Derlerdi ki, “öğretmen” toplumda rol modeldir.
Kimi bu doğru der; kimi öyle şey olmaz der.
Ama benim gözümde “öğretmen” özel yetiştirilmiş ihtisas sahibi bir insandır.
Öğretmen özel olarak ayrı ayrı okullarda yetişerek günümüze gelmiştir.
Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları ve nihayet bugünkü Eğitim Fakülteleri.
Bu okullarda “öğretmen” öğrendiklerini, yaşadıklarını, gördüklerini, dinlediklerini, okuduklarını harmanlayıp öğretmenlik mesleğini öğrenir. Öğretmen aynı zamanda entelektüel birikimi olan insandır.
Bazı eğitim uzmanlarına göre de toplumda “rol model” olması gereken bir kültür, sanat elçisidir.
“Öğretmenlik mesleği” Cumhuriyet'in kuruluş yılları ve sonrasında çok değer gören bir meslekti.
Öğretmen hakkında nice romanlar yazılmıştır.
“Çalıkuşu” bunun güzel bir örneğidir.
Kerpiçten okul yapma uğraşında olan öğretmen duvar altında kalıp ölünce “Dünyanın Bütün Çiçeklerini Getirin Bana” diye şiir yazılmıştır öğretmene. Magusa Limanı şarkısı çalınınca doğuda şehit olan Aybüke Yalçın öğretmen kızımız gelir aklımıza.
 Gemileri karadan yürüten,  çağ açıp çağ kapatan, tarih yazan Fatih çok hürmet ederdi öğretmenine.
Ama günümüzde bazı öğretmenlerin kılık kıyafetini, görev yapma biçimini, okula bakışını görüyorum da bu meslek bu kadar neden değişti diye düşünüyorum.
“Gülhane Parkı'ndayız, acaba farkında mıyız?” sözü geliyor aklıma.
Evet, öğretmeniz ama öğretmen olmanın farkında mıyız?
Ne oluyor bize?
Saç sakal, kirli ve ütüsüz pantolon, kravatsız gömlek, tıraşsız yüz yırtık pırtık pantolon, sarkan gömlek, reklam dolu tişört, kazak.
Ders anında  bir video at, otur seyret, bitsin bir ders. ;
Sanki söylemek geliyor içimden, “öğretmen”, bir zamanlar bir şarkıydın sen... Çok çabuk değiştin.
“Giysi, toplumsal düzeni yansıtır ve yeniden üretir.”
Kıyafet, onu giyeni koruyup süslemekle kalmaz, onun hakkında doğrudan ve hızlı bilgi verir ve denetimi kolaylaştırır.
Giyinmenin tarihi Adem ile Havva'yla başlar.
Giyinmenin politik tarihine bakarsak her mesleğin kendine özgü giyinme şekli olmuştur.
Cumhuriyet'in aydınlık yüzü olan öğretmenlere de  yasalar belli bir kılık ve kıyafet şekli vermiştir.
“Ben yasayı tanımam” nasıl der bir öğretmen?
Çoğu öğrenci velisi öğretmenin saçlı sakallı, kirli, ütüsüz, yırtık pantolonla, kravatsız gömlekle, yabancı yazıların olduğu tişört veya kazakla derse girmesinden rahatsız.
Ama nedense bunu öğretmene söyleyemiyor.
Öğretmenler Günü gelince sosyal medyada başladı paylaşılmaya.
“Öğretmenler Günü kravatını tak düzgün ve temiz giyin.”
Kimse demesin, “dünya değişti” diye.
Değişim olacaksa şekli, yasası olur.
Kimse kusura bakmasın, ben öğretmenin bu şekilsizliğini, saç sakalını, örülmüş saçlarını, şalvarını, yırtık pantolonunu “Cumhuriyet'e karşı bir saldırı olarak görüyorum.”
Pop şarkıları sık değişir ama öğretmen ne şarkıcıdır ne de popçu.
Toplum eğitim yolu ile eğitilir.
Öğretmenin rol model olması gerekir.
Ne demişti Atatürk: “Cumhuriyet fikren ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu kemiyet ve kifayette yetiştirmek sizin elinizdedir. Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”
Öğretmenin özelliklerinden biri de planlı olmaktır.
Yetiştireceği çocuklara adım adım bilgiyi kültürü, sevgiyi, bilimi, maddi ve manevi faktörleri öğretmektir.
Örnek olmak ve öğrencinin yeteneklerini keşfetmektir.
Toplumun aydınlanmasına hizmet eden kişidir öğretmen.
Bu sebeple rol modeldir.

