Toplumsal yapımızın gün be gün bozulduğu, değiştiği dahası çürümenin hızlandığı günlerden geçiyoruz. Yaşanan kimi olgulardan sonra üzüntü ve kaygılar zirve yapmakta. Daha sonra gündemin değişmesi/değiştirilmesiyle bütün toplumu ilgilendiren yaşamsal konular unutuluyor/unutturuluyor. Yoksa çoğunlukla kanıksayan, öyle ya da böyle kabullenen bir toplum mu olduk acaba!
Olgu/vaka sözcüğü bir sonuçtur. Daha doğrusu bir sürecin bitimi/sonu ama geçmişi ve öncesi olan, ondan bağımsız düşünülemeyecek olan! Tıpkı baskı-şiddet-yıldırma gibi! Tıpkı taciz-tecavüz gibi! Tıpkı Narin kızımızın/kızlarımızın ölümündeki gibi. Öncesi ve geçmiş olan, bir sürece yayılan, kültürel-etik/ahlaki-bir takım dogma ve dinsel değerlerin beslediği, kutsallaştırıldığı bir tartışılmazlık, bir yargı/hüküm! Bozulma ve çürümenin uç hali/durumu! Bütün topluma mal edilemeyecek olan ama “münferit” olmaktan çoktan çıkan, dalga dalga büyüyen bir çürüme; üçüncü-dördüncü evre kanser gibi! Yozluğun oluşturduğu, pislik yığını, yobazlığın ördüğü feodal yapılar… Dayandığı ağalık, şeyhlik, derebeylik, ilkellik, cemaat/tarikat yapılanmaları…
19 Mayıslar, 23 Nisanlar, 29 Ekimler çok önemli tarihler kuşkusuz. Ancak bütün bunlar bir şeylerin başlangıcıdır ayrıca. Devamlılığı, kalıcılığı için yapılacakları öngören. Örneğin 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı yeni bir başlangıcın duyurusudur. Padişahın kulu olmaktan, tebaa olmaktan, ümmet olmaktan çıkmanın duyurusu… Çağdaş yurttaş, uygar, aydınlanmış, sorumlu birey olma çıkışı ve duyurusu… Toplumsal ödev ve yükümlülüklerin yeniden biçimleneceği duyurusu… Adil, eşitlikçi, kamucu/halkçı, akılcı, bilimsel ilke ve yaklaşımların merkeze alınacağı bir aydınlanma duyurusu…Eğitimden sağlığa, ulusal ve ekonomik bağımsızlıktan kültürel bağımsızlığa dek uzanan bir duyuru; bir manifesto, uluslararası bir bildirge!
Şunu tam anımsatmanın sırası sanırım; 19 Mayıs 1919 da bir başlangıçtı demiştim. Geri dön çağrıları, ordudan kovmalar, katli vacip fetvaları… Bıçak sırtı bir durum. Başarılamazsa yok olmayı getirecek bir son, “hainlik” damgasıyla! Cumhuriyetin yerleşmesi/tesisi, art arda yapılacak yenilik ve devrimlerle olası idi. Bunlardan en önemli üç tarihi ve adımı anımsatmayı görev sayıyorum. Birincisi 3 Mart 1924 Tarihli Üç Devrim Yasasıdır. Bir diğeri 13 Aralık 1925 Tarihli ve 677 Sayılı yasadır. Bu son yasa, Tekke ve Zaviyeleri kapatmış, bütün Tarikatlar ile Şeyhlik, Müritlik gibi san/unvan/sıfatların kullanılmasını yasaklamıştır. Üçüncü önemli yasa 10 Nisan 1928’de benimsenmiştir: “Devletin dini İslam’dır” kullanımı/ibaresi kaldırılmış, Laik hukuk benimsenmiştir. Ayrıca Laiklik, 1937’de de Anayasaya değiştirilemez kaydıyla girmiştir.
