Şiirin heves değil, mecburiyet olduğuna inanan; sözcükleri mühendislik terminolojisiyle damıtan, duyguyu ise Karadeniz’in dertlerinin mertliğinden alan bir kalem: Mehmet İş ile şiiri, Trabzon’un dönüşümünü ve kültürel belleğin izini konuştuk

EY NAZENİN KALK OTURDUĞUN YERDEN

“Ben adını unutabilirim ama seni unutmam
Faroz kahvesinde okey oynamam bir kamuflajdır
Soylu mor salkımlar girmesi düşlerimize
Bir gözüm ufukta diğeri denizdedir
Bunlar konfordur bize

Bir kendir gövdesinde bin düdük yatar
İsimsiz yaban çiçekleri gökdelenler kenarında
Bu merhametsiz yürekler çocuklaşır mı
Ruhum karanlıkta çiçek açsa da

Hasan Melek son yolculuğuna uğurlandı
Hasan Melek son yolculuğuna uğurlandı
İçeriği Görüntüle

Saçlarının aralığından baktığın günler eskidi
Gözüm arar seni, dikenli her çalının göbeğinde
Dünya yüreklerimizde yenilenir her seher
Çalı böceklerinin çaldığı flütten yayılan seste

Heves dolu gözlerle kaç bekleyiş eskittim
Korkuyorum toprak kadar eskimiş hüznümüzden
Artık sana sahip olmak değil var olmak istiyorum
Ölümün o tatlı gizemi orta yerde gezinirken

Serpildi yokluğun ben içindeyim
Şairim ve her zaman çocuktur bir yanım
Kaybettiğim her şey bulduğumda saklıdır
Ben ağlarsam bir kendime ağlarım

Tüm masumlar bana sinmiştir çünkü
Birlikte yaşamak seninle hayal bile değilken
Ey gül tenlim sövdüm kendi kendime
Ey nazenin kalk oturduğun yerden”

ŞİİRLE KURDUĞU BAĞ!

-Kısaca kendinizden ve şiir serüveninizden bahseder misiniz?

“Karadeniz Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra işletme alanında yüksek lisans yaptım. Genellikle özel sektörde çalıştım. Ancak şiirle ilgim lise yıllarıma kadar uzanır. İlk şiirim,1977 yılında TÜRK EDEBİYATI dergisinde yayımlandı. Şiirle kurduğum ilk ciddi bağ o dönem başladı. Üniversite yıllarında Karadeniz Gazetesi’nin sanat sayfalarını dört yıl boyunca hazırlayıp yönettim. Türkiye’nin farklı bölgelerinden şiir, öykü ve deneme yazılarıyla ilgilenen birçok yazar ve şairle iletişimim vardı, mektuplaşırdık. Bu şiir ve yazarlarla aynı dergilerde ürünlerimiz yayınlanırdı , birbirimizle çay içmişliğimiz ve karşılıklı konuşmuşluğumuz yoktu ama yayımlanan ürünlerimizden dolayı birbirimizi ismen tanıyorduk. Karadeniz Sanat sayfası, reklam almadan yayımlanan nadir sanat sayfalardan biriydi. Bu görevi 1983–1987 yılları arasında sürdürdüm. 1988 yılında ise Trabzon’dan ayrıldım.”

KIYI DERGİSİ EFSANESİ

-Daha sonra nasıl bir hayat çizgisi izlediniz?
“Askerlikten sonra Ankara’ya yerleştim. İşim gereği dünyanın birçok ülkesini gezdim ve farklı kültürleri tanıma fırsatım oldu. Yaklaşık 20 yıldır merkezi Ankara’da olan ve endüstriyel proses tesis ve makinalarını ürettiğimiz iki ortaklı bir işim var. Şiirle bağım hiç kopmadı. Türkiye’nin farklı birçok nitelikli edebiyat dergilerinde şiirlerim yayımlandı ve yayımlanıyor. Ayrıca 2022 yılından beri ülkemizin Varlık dergisinden sonra en eski dergilerinden birisi olan Kıyı Edebiyat dergisinin yayın kurulu üyesiyim. 1961 yılında kurulan bu dergi 65. yaşını geçtiği halde emekli olmadan yoluna devam ediyor!”



