Yazımın başlığını; okurlarım, Şeyh Edebali’yi anarak tamamlasın isterim.

Yazım, “Ana dilimiz, anamızın ak sütü kadar helal dilimiz.” Diye mırıldanarak okunsun isterim.

Dilimiz:

Kökleri binlerce yıl öncesine uzanan ve insanlığın sayılı dilleri arasında yer alan kadim dilimiz.

Kaşgarlı Mahmut gibi bir dil bilimciye ve Divan-ı Lügâti-t Türk gibi ansiklopedik bir sözlüğe sahip olan zengin dilimiz.

Balkanlardan Anadolu’ya, Urallardan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya, Orta Asya’dan Sibirya’ya, sonsuz coğrafyalarda konuşulan canlı dilimiz.

İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsçanın kuşatması yetmiyormuş gibi günün sonunda uydurukçanın amansız saldırısıyla nefessiz bırakılmak istenen yaralı dilimiz.

Şimdilerde bir Kaşgarlı Mahmut, bir Karamanoğlu Mehmet Bey beklentisiyle yanıp tutuşan garip dilimiz.

    &&&&

2024 yılının şubat ayında gündeme getirilip, üzerinde etraflıca durulması gereken özel bir konu vardı: “Kaşgarlı Mahmut ve Divan-ı Lügâti-t Türk” 

Ama ne yazık ki bu sıralar, bu tür konular pek kimsenin umurunda değil!

Oysa bugünlerde; atasözlerimizden deyimlerimize, etniğimizden etnografyamıza, folklorumuzdan, inancımıza; dilimizin ve kültürümüzün tarifsiz hazinesi olan Divan-ı Lügâti-t Türk’ün yazımının tamamlanmasının 950. Yılına ulaşmış bulunuyoruz.

Konuyla ilgili yapılan araştırmalara göre; DLT, 12 Şubat 1074 tamamlanıp Abbasi halifesi Muhammed el Muktedî bi Emrillah’a sunulmuştur.

“950. yıl” gibi çok anlamlı bir yıl dönümüne ulaşılmış olunmasına rağmen konunun yeteri kadar ilgi görmemesi acı değil mi? Bu ilgisizlik dilimize ve ilk dilbilimcimiz Kaşgarlı Mahmut’a büyük bir vefasızlık sayılmaz mı?

    &&&&

Kaşgarlı 11.yy’da, Karahanlı çağında yaşadı. Dönemin bütün klasik bilimlerini okudu. Arapça ve Farsça öğrendi ancak kendini Türk diline adadı.

Bu amaçla Orta Asya’yı boydan boya katederek Anadolu’ya, oradan da Bağdat’a, 15 yıl Türklerin yaşadığı yerleri inceleme amaçlı gezdi.

Gezileri sırasında bir taraftan; Türklerin örf ve adetlerini araştırırken, diğer taraftan Türkçenin Hakaniye, Oğuz, Kıpçak, Argu ve Çiğil şivelerini öğrendi. 

1057’de Bağdat’a yerleşen K. Mahmut; Türkçenin zenginliğini, gücünü diğer dillerden özellikle Arapçadan geri olmadığını ortaya koyabilmek için eserini 1072’de yazmaya başladı ve 12 Şubat 1074’de tamamladı.

    &&&&

DLT Türk dilinin sonsuz hazinesidir. Bu büyük hazineyi bize kazandıran Mahmut, Türk sözlükçülüğünün atası, Türkoloji biliminin kurucusudur. 

Mahmut eserinde, kelimelerin sadece yabancı karşılıklarını (Arapça) vermekle kalmamış, onların Türk dilini öğrenebilmeleri için anlaşılır bir zemin oluşturmaya çalışmıştır. Zira Kitabında; Türk kültürü, Türk etnolojisi-etnografyası, Türk coğrafyaları ve mitolojisine genişçe yer vermiştir. Hatta; atasözleri ve deyişlerden, şiir ve folklordan, otacılıktan, yemek adlarına kadar Türklüğe dair akla gelebilecek her alanda muhatabını bilgilendirmek istemiştir.

Bu anlamda kendisi bir Türkolog, eseri de “Türkiyat ansiklopedisi” niteliğindedir.

Toplumların dünya görüşlerini dışa vuran en güçlü olgu şüphesiz ki atasözleridir. Türk düşüncesini yansıtan atasözlerimizin büyük çoğunluğu DLT’de kayıtlıdır.

Bu yazımda lügatte yer alan atasözlerinden bahsedemeyeceğim buna sayfalar yetmez. 

Ama Divan-ı Lügati-t Türk’te öyle atasözleri var ki titretir okuyucuyu, işte onlardan ikisi:

* “Erdem başı tıl” (Erdemin edebin başı dildir)

* “El kaldı, törü kalmas” (Memleket kalabilir, bırakılabilir ama töre bırakılamaz.)

    &&&&

1080’de Kaşgar’a dönen Mahmut orada adına yapılan Mahmudiye Medresesinde dersler vermeye başladı. 1105 yılında vefat etti ve Mahmudiye mezarlığına defnedildi.

    &&&&

Eserin bulunması ve gün yüzüne çıkartılmasını sağlayan Diyarbakırlı Ali Emir Efendi’yi rahmetle anıyorum. (1910’lu yıllar)

Kitabın tek yazması olan nüsha bugün İstanbul Millet Kütüphanesindedir.

Türk dilinin ölümsüzlüğünde, Kaşgarlı Mahmut’un etkisinin olduğu açıktır.

O iyi bir insandı. 

“Edgü er süngüki erir atı kalr” (İyi insanın, kemiği erir adı kalır)

KAŞGARLI MAHMUT; adın, dünyamızda bakidir.