Bu son üç yasayı Cumhuriyet kurucuları, yeni insan, yeni toplum için olmazsa olmaz gördüler. Cumhuriyetin ve Aydınlanma Devrimi’nin başarısı için zorunlu adımlardı bunlar. Ayrıca günün koşullarına göre yeni ve arasız devrimleri de öngörmekteydiler. Devrim ve geri dönüş/karşı Devrim olasılığını bildikleri için bunu NUTUK Söylevinde defalarca yinelemiştir Mustafa Kemal Atatürk! Ne var ki Bursa Nutku dahil bu söylev 1940’lı yılların ortalarından sonra adım adım törpülenmiş, Cumhuriyet Devrimi’nin temel omurgası eğilip-bükülmeye, budanmaya başlanmıştır!
Köy Enstitülerinden başlanan budama ve kıyım ABD ile yakın ekonomik-kültürel ilişki ile sürmüş. CHP’nin 1945’lerden sonra iyice evrilmesiyle ve nihayet Menderes-Bayar Hükümetleriyle 1954 yılında Cumhuriyetin aydınlanma ocakları, eğitim-üretim-kültür-sanat yuvaları kapatıldı! İmam okulları yaygınlaştırıldı. Anadolu insanı, tekrar ağa-aşiret, hacı-hoca, şıh-cemaat/tarikat ve her tür yobazlığın ve dinsel gericiliğin etken olduğu bir anlayışa/sisteme teslim edilmeye başlandı. Yıllar, içinde bu yapı köyden/kırsaldan kente, oradan yerel ve merkezi yönetime, devletin bütün kurumlarına yerleşip egemen olma aşamasına/eşiğine geldi. Bu, karşı devrimin ayak sesidir artık! Bu gerçekliği görememek/görmemek, siyasi ufuk yoksunluğundan öteye devekuşu aptallığı ve aymazlığıyla ancak açıklanabilir!
Oluşturulan eylemsel/fiili durum artık topluma “ değişim”, “dönüşüm”, “insan hakları” mavalı ile kanıksatılmaya çalışılıyor. “Eski Türkiye” söylemi ile suçlanan bir yönetim ve devrim süreci tu-kaka edilmekte. “Yeni Türkiye” vb. söylemlerle Cumhuriyete ve Devrimlere, bunlara önderlik eden Atatürk’e dolaylı göndermelerle, “Tek Parti” kıvırmalarıyla şimdilik cepheden saldırmadan, bunu zamana yayarak sürdüren kimi siyasilerin yanında yer alan “güruhlar” yığını, sinsiliğini bırakıp gün yüzüne çıkma denemeleri tezgahlamakta!
Cumhuriyet-Devrim-Atatürk savunucusu olduğunu söyleyen kimi çevreler savunmaya geçerek “normalleşme”, “yumuşama” “değişim”, “demokrasi”, “helallik”, “pişmanlık”, “özeleştiri” … kervanında sıraya dizildiler. Feodal, gerici/dinci, bilimdışı değerler bağlamında “güvence” sözleriyle siyaset yapmaya yöneldiler! Yetmedi iktidar olmak için kimi merkezlere göz kırpmaya, selam-ileti göndermeye, ağız ve program/izlem değiştirmeye başladılar!
Feodal dokunun/yapının Cumhuriyetin ilk 20 yılından sonra siyasi yetersizliklerden dolayı tekrar büyümesi/topluma egemen olması bugünkü sonuçlara götürdü Türkiye’yi. Bataklığa dönüşen/dönüştürülen ülkemizde sineklerle savaşmanın yanında bataklığı kurutma/yok etme siyaseti zorunludur!
Bu aşamada sorunun siyasal bir tercih olduğunu, 60-70 yıla dayanan bir geçmişi, birikimi, dönüşümü olduğu gerçekliğini görmek, öncelikle saptamak gerekir. Bundan hareketle tekrar Cumhuriyet Devrimi’nin sözünü ettiğim köktenci yasalarını uygulamak ve kurumlarını oluşturmak savıyla iktidar olmayı istemek günümüzün temel görevi sayılmalıdır.
Çağdışı/Feodal kurum ve kuruluşları tasviye etmeden, eğitimi, bilimsel-laik-eşit-ulaşılabilir-demokratik yapıya kavuşturmadan bataklık yok edilemez! Ayrıca sinek avcılığını siyaset sanıp topluma dayatmak isteyenlerde bataklıkta kaybolur, bilinmeli!
17 Eylül 2024
Trabzon
-Yarınlar Güzel Olacak-