YAŞLILIKTA BİLE YAZMAK!

-Şiirle bağınız nasıl başladı? Doğal bir süreç miydi yoksa bir mecburiyet mi hissettiniz?
“Aslında herkes gençliğinde bir dönem şiir yazar. Aşk, açlık, yokluk, savaş… Hangi duygudan beslendiği fark etmez. Hepimizin içinde bir mâni, bir kıta, bir dize saklıdır. Melih Cevdet Anday: “Herkes gençliğinde şiir yazmıştır. Şair yaşlılıkta bile şiir yazandır” der. Ben de bu görüşe katılıyorum. Şiir bir heves değil, kendimizi mecbur tuttuğumuz, yapmanız gereken içten gelen bir zorunluluktur. Yıllar geçtikçe bu bağ kuvvetlenir. Şiir yazılmaz, yapılır aslında ve zamanla olgunlaşır. Şiirlerinizin kimini yıllarca yazarsınız, bazılarını da bir gecede. Ama bazen her ikisini de iyi şiir yapmak için çok çalışmanız ve emek vermeniz gerekir. Ben şiire hiçbir zaman boş zaman uğraşı olarak bakmadım. Bazen yapım süreci yıllarca süren şiirlerim oldu, bazen birkaç saatte tamamlananlar da. Ama hepsi yoğun bir emeğin sonucuydu. Kimi zaman bir haberin etkisiyle, kimi zaman yaşanan ve katlanılan bir sessizliğin içinde doğar şiir. Anlatacak bir derdiniz varsa ve şairseniz şiirden başka çareniz yoktur.”

GANİTA’NIN IŞIKLARI!

-Trabzon’un sahil kültürüne dair bir şiirinizden bahsettiniz. Anlatır mısınız?
“Evet, ‘Kılıç Yansıması’ adlı şiirimde pandemi döneminde uzun zaman sonra bir gece vakti Trabzon’a geldiğimde gördüğüm bir manzaradan ilham aldım. Ganita’nın ışıkları gece denize bir KILIÇ YANSIMASI gibi saplanmış, denizi yararcasına yansıyordu. Bence bu görünüm, katledilen tüm kıyılarımızın günahının yüreğimize saplanmış bir kılıç şeklinde, röntgenlerimizde bir ışık demeti gibi görünerek içimizi hep kanatacaktır. Doğanın asla yenilmeyeceğinin imgesi olarak KILIÇ YANSIMASI şiire adını veren dizenin kıvılcımı da o an parladı. Kıyıları ve sahili yok ettik ama Trabzon’un trafik sorununu çözdük diyebilir miyiz? ( Not: Karadeniz Sahil Yolunun bir bölümünü yapan şirketlerden birisinde ben de o dönem genç mühendis olarak 10 yıl çalıştım ! ) Şiir şöyle:

KILIÇ YANSIMASI

“İlk bayram kutlaması bu
Yaralı topraklarda salgın sonrası
Trabzon’a dönmüş kırlangıçlar
Karanlığın kalbinden bir kılıç yansıması

Ganita direniyor hâlâ gençlik aşklarıma
Ki o, dağdan denize bir kutsal kayalıktır
Toprakla, kayalarla örttüler martıları
Denizi de yolladılar Trabzon’dan uzağa
Bana şimdi çocukluğumu kim hatırlatır

Trabzon’a denizi çok gördüler
Söndürdüler dalgaları ufukta
Faroz’dan Yoroz burnuna
Gençliğimi yalı yalı gömdüler

Bulutlar altın rengine öykünmüş
Günbatımının neşeli gösterisi de bitti
Beton altında güneşin alevli parlaklığı
Hüzzam şarkılar eşliğinde başaklarla
O lacivert yüzlü uşşaklar da gitti”

