Bugün gündemin dışında ama çok ilginç, ilginç olduğu kadar hayati önem taşıyan bir konuyu gündeme getirmek istiyorum..
O da milli bir konu..
Yazar Zahide Uçar’a yazılmış bir mektup..
***
Diyor ki..
“Ben Gönen’e yerleştim. Emekli olup dinleneyim derken bambaşka bir konuyla karşılaştım. Ülkeme hizmet etmek, çocuklarımızın geleceğine yatırım yapmak için yeniden çalışmaya başladım. Topraklarımızın sıfırlandığını öğrendiğimde ürktüm. Yok edilen topraklarımızı geri almak, hasta topraklarımızı onarmak için doğal gübre olan solucan gübresi işine girdim. Sizinle mutlaka konuşmalıyız.”
Anlattıkları, anlattıklarını bilimsel araştırmalar ve sunumlarla açıklaması sonunda beynim balyoz yemiş gibi oldu. Sonra kendim araştırdım.
Acı gerçek karşımda duruyordu..
Anadolu toprakları sistemli bir şekilde kısırlaştırılmış, artık bizleri doyuramayacak hale getirilmiştir.
Sonra devam ediyor :
“Bir toprağın tarım toprağı sayılabilmesi için içinde bulunan organik madde oranının %3’ün üzerinde olması gerekiyor. Organik madde oranı %3’ün altında olan toprak ölü toprak olarak kabul ediliyor. Türkiye’nin tarım topraklarının en büyük kısmı organik madde oranı açısından %3’ün altındadır. Organik madde oranı az olan topraklar %43.13, kapladığı alan 14.366.661 hektardır. İyi ve yüksek organik madde ihtiva eden toprakların toplama oranı ise %12.13’tür. Topraklarımızın organik madde oranı yüksek verim almayı engelleyecek düzeydedir.”
Peki bu duruma nasıl geldik?
“Erozyon ve yanlış sulama toprak kaybımızda etkili faktörler olsa da, ana sorun suni gübre ve kimyasallardır.
1999 yılında Amerikalı bir öğretim görevlisi ‘ilk ürettiğimiz kimyasal gübreleri 3. dünya ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerde deniyoruz’ demişti(!)..
Araştırmalar sonucunda suni gübre içinde deniz kumu ve mermer tozu olduğunu öğrendik. Verimli toprakları betonlaştırmanın adı gübrelemek olmuş..
Yarı bataklık olan Hollanda, dünyaya tarım ürünü ihraç ediyor. Hollanda’nın büyük çoğunluğu deniz suyu seviyesi altındadır. Topraklarının %40’ı denizleri doldurarak elde edilmiştir. Toplam yüzölçümü 41.526 km2’dir. Nüfusu 15.346.000’dur. Böyle bir ülke tarımda dünyada söz sahibi olurken, Türkiye gibi dört mevsimi olan bir ülkenin toprak durumunu ne ile izah edebiliriz?”
Peki, her şey bitti mi?
“Tabii ki hayır. Her uyanan birey seferberlik ilan eder gibi tarım ile uğraşan insanlarımıza ulaşıp çalışırsa, topraklarımızı geri alabiliriz. Hem de sadece kırmızı solucan kullanarak.
Bu nasıl olur demeyin, araştırın.
Kırmızı solucan kullanarak İsrail çölde tarım yaptığı toprağın organik mineral oranını %87’ye çıkarmıştır.
Bu veri bir şaka değil, gerçektir.
Bu gerçekle karşılaştığınız zaman karşımıza çıkan cinayettir..
Bu cinayete bütün siyasiler olduğu gibi Ziraat Fakülteleri ile Ziraat Mühendisleri de ortaktır..”
Size birazcık kırmızı solucandan bahsedeyim:
Solucanın yaptığı toprak kendi hacminin 8-10 katı su tutma özelliğine sahiptir. Bu suyu bitki susuz kaldığı zaman toprağa salıyor. Kendi boyunun 20 katı tünel açıyor. Toprağı havalandırıyor. Hiçbir hastalık taşımıyor. Solucan olan toprağın makro, mikro, izo elementleri çok yükseliyor. Toprağın PH seviyesini düzeltiyor. Yani, toprağı tedavi ediyor. Besliyor.
