“Zorlukları biliyoruz, sıkıntıları biliyoruz.” “Enflasyonu, hayat pahalılığını biliyoruz.” “Sabırlı olun. Sıkıntıları atlatacağız. Bize inanın, güvenin.” diyorsunuz, önlem almıyorsunuz, ya da önlem almayı beceremiyorsunuz, daha size ne diye inanalım, güvenelim?  Keşke farkında olsaydınız, keşke bilseydiniz, keşke önlem alsaydınız da bizi “acı soğana” muhtaç etmeseydiniz!
Farkında olanlar “sabrı” önermez, önlem alır, halkı ezdirmez. Refahı, huzuru getirir, halkı rahata kavuşturur. Siz, büyük bir bataklığın içine attınız bizi. Boğulmamak için patıranıp duruyoruz.  Neden sizlere daha inanalım, güvenelim? Umudumuzu tükettiniz. Getirdiğiniz zorluklar, sıkıntılar, enflasyon, hayat pahalılığı” eseriniz değil mi? Giderek yoksullaşmamızı, hayat pahalılığını, enflasyonu, fahiş zamları ve fahiş fiyatlara ezilmemizi Avrupa mı sağladı, 128 milyar doları Avrupa mı sattı? Daha sizlere niye inanalım, güvenelim? Yirmi yıldır inancımızı, güvencimizi kötüye kullanmadınız mı?
Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da, milyar dolarları geçilmeyen yollara, köprülere, tünellere, kullanılmayan hava alanlarına, yatılmayan Şehir Hastanelerine ve betona gömmeseydiniz; üretime yatırsaydınız, fabrika yapsaydınız. İstihdam artsaydı, gelir çoğalıp bütçe açığı kapansaydı, işsizlik azalsaydı, atanma bekleyen gençlerimiz “yurt dışına çıkmak için” fırsat kollamasaydı.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da tıp fakültelerinin ve devlet hastanelerinin ödeneklerini kesmeseydiniz. Sosyal devletin sağlıktaki yerinin, değerinin, öneminin ne denli yaşamsal olduğunu görebilseydiniz; “devrim yapıyoruz” diye özel hastaneleri bu kadar öne çıkarmasaydınız; sağlığı ameliyat masasına yatırır gibi “pazarlık masasına” yatırmasaydınız.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da, “yap-işlet-devret” yöntemiyle “bir kuruş ödemeyecek” olan devleti, farklı zamanlarda yaptırdığınız yollar, köprüler, tüneller, Şehir Hastaneleri için, 2040 yılına kadar “dolar-avro” üzerinden, maliyetinin birkaç katını ödeyecek borca sokmasaydınız. Yoldan-köprüden geçen de-geçmeyen de, hastanede yatan da- yatmayan da borçlu durumuna düşürülmeseydi; her doğan bebe gözlerini borca açmasaydı.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da bu milleti, bir inat uğruna, “kur-faiz-enflasyon-zam” sarmalı içine sokmasaydınız. Satın alma gücünü paranın değeriyle düşürmeseydiniz, yaşam kalitesini en alt düzeye indirmeseydiniz, hayat pahalılığına ezdirmeseydiniz, “ekmek” karşısında çaresiz bırakmasaydınız, işyerlerinin kapısını yüzlerine kapatmasaydınız.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da Halk Ekmek satış noktalarındaki, akaryakıt pompaları ve Et Süt Kurumu önündeki kuyrukları görebilseydiniz, “bunlar muhalefetin yalanları, mizansenleridir” demeseydiniz, çözebilseydiniz, halkı yalnız bırakmasaydınız.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da, şeker fabrikaları, pancar ve küspe ile tarım-hayvancılık arasındaki bağıntıyı kavrayabilseydiniz. Pancar üretmekle hem çiftçinin, hem şeker fabrikalarının, hem de ucuz küspe ile hayvancılığın nasıl desteklendiğini anlayabilseydiniz. Buğdayda, pamukta, mercimekte, nohutta, hayvanda, akaryakıtta, doğalgazda, elektirikte, gübrede olduğu gibi “yemde” de Türkiye’nin dışa bağımlı duruma getirildiğini görebilseydiniz.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da sorunları bilimle, bilgiyle, deneyimli insanlarla çözseydiniz, durumunuzu kurtarmak için kibire bulanıp aldatma, kandırma, yalan yöntemlerine başvurmasaydınız; doğruyu, gerçeği size inananlardan, güvenenlerden saklamasaydınız. Şu anda yaşananlar saklanan, gizlenen, yalanlarla örtülmeye çalışılan sorunların birikimidir. “Çözüm” diye denedikleriniz “sorunları” daha karmaşıklaştırıyor.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da “size oy vermeyenlere, yaptıklarınızı, söylediklerinizi, eleştirenlere ve yazanlara, ” “terörist, hain” demeseydiniz; mahkemeye vermeseydiniz, hapishanelere göndermeseydiniz; yargıyı, adaleti siyasallaştırmasaydınız, yargıya, yargıçlara olan güveni sarsmasaydınız; PKK’lılarla kol kola, yan yana olanların dokunulmazlığını kaldırırken, FETÖ ile boy boy, kucak kucağa fotoğraf çektirenlere de aynı adaleti uygulasaydınız.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da Atatürk’e, Cumhuriyete saldıranlara şemsiye açmasaydınız. Lozan’la, Lozan’ın kasabası Uşi’yi karıştırmasaydınız. Lozan ve Uşi’ye gösterdiğiniz hassasiyeti-vatanperverliği, bir milyon altı yüz seksen bin km kare(1680 000 km2) toprak kaybeden II. Abdülhamit’e, Mondros’a, Sevr’e de gösterebilseydiniz. İşbirlikçilere, emperyalistlere, mandacılara, bağımsızlık, özgürlük adına başkaldıran ve “İstiklal Savaşı’nı” veren Kuvvayı Milliyecileri de bir nebze olsun yaklaşabilseydiniz.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da toprakaltı zenginliklerimizi yabancılara peşkeş çeken ihanet gibi Maden Kanununun ve Tohum Yasasının altına imza atmasaydınız.

Keşke “bilseydiniz, farkında olsaydınız” da “kini, nefreti, düşmanlığı, ayrıştırmayı” değil de “sevgiyi, barışı, kardeşliği, birleştirmeyi” politikanızın merkezi yapsaydınız ve milleti kucaklasaydınız!

“Keşke!”
Sağlıkla, sevgiyle kalın.