DALYAN VE FAROZ ÖZLEMİ

-Trabzon’daki kültürel değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Trabzon denizden uzaklaştırıldı, denizle bağı koparıldı, yüzme bilmeyenlerin sayısı bilenlerin sayısını geçti... Yani kent kültürü bozuldu. Bunu sadece sanat ve edebiyat açısından söylemiyorum. Tanjant yolu yapılırken yaşanan tartışmaları hatırlıyorum. Şehrin ortasına yol açıldı ama denize ulaşmak neredeyse imkânsız hâle geldi. Ordu’ya gidin, kent sahilinin dilediğiniz her yerinden denize girebilirsiniz. Trabzon’da ise böyle bir olanak kalmadı. Üniversite zamanımızda Dalyan’da, Faroz’da deniz kenarında otururduk. Şimdi oturulacak yer de kalmadı.
Ganita dışında halkın erişebileceği sahil neredeyse yok. Bu yollar yapıldı ama trafik yine çözülmedi. Üst geçitler, dolgular, sahilin betonlaşması yalnızca estetik değil, aynı zamanda kültürel bir yıkım getirdi.
Trabzon kadim bir kenttir. Kentimizden her dönem bir çok meslekten üst düzey insanlar çıkmıştır. Bunlar ülkemizin kültür, sanat ve bilim serüvenine büyük hizmetleri yapmıştır. Bilmediğimiz birçok değerimiz de maalesef kaybolup gidiyor. Bunları arayıp bulmamız lazım. Bunlar her meslekten olabilir. Örnek vermek gerekirse kentimizin Fatih Devlet Hastanesinde Ortopedi ve Travmatoloji doktoru Gürsel YULUĞ’un ayrıca bir kültür insanı olduğunu kaç kişi bilir? Kaç kişi ünlü Rus yazar Lev N. Tolstoy’un tüm eserlerini okumuştur Gürsel’den başka örneğin? Ayrıntılı mukayeseli cumhuriyet tarihi konusunda da uzman olan Dr. Gürsel YULUĞ’un Tolstoy’un kitaplarının hepsini okuduğunu biliyorum. ‘Kendimi Rus köylüsü gibi hissetmeye başladım mirim’ diye takılmıştı bana. Bu elbette marifet değil ama az bir şey de değil. Kentimizde nice kültürel birikimi olan değerlerimiz vardır muhtemelen. Aynı kişilerin yıllardır kentimizin kürsülerini işgal ederek aynı şeyleri yinelemesi ne kadar doğru? Farklı şeyler söylememizin ve dinlememizin zamanı gelmedi mi! Mutlaka Dr. Gürsel Yuluğ gibi başka başka değerlerimizden de faydalanmamız gerektiğini düşünüyorum.”