Eskiden derlerdi ki “Bak bizim köye öğretmen geliyor.”
“Nereden anladın öğretmen olduğunu?” soranlara verilen cevap şuydu: “Kılık kıyafetinden ve elindeki çantadan, kolunun altındaki kitaplardan.”
Örnek olan, öğretmenliğe yakışır davranışlar içinde bulunan, görevine bağlı, kılık kıyafet yönetmeliğine uyan tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.”
Vefat eden öğretmenlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Hasta olanlara acil şifalar dilerim.
Mehmet Salih Köse/Emekli Milli Eğitim Müdürü

FUTBOL SADECE BİR OYUN DEĞİL

Futbol sadece futbol değildir.
Hele geçmişi futbolun dünyada oynanmaya başladığı yıllara dayanan futbol, Trabzon'da sadece seyirlik bir ayak oyunu hiç değildir.
Trabzon’un futbol tarihini araştırdığımızda futbol kulüplerinin aynı zamanda birer sosyal kültürel faaliyet yürüterek toplumsal görevler üstlendiklerini görmekteyiz.
İdmanocağı, İdmangücü, Sebat Gençlik, Necmiati gibi kulüplerin aynı zamanda birer kültür merkezi gibi faaliyetlerde bulunduklarını tarih yazmakta.
Yine bizzat Trabzonspor ismi ile 1921 yılında kurulan bu şehrin ismini bir spor kulübünde ilk olarak kullanan o dönemin Trabzonspor'u tarafından birçok kültürel faaliyetler düzenlenmiştir.
Bu kısa bilgiyi, Trabzonspor Teknik Direktörü Abdullah Avcı'nın 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle elinde çiçeği ile bir okulu ziyaret etmesi üzerine futbolun sosyal yönünü hatırlatması adına yazdım.
Abdullah Avcı bu anlamlı günde güzel bir sosyal etkinliğe imza atmıştır.
Kulüple toplumsal bağların en kuvvetli olduğu bir ilde eğitimcilerin bu önemli günlerini unutmaması hem kendisi hem de Trabzonspor adına anlamlıydı.
Öğrenci ve öğretmenlerle bir arada olup sohbet eden Avcı, kendisinin de bir eğitimci olmasının verdiği rahatlık ve anlayışla bu özel günde futbolun sadece futbol olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.
Her şeyden önce eğitime ihtiyacımız var.
Futbol gibi kitleleri peşinden sürükleyen büyük bir organizasyonun kültürel ve sosyal olaylara karşı da duyarlı olması beklenir.
Abdullah hocanın bu davranışı anlamlı olmuştur.

TÜTÜN REJİ KOLCULAR VE DEDEMİN TABAKASI

Elindeki keskin bıçağı ile bir demet kurutulmuş altın sarısı Akçaabat tütününü gayet usta bir şekilde kıyıp sonra da boş tabakasına doldurmaya çalışan dedemin o itinalı gayreti halen gözlerimin önündedir.
Eski köy evimizin hemen girişindeki karayemiş ağaçlarının altındaki setin üstünde belirli aralıklarla tütünlerini kıyıp önce tabakasını sonra da çantasını dolduran dedem bu işlemi aksatmadan belirli aralıklarla yaptığı dönemlerde Duyunu Umumiye'den kalma Reji idaresi ve onun meşhur kolcuları çoktan tarihe kavuşmuştu.
Kırım Harbi sonrası iyice bozulan Osmanlı mali sistemi artık borçları döndüremez durumda idi.
Aslında Kırım Harbi'nin kağıt üzerindeki galibi Osmanlı görünüyordu. Endüstrileşmeyi ıskalayan, ekonomik çarkı döndürecek gücü ve yeteneğini yitiren yönetim ister istemez, ödenemeyecek kadar edinilen borçların altında ezilirken 1881 yılında  yayınladığı Muharrem Kararnamesi sonunda altına imza attığı Duyunu Umumiye kararlarıyla  ekonomik bağımsızlığını yitirerek batılı devletlerin mali denetimine girmişti.
“Tütün sektöründe talebin ve kârın yüksek olması, Osmanlı Devleti’nde tütün ekim alanlarının artması sonucunu da beraberinde getirmişti. Osmanlı Devleti sınırlarında Reji kurulmadan önce tütün üretiminin en çok yapıldığı şehirler sırasıyla Trabzon, İzmir, İzmit, Bursa ve Samsun olarak belirlenmiştir.”
Tütün Türk çiftçisinin çok önemli gelir kaynağı idi.
Zor şartlarda yetişirdi.
Kaliteli tütün çok iyi para ederdi.
Hayat tütün zamanına göre şekillenir.
Düğünler,  alımlar satımlar, borçlar, alacaklar tütünün pazara çıkması ile tarihlenirdi.
Tütün ziraatının zorluğunu, çiftçiler bizim için yıl 13 ay derken, ne denli zor şartlar içinde üretim yaptıklarını anlatmaya çalışırlardı.
Pazarı vardı.
Satışından iyi gelir elde edilirdi.

