Bu hafta göz yumulan bir insanlık suçundan bahsetmek istiyorum. Göz yumulan birçok şey var da bir tanesinden başlayalım. Anlatacağım konu herkesin bilmesi, iyi anlaması ve bilmeyenlere anlatması gereken bir konu. Okumaktan aciz bir toplum olduğumuzdan bazı konularda bilinçlenme anlamında çok eksiğiz. Anlatılanı dinlerken bile sıkılabiliyoruz. Ancak uğruna onca şehidimizin kanı dökülen topraklarımızla alakalı bir tehlike söz konusuysa duyarsız kalmaya hakkımız olmadığını düşünüyorum. O yüzden lütfen sonuna kadar okuyun.

Bir toprak düşünün ölmüş bitmiş; yetişen ürünlerin insan genetiğini bozduğu, bir su düşünün içerken hayat bulduğunuzu düşünürken sizi öldüren, bir hava düşünün soluduğunuzda sizi zehirleyen. Bir de yaşadığınız yerin bu hale getirildiğini düşünün. Köy mahalle çapında değil haa; ilçe, il hatta ülke çapında düşünün bu yeri. Nereye kaçacaksınız, almışsınız bir kere zehri. Nereye giderseniz gidin öleceksiniz. Ölüm hepimizin başına gelecek de böyle kalleşçe ölmek başka…

Bunun başımıza gelmesi imkânsız gelmesin size. Yanı başımızdakiler yaşadı. Biz neden yaşamayalım? ‘Toprak, hava ve su nasıl bu hale gelir’ diye düşününce aklınıza ne geliyor? Bir insan, topluluk bunu yapabilir mi? ‘Neden yapılsın ki bu barbarlık, insan düşmanlığı’ diyemeyeceğim bir ortamda yaşıyoruz. Çünkü insanlığı ve doğayı katleden bu olay yine insanlar tarafından yapılıyor. Mesela 1. Körfez Savaşı’nda yapıldı. İnsanlık dışı amaçla uranyum 235’ten üretilen füzelerle yapıldı. 1’inci Körfez Savaşı 2003’te Amerika’nın Irak’a girmesiyle başladı. Dış güçlerin ‘Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu’ adıyla süslediği bu saldırı aslında insanlığa saldırı. Peki, bu silahı kullananların özgürlükten bahsetmesi mantığa sığıyor mu? Zaten buradan amacın özgürleştirme olmadığı belli değil mi?

R.A.2 : ABD-Irak Savaşı hem insanlara hem kentlere hem de bitki örtüsüne zarar verdi.

İşin garip tarafı Amerikan halkının da bunu bilmemesi. O dönem Irak’a giden Amerikalı askerler de bu zehirden nasibini almış. Amerika sonrasında askerlerini geri çekti. Şimdi o radyoaktif alana IŞİD’ciler, PYD/PKK’cılar sürülüyor. Rahmetli Prof. Dr. Sencer İmer, 2 yıl önce büyük bir üzüntüyle anlattığı ve insanlık suçu diye haykırdığı bu meselede tüm saldırıların Müslüman ülkelere yapıldığına dikkat çekmişti. Ve şöyle demişti: “Bize yapmadığımız bir şeyi soykırım olarak yaptı diyorlar. Biz Ermenileri katletmedik. Bir de şu yapılan işe bakın. Mukayese edilir mi? Bunu yapanların hepsi uluslararası ceza mahkemesine sevk edilmeli. Tüm gençlik bunu protesto etmeli. Devletler birbirleriyle hep çatışır, çünkü vatandaşlarına en iyi yaşama şartını sağlamak ister. Kaynaklar da sınırlı olduğu için bu çatışma doğaldır. Çatışmanın en son aşaması da savaştır. Savaş olmasın istiyoruz ama NATO gibi savunma örgütleri veya ordular çarpışabilmek için düşman yaratmak zorundalar. Bu düşman komünizm, sosyalizm ve Sovyetler Birliği’ydi. Onun yerini İslami terörizm ve İslamiyet almıştır. Olay budur ve tatbik edilmektedir. Irak’a saldırı da budur, Afganistan’a saldırı da budur. İran hedefte, biz hedefteyiz. Bunu bilerek davranmak lazım. Güçlü olacaksınız, taarruzlarını bertaraf edeceksiniz, yaptıkları insanlık dışı şeyleri de ortaya koyacaksınız. Ve bunu durdurmaya çalışmanız lazım. Kuran’da buyuruyor ki biz bir kuvveti başka bir kuvvetle def ederiz. Bu kuvvetlerden bir tanesi şuanda Amerika’ya karşı Çin’dir. O onu def ediyor. Başka çare yok bizim şuan buna gücümüz yetmediği için.”

