“Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin; / doyunca-ya, tıksırınca-ya, patlayıncaya kadar yiyin!” Tevfik Fikret’ten bu dizeler: 1912 yöneticilerine sesleniyordu. Halk da diyor ki:

“Ben ne kıtlıklar gördüm, ne açlıklar yaşadım; ne vatan savunmalarında-savaşlarında, ne umarsız yerlerde öldüm; ne ölümler gördüm, ne ölümler: Ne sellerde, ne afatlarda, ne yangınlarda, kader denilen ihmalkarlıklarla, ne iş-maden kazalarında, terör saldırılarında-terör tuzaklarında öldüm. Açlığa, kıtlığa, ölüme karşı bağışıklık kazandım. Ölüp ölüp dirilir, bir ölür bin çoğalırım, küllerimden doğarım. Bu yüzden açlık da, kıtlık da, ölüm de bir şey yapamaz bana. Siz aç kalmayın, siz parasız kalmayın, siz malsız, mülksüz, servetsiz, siz makamsız kalmayın. Siz onlarsız yapamazsınız. Onlarsız yaşayamazsınız. Allah muhafaza; ölür gidersiniz, sonra başımıza kahraman kesilirsiniz.

‘Şükrediniz, sabrediniz’ diyorsunuz; biz sabrı da biliriz, şükrü de; biz, haddimizi de biliriz; yokluğu, kıtlığı, ağır koşullar altında yaşamaya katlanmayı da. Biz, sabretmeye, beklemeye alışığız. On yıl da bekleriz, yirmi yıl da, elli yıl da, yüz yıl da. Bizim için sorun olmaz, ama sizin için olur. Yaşamınızda ışıltı, parıltı, kibir, gurur, debdebe, şaşaa, bilmeden bilge olma; makamlar yoksa, olmadık dedikoduları çıkarır, iftiraları atar, dünyayı ateşe verir, yakar, yıkar, kana bularsınız. / Açlık, kıtlık, yokluk, enflasyon, paranın değer kazanması-kaybetmesi bizim için bir anlam ifade etmez, yoklar çünkü; çökertmez de bizi; çok çok da aç kalırız, ağaç kabuğu yeriz, taş, toprak… Biz varlıksız yaşadık, varlıksız-bir kefenle ölüp gideriz, arkamızda hiçbir şey bırakmadan; siz varlıksız yaşayamazsınız, siz varlıksız ölemezsiniz. Siz sonradan görmelerin renkli kağıtlara, renkli camlara, alkışa, övünmeye, debdebeye, şaşaaya, mala, mülke, paraya, makama ihtiyacınız var, onlar için hiçbir şeye eyvallah diyemezsiniz, gözünüz doymaz, giderken gözünüz arkada kalır; helallik isteseniz bile, gözünüz helallikte kalır.”

“Biz huzur, can mal güvenliği de istemeyiz. Çalınacak, ne paramız var, ne malımız, ne de kaybedecek makamımız... Sevdiklerimizle yokluktan ötürü her günümüz çekişle, dövüşle, kavgayla, barışla, saygıyla geçer. Kazanmanız, yaşamanız, paranızı, malınızı korumanız için huzura, güvene ve istikrara ihtiyacınız vardır. Huzuru kaçıran, canı tehlikeye atan, güvensizliği yaratan maldır, paradır, makamdır. Yalan, kötülük, sahtekarlık onlar içindir.”

“Biz yokluğun, yoksulluğun insanlarıyız. Varlık bizi bozar. Bizi küçücük armağanlar aldatmaya, kandırmaya, gönlümüzü almaya yeter de artar bile. ‘Say beni de bir kovuk ceviz olsun’; felsefemiz, inancımız budur. Dünya kurulalı yoksulların yaşaması hep böyle olmadı mı? ‘Bir lokma, bir hırka; kader diye anlatılmadı mı; yoksulluk bir tasma gibi Tanrı adına kimsesizlerin boynuna geçirilmedi mi? Başka devletlere, toplumlara bakınız, onlar insan gibi yaşamanın sınırlarını zorlarken biz hala neden yerlerde sürünüyoruz?”

“Biz, özgürlüklerin, hakların anlamlarını da bilmeyiz. Gençler durmadan ‘haklar, özgürlükler’ deyip duruyorlar. Özgürlükler, haklar, kanun, hukuk, anayasa, kitap, gazete, dergi, feys, tivıtır, sosyal medya bize lazım değil, işimiz olmaz onlarla. Biz suç işlemeyiz çünkü, suç işleyecek zamanımız da yok.  Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu da bilmeyiz. Ama siz bilirsiniz. Tıpkı para, zenginlik, ün, mevki gibi haklar da, özgürlükler de, hukuk da, kanun da size lazım. Biz ne yapacağız onları, hiçbir işimize yaramazlar ki! Bir hayvanlarımızı, biliriz, bir de toprağımızı, tarlamızı, çubuğumuzu. Kızmayın ama tarlada, ahırda, kemrelikte, fındıklıkta, çayırda, çimende, ormanda ne işi olur yasaların, özgürlüklerin? Birkaç kilo bulgur, birkaç kilo makarna, şeker, çay aldık mı, fırında ekmek olsun, karnımız doysun, niteliğine bakmayız ki yemeğin; yeter de artar bile.  Bahçede lahana, kabanda ısırgan, külekte ayran! Daha ne olsun? / Bizim için, kaderimiz değil mi bunlar; kader deyip ürünümüze değeri, yiyeceğimiz ekmeği, alacağımız parayı, gelecekte gideceğimiz yerleri siz pilanlamıyor musunuz? Yasalar, yönetmelikler bizim alınyazımız olmuyor mu?”

