Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar.” Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz.” Bu iki özlü söz bir anneyi anlatmaya yeter de artar bile.

Annem, beni dokuz ay karnında taşıyan yüce insan! Annem, aylarca ak göğsünden sütüyle beni besleyen sevgi yumağım! Seni ne kadar özledim biliyor musun? O sıcak ellerini, yorgun bedenini, uykusuz ruhunu çok özledim Annem!
Ben küçücüktüm, sıcak bedeninden doğaya çıkmıştım henüz. Doğa küçük bedenimi ezip geçiyordu. Soğuk sıcak; kar, yağmurla yeni tanışmıştım, o küçücük bedenime dokunup duruyordu. Doğa canavarına karşı sevgisiyle, kokusuyla beni koruyan kişiydi annem.

Tarlasında, çayırında, danasında, kuzusunda akşama kadar koşan koşuşturan o sevgi dolu insanı, tüm anneleri sevgiyle anmak ve yaşayanlara sağlık dilemek her evladın temel borcudur.

Yorgun Annem! İşinden, gücünden evine döner dönmez, terli bedenini kurutmadan ak göğsünü ağzıma verip öncelikle benim doymamı sağlayan unutulmaz kadındı.

Ben sancılanırdım, ben boğmaca olurdum, kızamık belki de çiçek hastası da olurdum. Sabaha kadar uykusunu uyumaz, benim iyileşmem için köy yerinde kim bilir ne kocakarı ilaçları içirirdi bana?

Sabahın ezanı ile kalkar, belki bir saat belki birkaç saat uykusu ile tarlaya bağa bahçeye koşardı. Koşmak zorundaydı da. Beni sarar sarmalar bir ağacın dalında yaptığı salıncağa koyar eliyle tarlasını, bağını bahçesini hazırlar, kulağı ile beni dinlerdi.
Benim mamam, annemin sütüydü. Benim bezim ak bezden kesilmişti. Şimdi şehirlerde satılan mamalar veya hazır çocuk bezleri yoktu ki o zamanlarda. Altım ıslanırdı, belki o ıslak bezle saatlerce kalırdım kundağımda. Tarlasında çalışırken yorgun düşen veya karnı acıkan annem, benim salıncağımın olduğu ağacın altına gelir gölgede dinlenir, suyunu içer, karnını doyurur ve benim bezimi değişirdi. Sütünü ağzıma akıtır ve uyutur yine işinin başına dönerdi.

Tırnaklarında oje, dudaklarında ruj yoktu. Elleri nasırlıydı. Bedeni ter kokuyordu. Ama ben o küçücük burnumla onun, annemin, kokusunu alıyor ve kendimi güvende buluyordum.

Annem okur yazar değildi, ama çok zeki kadındı. Kendi zekâsını ve mantığını ön plana çıkarır çocuklarını, kendisini el âleme muhtaç etmezdi. Bir taşla birkaç kuş vururdu. Ambarını kışlık yiyeceklerle, samanlığını hayvanlarının yiyecekleri ile doldurmak ve bu arada çocuklarını büyütmek temel göreviydi.

Ben, 3- 4 yaşlarına geldiğimde annemin saçımı okşadığını, kucağına alıp sevdiğini anımsamıyorum. Sevemezdi beni, çocuklarını. Çünkü sevmeye zamanı yoktu işten, güçten. Belki içten seviyordu, belki yedirmeyi içirmeyi sevgi sanıyordu; ama bilinen  tek şey kötü niyetli olmadığıydı.Ancak  sevmeye zamanı yoktu annemin.

Yanlış anlaşılmasın benim annem böyle de Anadolu’nun çilekeş kadınlarının ve annelerinin yaşam tarzı farklı mı? Hepsi beş aşağı beş yukarı aynıydı. Çocuklarının büyümeleri de benimkine benziyordu.

Oyuncağım çamurdu benim, daldı, ağaçtı. Ne arabalarım, ne uçaklarım ne de tabancalarım vardı çocukluğumda. Biz doğada olanlarla oynar ve hayal gücümüzü onlarla birleştirir mutlu olurduk.

Bizlerin büyümeleri annemizi babamızı sevindiriyordu. Çünkü tarlada, çayırda, bağda bahçede çalışacak insana ihtiyaçları vardı. Koyunu, kuzuyu, ineği öküzü otlatmak için çocuklarının  7-8 yaşına gelmelerini beklerlerdi.

Ey Anadolu Kadını! Sen tarlanda çalıştın, çocuklarının karnını doyurdun. Akşamları çorap örüp Kurtuluş Savaşı’nda dövüşen askerlerimizin ayağın giydirdin. Bu da yetmedi omuzunla cepheye mermi taşıdın. Sen bu ülkeye, vatansever, büyüğünü sayan, küçüğünü koruyan evlatlar yetiştirdin. Sen eli öpülecek insansın.

Size minnettarız  anneler, kadınlarımız!

Anneler günümüz kutlu olsun