Yazıma; Almanya’ya giden bir Türk çalışma gurubunun, Alman meslektaşlarıyla yaşadığı bir diyalogla başlamak istiyorum. 

Bizimkilerden biri, Alman meslektaşına; “Sizce Hitler nasıl biridir” diye, tuzak bir soru yöneltir.  Öyle ya insanlık tarihinin en sabıkalı isminin eylemlerini gerçekleştirdiği ülkeydi burası. Ve Almanya o dönemi devri sabık ilan etmişti. Bu bağlamda bizimkiler “Lanet olsun o döneme ve o dönemin aktörlerine” gibi bir cevabın gelebileceğini sanıyorlardı. 

Ama karşı taraftan bir cevap gelmedi, belli ki soru duyulmazdan gelinmişti. Bunun üzerine bizimki sorusunu daha yüksek bir tonla yineleyince guruptan birisi sözü ele aldı ve cevaplandırdı.

“Biz ölülerin ardından konuşmayız, bu hiç yakışık almaz.” Bizimkiler bu cevapla ciddi anlamda sarsıldılar. Daha şoku atlatamamışlardı ki sözcü devam etti:

“Ayrıca her şeye rağmen O bir Almandır.”

    &&&&

Ölülerin ardından konuşmak, konuşmak ne kelime saydırmak ve hakaret yağdırmak ne yazık ki çok tanıdık olduğumuz bir tutum oldu ülkemizde.

Kendimizi önce tarihçi, sonra yargıç yerine koyar cezayı bir çırpıda keser olduk. Orada dursak iyi, peşi sıra bildiğimiz bütün küfürler…

Belli ki; üzerimize giydiğimiz ideolojilerimiz, bize bu insanlık dışı davranışları yaptırıyor. Bu ideolojik efelenme; hedefe oturttuğumuz kişi ya da kişileri veya dönemleri, ezberletilen kalıplarla aşağıladığımızda zafer kazanmış hissi uyandırıyor besbelli.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunu sanmanın yarattığı cahil cesareti bu olsa gerek; “Gözlerini karartıp, dilini saldırıya hazırlamak.”

Bu erdem dışı yaklaşımlara, genellikle çoktan tarih olmuş karakterler maruz kalıyor ne yazık ki! 

“Ölüleri ardından konuşmak değil, saldırmak” hangi inancımızda, hangi terbiyemizde var acaba?

Tarihe, bilgiye, kişilik haklarına ve müteveffaya saygı kültüründen yoksun saldırgan tutumumuz; ideolojilerimizin emrettiği çerçevede genelde aynı isimler etrafında dönüyor.

Başta; Atatürk ve II. Abdülhamit olmak üzere, İsmet Paşa, Enver Paşa ve diğer ittihatçılar uçlarda gezinen bu saldırılara maruz kalırlar. 

Saydırma alanları elbette bu isimlerle sınırlı kalmaz, daha düşük tonda da olsa, Vahdettin’den Celal Bayar’a, Medreselerden, Köy Enstitülerine kadar çok geniş yelpazede atış serbest…

Bu serbest atış özgürlüğü; başta, hain, alçak, günahkâr, soysuz, hırsız…ve benzeri gibi ölçüsüz suçlamaları sıradanlaştırmıştır artık. 

    &&&&

Bu şahsiyetlerin yakasından hala düşmemiş olmamız, günah değil mi?

Ayıp değil mi eksikliklerimizi, başarısızlıklarımızı hala onlara bağlıyor olmamız?

Ve hatta suç değil mi tarihi değerlerimizi birbirleriyle çatıştırarak nefret duygularını besleyip oradan pirim yapma gayretlerimiz?

Yazık, çok yazık. 

Hala bu alanlarda debeleniyor olmamıza ne demeli? 

Çok yazık, bu nasıl bir kinse, ne tarih takıyor ne müteveffaya saygı!

Yapılan bu aymazlık; kendi kiniyle geleceği sulamak oluyor aslında. 

Çatışma anlayışını büyütmek, fırsat buldukça da gaza basarak daha da büyütmek ne Atatürk’ü ne Abdülhamit’i küçültür. Ne Enver Paşa’yı ne de İsmet Paşa’yı yok eder.

    &&&&

Bugün özgürce sallayıp, karalayanlar, Cumhuriyetin söz söyleme hürriyetini kullandılar. 

Cumhuriyet ve Atatürk…

Cumhuriyetin arkasında Meşrutiyet var

Meşrutiyet ve II. Abdülhamit…

Tarih bizim kafamıza göre kesip biçeceğimiz bir şey değil artık bunu anlamalıyız.

II. Mahmut’un yenileşme ve II. Abdülhamit’in eğitimde modernleşme çabaları, Cumhuriyetle sürdürüldü.

    &&&&

Yeter artık, bu şahsiyetler üzerinden yürütülen mücadele bitmeli. Bir almanın mikrofonu eline alıp bütün ülkeye “Ölülerin ardından konuşulmaz” diye yüksek sesle seslenmesi mi gerekir!

Bu ayıptan bir an önce kurtulup, tarihi tarihçilere bırakmalıyız.