Sürmene-Konak mahallesinin mezarlığından geçerken bir mezar taşına yazılan çok ilginç bir ifade ile karşılaşıp şaşırmıştım! Bu ifade aynen şöyleydi: “Hastayım dedim inanmadınız, şimdi ne oldu? 

Yani ölen kişi ölmeden önce hastalığı olduğunu, tedavi olmazsa öleceğini yakınlarına söyleyip durmuş! Oysa yakınları da; nasıl olsa bir şey olmaz diye bekleyip durmuşlar. Sonunda tabii olarak tedavi edilmediği için hasta ölmüş. Onun duygularını ifade etmek için yanlış yaptıklarını onun ölümünden sonra anlayan ve ölümüne sebep olan yakınları ise mezar taşına böyle yazmışlar.

Tıpkı bizim ülkemizde meydana gelen ve her gün gözümüzün önünde cereyan eden yanlış ve tahrip edici gelişmelerin olduğunu haykıran söylemlere rağmen, tedbir alıp bu yanlışları engellemesi gereken sorumlu ve yetkililerin gelişmeleri seyretmesi gibi! Sonuç biz istemesek de, böyle giderse, hastalığını anlatamayan insanın durumu gibi olacak! Bunu kim ister ki? Mesela;

Sayıları on milyonun üzerinde olduğu söylenen mültecilerin doğum yaşı 19, doğum oranı 6.1 gibi çok yüksek bir rakam. Nüfus çoğalmasıyla ilgilenen her insanın anlayabileceği gibi çok uzun olmayacak bir zaman diliminde böyle devam ederse bizler kendi ülkemizde azınlığa düşeceğiz! Çünkü Türkler de doğum yaşı ortalaması 26, doğum oranı 1.7 gibi küçük bir oranda gerçekleşiyor ve bu oran uygulanan yanlış politikalar neticesinde her geçen gün azalıyor!

Türkiye’nin ihtiyacına karşılık Dünya Bankası; kredi veririm ancak verdiğim kredinin %50’sini mültecilerin istihdamı için kullanacaksın, yoksa vermem demeye getiriyor! Yani; mültecileri ülkemize yığdıkları yetmiyor, birde onların vatanımızda kalıcı olmalarını sağlayacak dayatmalarda bulunuyorlar! İnanılmaz bir durum!

Yine Dünya Bankası yıllardan beri verdiği tarımsal krediler için şartını ülkemize kabul ettirmiş ve demiş ki; benim verdiğim krediyi köylüye-çiftçiye ekip biçmeden, yani üretmeden, yani doğrudan vereceksin. Ürün bazlı değil, alan bazlı vereceksin ki, onlar kahvede oturarak, belli bir süre sonra ekip biçmeyi bıraksınlar, üretim olmasın, sonunda ihtiyaçlarız için biz size satarız! Bu da akıl tutulması gibi bir şey! Ne yazık ki; yıllarca uygulanıyor ve biz bunu ülke olarak göz göre göre kabul edip uygulamaktayız. Ekilip biçilen tarım alanlarımızın her yıl azalması planın tuttuğunu gösteriyor!

Ve yine, kalkınmış ülkeler; biz sanayileştik ve kalkındık ancak havaya çok fazla sera gazı saldık. Adı, kalkınmakta olan ülkeler olan ve ne hikmetse 50 yıldır kalkınamayan ülkelere diyorlar ki, siz sanayileşemezsiniz! Neden diye sorulduğunda; bizler yeterince havayı kirlettik, ama siz kirletemezsiniz demeye getiriyorlar!

Ailelerce yapılan tarımsal etkinlikler yerine endüstriyel tarım yapacaksınız dayatması yapıyorlar bize. Yani; çok uluslu şirketlere topraklarınızı açacaksınız. Onun için başta İsrail olmak üzere birçok ülke vatanımızdan binlerce dekar arazi alıp etrafını dikenli teller ile sarıyor ve başına asgari ücretli bir de bizden bir güvenlikçi dikiyorlar! Akla zarar gelişmeler bunlar!

Yetmedi; Dünya bankasının kredi dayatmaları devam ediyor, diyorlar ki; Türkiye, şirketler imparatorluğu ile yönetilecek, tıpkı Amerika’da olduğu gibi. Yerli üretim yapılmayacak, Ata tohumu kullanılmayacak, devlet üretimden çekilecek, toprak satışlarına çok uluslu şirketlerde girecek! İyi de; bizim çok uluslu şirketlerle rekabet şansımız olmadığı için, yabancı sermaye gelecek, ülkemiz kalkınacak kandırmasıyla göz göre göre vatan topraklarımızı bir kurşun atmadan elimizden alacaklar! Bu nasıl akıl, anlamak mümkün değil!

Daha da ilginç şartları var dünya bankasını ki akıllara zarar! Diyorlar ki; siz hayvan beslemeyin, çünkü büyük baş hayvanların çıkardığı gazlar havadaki oksijen oranını bozuyor, bu dünya insanlığı için tehdittir! Siz bundan dolayı, yapay et yiyin, hem bu daha besleyicidir. İnek vb. gibi hayvanları beslemeyin! Bu gün bir bakıyoruz ki; gelinen uygulama süreci sonunda bu uygulama neticesinde etin kilosu bizim alım gücümüzü aşmış artık! Akla zarar!

Bu dayatma ta 1980’li yıllarda başlatılıyor. O yıllarda Türkiye’nin Nüfusu 50 milyon iken, canlı hayvan sayısı 80 milyondu. Bu dayatmalar sonucu bu gün; Türkiye’nin nüfusu 85 milyonken, canlı hayvan sayısı 50 milyona civarına düşmüştür. Şimdi anladınız mı, etin kilosu neden 1000 TL’ye doğru tırmanıyor!

Ve yine diyorlar k; mültecileri, insan hakları, uluslararası anlaşmalar vb. gibi duygusal hikâyeler ile bizler ülkelerimize kabul edemeyiz. Eğer bizden kredi istiyorsanız; alın size önce “geri kabul” anlaşmasını imzalayın. Bir şekilde sizin sınırlarınızdan kaçıp bize gelen mültecileri hemen size iade edeceğiz, merak etmeyin zaman zaman birkaç kuruş yardım da yaparız diyerek, bakış açılarını ortaya koyuyorlar.

Türkiye de; siyaseti ve medyayı kendi çıkarları doğrultusunda tasarımlamaya çalışarak, gözümüzün içine baka baka, art niyetlerini kalkınma projeleri ve kredi yardımı olarak ülkemize yutturmaya uğraşanların yaklaşımlarının farkında olmalıyız. Bu müsamahanın, iktidarı, muhalefeti olmaz! Son hızla; sömürülüyoruz ve de kandırılıyoruz! 

Yoksa mezar taşına yazılan yazı gibi, bir gün insanlar şunu diyecek olmasınlar; bizler bütün bu tehlikeleri görmüş ve anlatmıştık ancak, yetkilileri ve sorumluları inandıramamıştık! Yani çok yakın bir gelecekte mezar taşımıza; “hastayım dedim inanmadınız, şimdi ne oldu”? diye yazılmasını istemiyorsak, topyekûn, uyanmak zorundayız.

Bunlar için iktidarda kimin olduğu hiç önemli değil. Ne yazık ki; parayı veren, emir de veriyor!