SANATTA ARZ-TALEP

-Sanatsal faaliyetlerdeki eksikler ve önerileriniz nelerdir?
“Yaylalardaki otçu geleneği bu coğrafyanın çok güzel bir kültürel mirası. Her yıl 15 Temmuz sonrası Kadırga Yaylası’na Otçu göçü başlar. Bu aslında Çepni kültürüdür. Halk yaşatıyor ve yöneticiler de uyum sağlamak zorunda kalıyor. Yaylalara göç, insanların, ineklerin , koyunların.. süslenmesiyle ve şenlik havasında gerçekleşir. Önceden atlarla yapılan göçler şimdi araçlarla yapılıyor. Kentlerde de bu kültürü canlı tutmak ve derinleştirmek gerekir. Türkülerimiz , Türkçemiz, lehçemiz bu süregelen otantik geleneklerimiz sayesinde hâlâ dipdiri yaşıyor.
Fakat günümüzde sanatsal etkinliklerde arz-talep dengesi bozulmuş durumda. Kalabalık olsun diye bazı faaliyetler popülerleştiriliyor ama kültürel derinlik eksik. Siyasetçiler haklı olarak kalabalıklara odaklanıyor. Oysa dernekler, sosyal yapılar bu işi daha çok sahiplenmeli. Bu dernekleri devletimiz daha çok maddi anlamda da desteklemelidir. Trabzon’da yüzlerce şair, yazar, ressam gibi sanatın çeşitli kollarında ürün veren sanatkarlarımız vardır- olabilir. Hepsini iyi-kötü ayırmadan bir araya getirmek, bu işe gönül vermiş insanlara ortam sunmak gerekir. Okumaktan, okuyandan zarar gelmez. Biz siyasetçi değiliz. Siyaset kendi işini yapacak biz kendi işimizi yapacağız. İşimizi daha iyi yapabilmemiz için siyasal erk, hangi düşünceden olursa olsun bizlere daha fazla destek vermelidir! Toplumun en fakir kesimi şair ve yazarlardır. Bu kültür toplumuna yakışır mı? Bu insanlar sürekli bir şeyler üretmeye çalışıyor; yazıyor, çiziyor, söylüyor. Devletimiz kültür sanat emekçilerine, ki buna kitleye elbette yazılı ve görsel basın emekçileri de dahildir, mutlaka daha fazla kaynak ayırmalıdır. Herkes bu etkinliklerde yeni bir şey öğrenebilir, deneyebilir, geliştirebilir, etkilenebilir ve olumlu yönde ihtiyacı olan herkese katkı sunabilir. Ancak toplumun önceliği geçim derdi olmuş durumda. İnsanların şiirle, sanatla ilgilenecek vakti kalmamış gibi görünüyor maalesef. Bu da kültürel bir kısır döngü yaratıyor. Her toplum kendi geleceğini yaratır. Biz ise kültürel olarak geriliyoruz sanki. Herkes tutturduğu yolun en doğrusu olduğunu, içinde bulunduğu kayık küçük de olsa onu karaya oturtmama derdinde olduğu için haksız da sayılmazlar. Hepsi bizim arkadaşlarımız ve hepsi kendince iyi yapmanın gayreti içindeler. Ama örgütlü de olsak; sistem olmayınca, algoritma sistematiği olmayınca prosesler bir yerde anomali verir ve verimsiz olur. İyimser olmak hiçbir sistemi kurtarmaz; en iyi iyimserlik yapıcı eleştiri yapmak ve yapana da izin verip; söylenenlerden ders çıkartmaya çalışmaktır”

FUTBOL VE ŞEHİR KÜLTÜRÜ

-Futbol ve şehir kültürü üzerine gözlemleriniz nelerdir?
“Trabzonspor’un gelişimiyle şehirde pek çok şey değişti. 1977’de Affan Kitapçıoğlu Lisesi’nde öğrenciyken Ali Kemal Denizci, Şenol Güneş, Turgay Semerci... gibi futbolcular antrenman yeri bulamazlardı. Okulumuzun kapalı spor salonunda kültür-fizik çalışması yaparlardı. Biz de onları izlerdik. Dünya çapında ün yapmış sembol insanları en ünlü olduğu dönemde bir taşra kentinde izlemek Anadolu coğrafyasında kaç insana nasip olmuştur! Trabzonspor büyük imkânsızlıklar içindeydi. Rahmetli Celal Genç (Ben Celal amca diyeyim), örneğin, çimento fabrikasının karşısında, babam ve amcamların şoför olarak çalıştığı işyerinde irsaliyeli fatura keserken aynı zamanda teknik direktörlük yapardı. Ne zaman ki Trabzonspor büyüdü, bölgemizdeki basın emekçilerinin de sayısı ve refah seviyesi arttı, Anadolu’da birçok kulübün antrenörü ve futbolcularının bir çoğu Trabzon orjinli oldu. Her şey futbol değil elbette ama yöremizin gerçeği olan futbolu “banal” bulmak en büyük cahilliktir bence.
Trabzonspor büyüdükçe futbolcular, gazeteciler, esnaf da gelişti. Takım Avrupa kupalarına gidince; şehrin ekonomisine, kültürüne, medyasına katkı sağladı. Bu bir kültürel etkileşimdir. Geçen sene bir maça gittim, sadece ambiyansı görmek için. Gerçekten bir bayram havası vardı. Bu nedenle Trabzonspor yarışta olmalı. Şehirdeki moral, ekonomik gelişim de buna bağlı.
Fakat kulüp şu anda ekonomik olarak zor durumda. Transfer yapılamıyor. Oysa bunu fırsat bilerek ve bu zorunlulukla gençlere yatırım yapılmalı bence. U19 takımına fırsat verilse, belki de geleceğin yıldızları Trabzon’dan çıkacak. Ben futboldan anlamam ama Trabzonspor, doğru yönlendirme yapılırsa gençlerimizin yetenekli potansiyelleri ortaya çıkar. Trabzonspor’un başarısı yalnızca şampiyonluk değil, şehrin tüm dinamiklerini etkileyen bir güçtür.
Son olarak bana böyle bir fırsat verdiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim”

