Milli Devlet anlayışında insana verilen değer liberal bakıştan çok farklıdır. Özünde insanın kim olduğunu irdeleyerek sonuca varmak daha kolay olur. İnsan tüm yaratıkların en onurlusudur. İnsan, yaradılışı nedeniyle “sosyal bir varlıktır.” O nedenle tek başına yaşamaktan çok toplu yaşamayı benimser.

İnsanlar çift yaratılmıştır. Kadını erkekten, erkeği kadından ayırmanın olanağı da gereği de yoktur. İnsanları insan yapan temel öğe doğalarındaki  var ola duygulardır. Bu toplumsal olgu toplumsal yapının oluşmasını sağlar.

En küçük toplum birimi elbette ki ailedir. Gerek ailenin oluşmasında gerekse bir ulusun birliğinde temel unsur sevgidir. Sevginin olmadığı ailede ve büyük toplumlarda birlik beraberlikten, saygıdan söz edilemez.

Ailede evlilikle başlayan kadın erkek birlikteliği her şeyden önce sevgi ile perçinlenir ve yürütülür. Ailede önce eşlerin birbirlerine sonra anne babanın çocuklarına gösterdikleri sevgi sağlam aile ve sağlam toplum oluşturur.

Sevgiden yoksun büyüyen bir çocuktan; evinde sevgi, saygı tohumları ekmesini beceremeyen anne baba, dengelerin oluşmasına katkıda bulunamaz. Çünkü aile kendi sorunlarını, duygularını paylaştığı bir limandır. İşte bu liman sevginin, huzurun kaynağı ve güvenin duyulduğu yerdir.

Bir soyun devamı için aile şarttır. Ulusların geleceğe güvenle bakmaları, geleceklerini devam ettirmeleri için aile şarttır. Peki, öyle ise gün geçmiyor ki kadına şiddet, kadının ölümü, hatta kadına tecavüz basında yer almasın.

Toplumda kadının ezilmişliği başlı başına bir gündem maddesidir. Bunun temelinde yatan elbette ki eğitimsizliktir. Kuşaktan kuşağa getirilen gelenektir.

Eğitimsiz ailede ezilen kadın, büyütmeye çalıştığı çocuklarından erkeğe daha fazla önem verdiği bir gerçektir. Annenin gözünde suçlu hemcinsi olan kız çocuğudur. Bu duyguyla eğitilen ve büyütülen erkek ileride kadına karşı kendini üstün yaratık olarak görmekte ve eşini, kızını hatta toplumdaki kadınları küçümsemektedir.

En küçük toplum birimi olan aileye büyük görevler düşmektedir. İçlerinde taşıdıkları insanı duygularla çocuklarına, sevgiyi, merhameti, vefayı, dürüstlüğü öğretmek zorundadırlar. Elbette ki ailede çocukların, duygusal ve zihinsel olarak yetiştirilmesinde annenin payı  çok büyüktür.

Kadın, bir neslin devamında, ve o neslin eğitiminde aldığı görev nedeniyle  toplumsal yapının direğini oluşturmaktadır. Onun için kadın, en iyi şartlarda yaşamalı, yetiştirilmeli ve toplumsal güvencesi olmalıdır. Çünkü gelecek nesillerin ilk öğretmeni odur.

Ben “Kadın hakları” adının bir çağdaş toplumda gündem oluşturmasından utanıyorum. Kapitalist sistemin gereği, kadına çalışan, para kazanan bir makine gibi bakılırsa toplumsal kanamayı durduramayız. Çünkü ben kadını ezilen, haklarını aramayan ve kişilik olarak zayıf birisi olarak görmüyorum ve görmek istemiyorum. Onun için bu isim “kadın hakları” değil de “insan hakları” olarak seslendirilirse daha onurlu bir yaklaşım olur.

“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksiltmeyeceksin” diyen kafalar eğitilmediği sürece bu ülkede kadın ikinci sınıf vatandaş olarak kalır gibi.

Ne dersiniz?