Tarihten gelmiş ülkelerin Anayasası, kanunları elbetteki vardır. Ancak bu yazılı belgelerden daha önemlisi  tarihin derinliklerinden bugüne taşımış ve yaşadığı çağa uyarlamış gelenek ve görenekleri vardır ki bu o ulusu ölümsüzleştirir. Göktürklerden, Uygurlardan, Selçuklulardan, Osmanlılardan getirdiğimizi kültürümüzü, geleneklerimizi  Cumhuriyet’le beraber sonsuzlaştırdık. En azından ben öyle düşünüyorum.
“Büyük dağın büyük rüzgârı olur” atalar sözünden yola çıkarsak biz Ortadoğu’da büyük devletiz. Ordusuyla, kültürüyle, genç nüfusu ile büyük devletiz. Onun için bizim kuyumuzu kazan ve çekemeyen ulusların varlığını kabul etmek ve ona göre politikalar üretmek gerekir.
Meydanlarda, salonlarda ölçüsüz konuşmakla meydan okumakla bir yere varılamadığını anlamış olmamız gerekir. Çünkü bu tür davranışlar bizi uluslararası toplumda büyütmüyor küçültüyor. Cumhuriyetin ilkeleriyle oynayarak ve Atatürk’ü küçük düşürerek bir yerlere varamayacağımızı sanıyorum ki bu son olayla anlamışızdır.
Gerçeği neden dile getirmekten korkalım ki? 1970’lerden beri  sinsi sinsi ülkemizi sarmalayan bir zihniyetin varlığını eli kalem tutan, okuyan herkes biliyordu. Okulların özellikle fen liselerinin, askeri okulların polis kolejlerinin ve belirli fakültelerin adım adım nasıl ele geçirildiğini bilmeyen yoktu.
Ülkemizin gelişmesini çekemeyenler, Ortaçağ kafasını yerleştirmek isteyen yabancıların ülkemizde at oynattıklarını da biliyorduk ama üç tane oy için göz yumduk. Bu gidişe sağcı iktidarlar da solcu iktidarlar da göz yumdu. Hele 12 Eylül darbesi ile bu oluşumun lideri protokolde yer aldı, akıl danışılan bilge oldu. Büyüdü büyüdü ve zamanla devlet içinde devlet oldu. Ahtapot gibi sardı ülkeyi ve ona yataklık yapan ülkeleri.
Son iktidar döneminde ise artık duygularını, niyetini gizleyerek iktidarın boşluğundan yararlanarak at koşturmaya başladı. Devlet adamlarının kürsülerde, büyük bilge, büyük hoca ve büyük vatansever olarak adlandırarak üç tane oyunu almak için kılıktan kılığa girdiler.
Canavarı bu iktidar besledi ve büyüttü. Bilemedi ki canavarın sağı solu belli olmaz, fırsat buldu mu sahibini de yer.
 Ne yalan söyleyeyim ben, Türk subayının bu adamın peşinden gideceğini hiç düşünmemiştim. Ama görüyoruz ki üst rütbeli askerler bile bu insana, bu Ortaçağ kafasına, inanmışlar ve onun için hayatlarını ortaya koymuşlar ve ülkeyi kan gölüne çevirmekten geri durmamışlar. Yazık!
 Ben 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış bir insan olarak adına ister ihtilal ister darbe deyiniz hiçbiri ülkemize yarar getirmemiş, binlerce gencimizin ölümüne, hapislerde sürünmesine neden olunmuştur. Bu nedenle 15 Temmuz olayını da baştan beri alkışlamadım ve endişeyle karşıladım.
Endişeyle karşıladım diyorum . Çünkü ihtilala kalkışan kişinin kimliği ve  neyin nesi, kimin fesi  olduğu bile bilinmiyordu o gün. Gördük ki İran’da uygulanan ve Humeyni’yi başa getiren plan ülkemize de uygulanmakta ve başımıza Fetullah getirilecekti.
Güzel de  bu insanların hazırlık yaptıklarını MİT ve diğer istihbarat birimleri bilmiyorlar mıydı? Neden kan dökülene kadar bekletildi ayıklama? Polis-asker karşı karşıya getirildi. Asker askere kurşun sıktı. Bu davranış bizi uluslararası toplumlarda büyütmedi, küçülttü.
Umarım ve dilerim ülkemiz ve ülkemiz insanı bu tür ayak oyunlarına bir daha gelmez.