MEHMET İŞ KİMDİR?
Gazeteci, şair ve editör Mehmet İş, 17 Aralık 1963 tarihinde Trabzon’un Arsin ilçesine bağlı Güneyce köyünde doğdu. Yomra Ortaokulu ve Affan Kitapçıoğlu Lisesi'nde eğitim gördü. Karadeniz Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümünü bitirdi. 1980-1982 yılları arasında TÜRKSESİ ve İLERİ gazetelerinde muhabirlik, köşe yazarlığı yapan Mehmet İş, ÖZLEM adlı köşesindeki bazı yazılarında Özlem İPEK mahlasını kullanırdı. 1984–1987 yılları arasında Trabzon’da yayımlanan Karadeniz Gazetesi’nin Kültür-Sanat sayfasını hazırladı. Aylık Boztepe dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi. Şiirleri, nitelikli edebiyat dergilerinde yayımlandı. İlk şiir kitabı Ayrılık İhanettir, 2016 yılında Mühür yayınlarından, ikinci şiir kitabı Kutsal Meyve 2019 yılında Boyalıkuş yayınlarından ve Üçüncü şiir kitabı Kılıç Yansıması 2022 yılında Öteki yayınlarından çıktı.
“Şiir, şairin dertlerini dile getirir” diyen Mehmet İş, şiirlerinde okuru bu dertlere ve duygu dünyasına ortak ediyor; çocuğunu kaybeden bir babadan babasını kaybeden bir oğula, ölümle burun buruna yaşayarak ölümle sınanmaya, kan davasından yetim yaşamlara, doğaya yapılan kıyıma, yanlış anlamalarla öldürülmüş sevgilere, ayrılıklara, kavuşmadaki sevinçlere, bilinçsiz yöneticilerin yol açtığı felaketlerden ülkesi için toprağa düşmüş şehitlere kadar değişik konuları barındırıyor. İnsan ve insan olmanın gerekliliklerini sorguluyor...” Alıntı: Kutsal Meyve (Boyalıkuş yayınları-2019) adlı şiir kitabının arka kapak yazısından.
Edebiyat dergilerinde yalın ve içten şiirleriyle dikkat çeken Mehmet İş, şiirlerinde kullandığı dile çok özen gösteriyor. Mehmet İş, şöyle söylüyor:
“Herkes aslında biraz şairdir. Bu çerçevede görevimiz, dilimizi ve kültürümüzü bir şekilde geleceğe aktarmak olmalıdır. Türkçe çok büyük ve zengin bir dil. Çok büyük bir edebiyat. Yunus, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultanlar... olmasaydı ne yapardık...” Ankara'da yaşayan Mehmet İş, Kıyı edebiyat sanat dergisinin yayın kurulu üyesi olup, bir erkek(ölmüş), üç kız babasıdır.

Kaynak: KARADENİZ'DE SONNOKTA-ÖZEL RÖPORTAJ