Ermeniler tarafından nasıl katledildiğini çok iyi bilirim. 105 yaşında vefat eden dedemin söylemleri bu alçaklığı hafızama kazımıştır. Keza Rize de, Of’ta, Sürmene’de, Vakfıkebir’de, Beşikdüzü’nde Rus orduları içerisindeki elbiselendirilmiş Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları, tecavüzleri, annesinin kucağından alınıp tandırlarda yakılan bebelerin feryatlarını bölge insanı olarak çok iyi biliriz.

1 Kasım 1914 yılında Rusların donanmaları ile bombaladığı Trabzon, yine onlar tarafından fiili olarak 18 Nisan 1915’de işgal edildi. İşgal sırasında yerli Ermenilerin Rus komutanın ayağının altına serdiği Türk bayrağının acısını Trabzonlu çok iyi bilir ve unutmaz. Bu gün Suriye’de kontrol noktalarımızdaki askerlerimizi Suriye uçaklarını bombalatıp evlatlarımızı şehit eden de aynı Rusya’dır. Dün Ermenileri kullanıp yiğitlerimizi şehit ettiren Rusya’yı Türk milleti de, bölge insanı olarak bizler de çok iyi tanımaktayız. Trabzon’un kurtuluş yıldönümü münasebetiyle ilgili güzel çalışmalar yapıldı. Ancak bütün bu güzellikleri gölgeleyebilecek bir de eksiklik vardı, keşke olmasaydı diyorum!

Demem o dur ki; bütün bu acıları yaşayan bölge insanımızın yetiştirdiği ünlü tarihçiler olmasına rağmen, koskoca KTÜ gibi 2000 kişilik akademik kadrosu olan bir üniversitemizin olmasına rağmen, bu acıları okuyarak öğrenen bir akademisyen yerine, yaşayanların anlatımları ile paylaşan akademisyenlerinde “İşgalden Kurtuluşa Trabzon Savunması” programının içinde olması çok güzel olur du?

Bu kadar insanın kalbini kırmaya kimin hakkı vardır ki? Unutmayalım ki Trabzon’unda tarihçileri vardır!