Göktürk yazıtlarında der ki; Hakan hizmet ve adaletini, bütün insanlığa paylaştırmak zorundadır. Bu durum Türk devlet geleneklerinde dünyayı adalet ile idare etme fikrinin büyük bir ülkü haline gelerek sistemleşmesini sağlamıştır.

Türklerin iki bin yıllık tarih boyunca kıtaları, birçok yabancı ırk, millet-din mezhep mensuplarını idare etmeleri yalnız kendi kuvvetleri ve cihan hakimiyeti mefkureleri ile izah etmek mümkün değildir. Aslında Türk ırkını cihan tarihinde devletçi, idareci, inzibatçı bir ırk olarak tanıtan, pek çok devletler tesis edip, türlü milletleri asayış içinde idare edebilmelerini temin eden çok güçlü adalet ve kamu hukuku esaslarıdır.

Devletin asli görevleri arasında insanların makam sahibi, mülk sahibi, devlet yetkilisi olduğuna bakmadan hepsini hukuk önünde eşit saymak ve kişiye göre ayrımcılık yapmamaktır. Diğer bir görevi de aç olanları yedirmek, giydirmek, açıkta olanlara da bir barınak bulmaktır. Bunu yaparken de adaletli şekilde davranmaktır. Halkına geliri adaletli şekilde dağıtmaktır. Devlet yönetiminin halkına, halkın da devlete karşı sorumlulukları mevcuttur. Her kesim bu görev ve sorumluluklarını yerine getirirken adaletli davranmak zorundadır.

Karşılık beklemeden insanlara hizmet, insan sevgisinden doğan koruyuculuk, hürriyet ve eşitlik düşüncesinden kaynaklanır. Bu da adaletin temelini oluşturur.

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye “insanı yaşat ki devlet yaşasın” dediği gibi günümüzde de devlet yönetimine düşen görevlerin başında bu vardır. Devleti yaşatmak için insanları yaşatmalı ancak bunu yaparken adaletli olmalı ki insanlar birbirine düşmesin.

Kişioğlunun toplumsal bir varlık olarak yerkürede görünmesi ile birlikte, geçmişten günümüze kadar uzanan süreçte insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesinde, güç ve yetkinin paylaşımında önemi ve zorunluluğu hiçbir zaman azalmayan adalet olgusunu iyi kavramak gerekir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, tüm dünyanın, daha çok uzun yıllar insanlığın yitik kavramı olan “adaletin” devlet yönetiminde vücut bulması gerekliliği zorunludur.