İmer Hoca, füzelerin üretim şeklini ise şöyle anlatıyor: “Amerika, nükleer santrallerindeki ömrü biten atık radyoaktif uranyum 235’leri depoluyor. Büyük miktarda biriken uranyum 235’lerle mühimmatlar ve füzeler üreten Amerika, daha kuvvetli silah elde ediyor. Yaklaşık 280 bin tane atıyorlar. Bu füzeler çarptığı anda toz haline gelip enerji meydana getiriyor. Ve bu küçük parçalar toprağa, havaya ve suya karışıyor. Bunu teneffüs eden askerler ve siviller nükleer olarak zehirlendikleri için bir müddet sonra kan kanseri oluyor. Yalnızca kan kanseri değil diğer kanserlere de yakalanıyorlar, hatta genetikleri bozuluyor. O havayı teneffüs eden, suyu içen ve orada yetişen ürünleri yiyen kadınların genetik yapıları bozulduğu için çocuklar da genetik hasta olarak doğuyorlar; üç gözlü, iki kafalı, tek kolu ya da bacağı var gibi. Bu genetik bozukluk bundan sonraki kuşaklarda da devam ediyor.”

R.A.1 : Bölgedeki çocuklarda en fazla anensefali (kafatası bozukluğu), alt bacak kusurları, hidrosefali (beyinde su toplanması), ayrık omurga gibi bozukluklar görüldü.

İkinci Körfez Savaşı’nda da Irak’a karşı bu mermileri kullanmaya devam etmişler. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından bu mermilerin kullanımı 144 tane ülkenin oyuyla yasaklanıyor. 4 ülke ise karşı çıkıyor. Bunlar; ABD, İsrail, İngiltere ve Fransa. Bu mermilerin yalnızca Irak’ta değil Afganistan, Bosna Hersek, Kosova, Somali ve Suriye’de de kullanıldığı ve atılan mermi sayısının milyona yakın olduğu söyleniyor. Bu durum, adı geçen bölgeleri yaşanamaz hale getirmek demek. Bu korkunç saldırıların yasak olmasına rağmen uygulanması büyük bir insanlık suçudur. Peki yapanların uluslararası ceza mahkemesine sevk edilmesi gerekmez mi? Bu olayı bilip bilmiyor gibi yapmak da insanlık suçu değil midir?

Şimdi ben de buradan tüm yetkili mercilere sesleniyorum ve yasak olmasına rağmen anlaşmayı çiğneyerek üretilen bu füzeleri kullanmaya devam edenlerin uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasını talep ediyorum.

Gençlerin beynini yıkamak için kurulan Youtube kanallarını da es geçmeyelim. Yine İmer Hoca Almanya, ABD, İngiltere, Fransız devlet televizyonları tarafından Youtube’de kurulan bir kanal tarafından Türkiye’ye yayın yapıldığından bahsediyor. Ve, “Demek ki bir şeyler planlıyorlar. Yani biz şuan hedefteyiz. Allah Türkiye’yi korusun.” diyor. Amin diyelim. Ben bu duyduklarımı ülkem adına kendime görev edindim ve anlatmak istedim. Küçümsemeyin; yüzmeyi bilmeyen insanların boğulduğu göller de küçük yağmur damlalarından oluşmuyor mu? Bilmezsek biteriz.

BU FÜZE DE BENDEN GELSİN.