Arkadaşım araştırma yaparken zeytinlerimizin köklerinde kanser hastalığının ortaya çıktığını öğrenmiş. Ve solucan gübresi ile de tedavi edilebildiğini söylüyor. Solucan gübresi ürün artışı sağlıyor. Üç sene solucan gübresi atılan toprak kendine geliyor. Organik madde içeriği yükseldiği için 4 ve 5. sene gübre atmanıza da gerek kalmıyor. Solucan gübresi ile yetişen ürünlerde böceklenme olmadığı için ilaç atmıyorsunuz.
Galileo hayatının 40 yılını solucanları inceleyerek geçirmiş. Ve diyor ki;
“Bir toprağın oluşması için üç defa solucanın rahminden geçmesi gerekir.”
Bir Fransız atasözünde ise;
“Toprağı yaratan Allah onu nasıl yarattığını da en iyi bilendir. Ve bunun sırrını sadece solucana emanet etmiştir.”
Hayvan besleyenler sadece solucan alarak ve hayvan gübresi içine atarak kendi gübresini elde edebiliyor. Ne yazık ki çiftçiye bu gerçeği anlatan yok. Uluslar arası ilaç tekellerine esir olan siyasetçi, akademisyen, ziraat mühendisleri, ziraat teknisyenleri..
Hani, kızdığınız zaman hep ‘kömür-makarna-bulgur’ muhabbeti yapıyorsunuz ya?
Yani kolay olanı suçluyorsunuz ya?
Asıl gerçek olan şudur:
İlaç tekellerine hizmet eden doktor, müteahhit hizmetkarı mühendis insana hizmeti bırakıp merkeze parayı koymuyor mu? Anadolu topraklarının rahmi parçalanıp doğurganlığı bitirilirken ziraat fakülteleri ve ziraat mühendisleri ne yapıyordu? Fakülteler dışarıdan kendilerine dikte ettirilen bilgiyi sorgulamadan öğrencilerine veriyor olmalı değil mi? Gerçek bilim şüpheci değil midir? Sorgulamayan kafa bilim üretebilir mi?
Bunlar ABD’de sadece ABD’li öğrencilere açık olan laboratuarların nedenini hiç düşünmez mi?
Bu millete senelerce zeytinyağı, tereyağı ve yumurtayı doktorlar yasaklamadı mı? Bir derece ısıtıldığında plastiğe dönüşen trans yağları en iyi yağ diye doktorlar yedirmedi mi?
Bir ülkenin okumuş kesimi öncüdür. Öncüler yolu sapıtırsa, arkadan gidenlerin menzile ulaşması zordur.
Zirai ilaç satan ziraat mühendisi kendisine gelen çiftçiye;
‘Kendin mi yiyeceksin yoksa satacak mısın?’ diye sorup, satacak olduğu ürüne kimyasal ilacı yüklerse, ‘bulgur-kömür-makarna’ suçlaması yapmak en haksız suçlama olur.
‘Vatan, millet, bayrak’ diyen , milliyetçi ziraat mühendisi . Oturup sorsunlar kendilerine. Milliyetçi, ulusalcı olmak nedir? Kimyasalı basıp, kendi yemediği ürünü insanlara satmanın dini karşılığı nedir? Anadolu’nun kendine ait tohumlarını yasaklayıp kısır tohum kullanmaya milleti mecbur etmenin karşılığı nedir?
1950 yılından beri Anadolu toprakları; gübre, ilaçlama adı altında saldırıya uğramıştır.
Türk milletinde kısırlık %40’ı geçmiştir. Neden? Niçin? Niye?
Düşün, araştır, bul..
***
Son derece önemli ayrıntılar..
Düşünmek gerekmez mi sevgili okurlar..