Osmanlının elinde 19.yüzyılda gelir getiren önemli bir üründü tütün.
1881’de imzalanan Duyunu Umumiye Kanunu gereğince koca Osmanlı'nın gelirleri artık yabancılar tarafından toplanmaya başlandı.
İki yıl sonra 1883 te artık sadece tütün gelirleri için özel bir kurum oluşturuldu.
“Memalik'i Osmaniye Duhanları Müşterek'ül-menfaa Reji İdaresi” (Reji Şirketi) adı altında kurulan bu şirket ülke genelindeki tüm tütün üretimini kontrol altına aldı.
Fiyatı artık Reji idaresi belirliyor.
Tütün ekim alanlarına kendi menfaatleri doğrultusunda izini veriyor.
Üreticiyi keyfi fiyat uygulaması ile mağdur ediyor.
Reji idaresi tam bir tekel oluşturarak tütünün ekimi, üretimi, alımı, satımını kendi idaresine almıştı.
Ondan izinsiz ekemez ve satamazdı çiftçi.
Fiyatı da Reji idaresi belirlerdi.
Fransızca bir sözcük olan Reji’nin (Regie) de anlamı zaten yönetmek değil miydi?
Bir güzel yönetiyordu işte, alacaklarını tahsil etmek için reji altın değerindeki tütün ziraatını.
Ama bir sorun vardı.
Köylü ürününün yok pahasına elinden çıkmasına razı değildi.
Meşhur tütün kaçakçılığı işte tam da bu dayatmalar sonunda ortaya çıkmaya başladı.
Üç kuruşa tütününü elinden almaya çalışan Reji idaresine ürününü teslim etmeyen üretici daha çok kazanma adına birçok tehlikeyi de göze akarak tütününü Reji idaresine vermeden kaçakçı denilen satıcılar vasıtasıyla daha fazla gelir elde etmeye başlar.
Reji idaresi boş durur mu?
Geniş yetkilerle donatılan ve adına “kolculuk” dediğimiz sistemi kurarak, kolcuları tütün kaçakçılarının peşine salarlar.
Durum öyle bir hal alır ki cebindeki tabakasından iki sarımlık kıyılmış tütün bulunduran vatandaş bile suçlu olarak yakalanıp cezalandırılıyordu.
Çiftçi kendi emeği ile ürettiği tütünden tabakasına koyup sigarasını sarmaya cesaret edemezdi.
At, eşek, katır sırtlarında köyden köye, dağdan dağa, yayladan mezereye, köyden kente denk denk tütün taşıyan kaçakçılarla kolcular arasında kovalamacalar sürer gider.
Kaçakçıları geçtik, normal zamanlarda bile insanlar yolda kolcular tarafından çevrilerek tütün tabakası aranıyordu.
Ne türküler yakılır, ne destanlar yazılır, ne hikâyeler anlatılır ocak başlarında kolcularla kaçakçılar arasındaki kovalamacalardan, çatışmalardan.
Ölenler de olur.
Ağıtlar yakılır.
Yaşanmışlıklar birer kültürel öğe olarak günümüze kadar ulaşır, anı ya da türkü olarak...
Bir kaç nesil süren bu kaçma kovalamacadaki çıkış noktası, alacaklarının tahsili için her türlü yola başvurmaktan çekinmeyen Reji İdaresinin elde ettiği imtiyazları temsil ettiği dış güçlerin menfaatleri doğrultusunda yasadışı ve ahlaki olmayan yollarla elde etmesi idi.
Tütün üreticileri de onca zahmetle elde ettikleri ürününün yok olmasına ve elden çıkarmamak adına malını değerlendirme mücadelesi veriyordu.
Ortada devlet otoritesi yoktu.
Reji İdaresi görevlendirdiği maaşını verdiği ve adına kolcu dediğimiz bir nevi güvenlik kuvvetleri ile koca bir sektörü elinde tutmaya çalışıyordu.
Ne zamana kadar?
Cumhuriyet kurulur, 26 Şubat 1925’te Reji İdaresi lağvedilir.
1Mart 1925'te de Fransızlara parası ödenerek Reji İdaresi devletleştirilir.
Ve hemen peşinden tütün üretim ve işlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılır.
Bugün ise farklı bir uygulama ile tütün ekim alanları kısıtlanmış.
Yabancı sigara ithalatı serbest bırakılmış.
Modern kolcular hiç zorlanmadan kârlı ticaretlerini bu sefer zahmetsiz sürdürür olmuş.
Küresel sermayenin gelişimi de bu olsa gerek...
Bu arada, İstiklal Savaşı gazisi rahmetli dedem yaşadığı müddetçe tabakasındaki o setin üstünde kıydığı tütünlerden sardığı sigarasını içerken, ne hikmetse her defasında evlatlarının çarşıdan getirdiği filtrelisi de dahil hiç bir sigarayı “ben bunlardan tat almıyorum” diye içmezdi.
Ne tütün bahçeleri kaldı, ne kolcular.
Her biri ayrı bir roman olacak düzeydeki tütün.
Ne kaçakçıların maceralı hayatları, ne de tabakasını şöyle bir yeleğinin cebinden çıkartıp büyük bir özenle iki parmağı arasına aldığı incecik sigara kağıdına özenle ince kıyım tütününü yerleştirip, benzinli çakmağı ile yaktıktan sonra bir nefesiyle keyiflenen büyüklerimiz.

 

Karikatürün altına
Dönemin mizah dergisinde Reji İdaresi’nin ülkede yarattığı tahribat böyle karikatürize edilmiş.