“Biz, ‘hayatımızı düzenleyenin’ sizler olduğunu daha yeni yeni öğreniyoruz. Hep ‘Tanrı’ bilirdik, derdik, meğer Sümerler’deki gibi ne kadar çok tanrımız varmış da haberimiz yokmuş. Oysa biz suçtan da korkarız, günahtan da. Bir dua yeter bize, bir sabır, bir de şükür!”

“Gazete, kitap, dergi okumayız. Yorgunluktan kafa kaldırabilirsek, ara sıra televizyonda ajansa bakarız, kimi zaman da Kur’an, mevlit dinleriz.  Dememiz odur ki, gazete, dergi, kitap, televizyon ihtiyacımızdan değildir. Yok fesbukmuş, yok tivıtırmış, yok sosyal medyaymış… Siz her şeyin en iyisini bilir yaparsınız, bizim kandırılıp avutulmamız gerektiğini de. Onların kapatılması, yasaklanması bizi hiç ilgilendirmez.”

“Bizden sual edecek olursanız, iyiyiz. İhtiyaç duyduğumuz sebzeyi, meyveyi, hal’in; ekmeği belediyenin çöplüğünden karşılıyoruz. Elbiselerimizi, ayakkabılarımızı kimi zaman çöp konteynırlarının yanına bırakılanlardan, kimi zaman da cami önlerindeki çok ucuz satıcılardan alıyoruz. Kanserojen olup olmadıklarına bakmıyoruz bile.”

“Şehit olmak çok güzel… Sizin, milletimizin, devletimizin yaşaması için biz seve seve canımızı veriyoruz. Yeter ki, ‘Allah’ deyin, ‘din’, deyin, emredin. Şehitlik yasasının kapsamını genişleterek görevi başında ölen özel güvenlikçileri, hemşireleri, doktorları, itfaiye mensuplarını, öğretmenleri, imamları, bekçileri, memurları, bakkalı, manavı, kasabı da unutmayın, yazın.”

Şu PKK var ya! İşte onunla bir daha ortaklık kurmayın, gizliden gizliye buluşup ona birtakım sözler vermeyin. Sonra açıklayamıyor, sıkıntıya düşüyorsunuz; müşkül anlar yaşıyorsunuz. İnanıyorum ki, Türkiye’yi bu beladan kurtarırsanız, ancak siz kurtarırsınız. Size karşı çıkanları, eleştirenleri, itiraz edenleri konuşturmayın; ‘hain, terörist, komünist’ deyin, ‘makul sebeplerden’ ötürü içeri atın; yetmiyorsa yeni yasalar çıkarın; Türkiye’nin koskoca Cumhurbaşkanına, Başbakanına -doğru ya Türkiye’nin Başbakanı yok- direnmenin ne olduğunu anlasınlar. Dememiz o ki, terörle mücadele eder gibi ekonomi ile de uğraşın.”

Ne yapıyorsanız doğrudur, hukuksuzluk, adam koruma ve kollama… Kaybolan dolarlar, hepsi birer iftiradır. Hiç Müslüman olan bunları yapar mı? Müslüman namussuz, ahlaksız, yalancı olur mu, iftira atar mı? Akşam dediğini sabahleyin, ‘hayır ben öyle bir şey söylemedim’ der mi? Hayat pahalıymış, enflasyon, işsizlik varmış, dolar alıp başını gitmiş, doğalgaz, elektirik, akaryakıt fiyatları uçmuş; asgari ücretliler zamların ve enflasyonun altında eziliyormuş… Dış borç, faiz, Hazinenin belini büküyormuş. Hayır böyle bir şey yok, her şey söylediğiniz gibi güllük gülistanlık. Söylenenler, yazılanlar, çizilenler Müslümanları çekemeyenlerin iftiraları, hezeyanları, yakıştırmalarıdır. Biz kardeş kardeş yaşıyoruz. Kimse aramızı bozamayacak, kimse bizi birbirimize düşüremeyecek.”

(Hasbihal: Karşılıklı konuşmak, sohbet etmek, söyleşmek.)(Han-ı iştiha: İştahlar sofrası)

Sevgiyle, esenlikle kalınız…