Namık Kemal der ki;
Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen ben.. 
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen..
Unutmamamız gerekir ki, bir milleti ayakta tutan, onun bünyesine yerleşmek isteyen virüslere ve dışarıdan gelebilecek her türlü saldırılara karşı koruyacak bir güç varsa, o da millet fertleri arasındaki sevgi, hoşgörü ve bunların tabii neticesi olarak gerçekleşecek olan birlik, beraberlik yani  fikir birliğidir!
Şayet bir toplumu  meydana getiren fertler 'Vatan, millet, bayrak' gibi  bizi biz yapan duygular arasında..
Birbirlerini yürekten sevebiliyor..
Bu sevgi hatrına, kusurları, hataları affedebiliyor..
Kendi büyük ve önemli ihtiyaçlarına rağmen başkalarının küçük ve basit ihtiyaçlarını öne çekebiliyor..
Onların refah ve mutluluğu için çekinmeden her türlü badireyi göğüsleyebiliyor..
Yeri ve zamanı geldiğinde vatanı ve içinde yaşadığı toplum için; din, dil, ırk, millet, soy, sop vs. ayrımı yapmadan herkesle omuz omuza yürüyebiliyor, kol kola girebiliyor, canını verebiliyorsa..
İşte öyle bir milletin ömrünün  sonsuza kadar payidar olacağından şüphe edilmemelidir.
Aksine, fertleri arasında birlik ve beraberliğin bozulduğu, kıskançlık, haset ve gıybet gibi öldüren hislerin başını alıp yürüdüğü, ayak oyunlarına müracaat edildiği, ‘sen-ben’ derdine düşüldüğü ve bunun kavgasının verildiği, milli konuların bile siyasete alet edilip bir araya gelemeyen bir toplum içten içe milli ve manevi duyguları ile çürümeye başlamış demektir.
Tabii aynı zamanda dışarıda aç kurtlar gibi saldırmak üzere bekleyen düşmanlarının yollarını da kendi elleriyle açmış olurlar.
Böyle bir toplumun kolay kolay iflah olmayacağı ise açıktır.
Sözlerimize girişte yazdığımız..
Memleket bitti yine bitmedi hâlâ sen ben.. Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen..
Beytinde vatan şairi Namık Kemal işte bu hisleri dile getirmektedir.
İstiklâl yıllarımızın ızdıraplı şairi merhum M. Akif de bu hususu şu güzel beytiyle seslendirmiştir:
“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez..
Toplu çarptıkça yürekler, onu top sindiremez.”
Burada yine büyük devlet adamı Yavuz Sultan Selim’in o enfes dörtlüğünü hatırlayabiliriz. Şöyle diyordu:
“Milletimde ihtilaf ü tefrika endişesi..
Hattâ kûşe-i kabrimde bîkarar eyler beni.. 
İttihad etmekken a’dâya karşı çaremiz.. 
İttihad etmezse millet, dağidar eyler beni..”
Günümüz Türkçesine çevrilmiş haliyle şöyle demek istiyordu Yavuz:
'Milletimin ihtilaf ve iftiraka düşebileceği endişesini ölüp gittikten sonra dahi zihnimden atamayacağım. Hatta bu endişe kabrimde bile beni rahatsız edecek. Düşmanlara karşı yegane çaremiz bir ve beraber olmak iken, millet fertleri gönül birliğiyle ittifak etmezlerse, işte bu beni derinden yaralar ve çok rencide eder.'
Şunu bilelim ki  millet sevgisinin en büyük delili o milletin fertlerinden hiçbirini hor ve hakir görmemek, dışlamamak ve nerede, ne zaman olursa olsun onlarla kol kola girip, omuz omuza vererek ülke fertlerinin menfaatleri istikametinde çalışabilmektir.
Bu çalışmada esas olan temel dinamik de samimiyettir; işe  samimiyet ile omuz vermektir.
Omuz verenler arasında bir  başbakan ile bir milletvekili, bir belediye işçisi olmakla o belediyenin başkanı olma arasında hiçbir fark olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır.
Öyle ise gelin!
Bu güzel cennet vatan  toprakları üzerinde, bu ülkenin milli politikalarında  iktidarıyla, muhalefetiyle daha çok dayanışmaya, daha çok birlik ve beraberliği ihtiyaç hasıl olduğunu bilelim.
Onlar üzerinde kavga ederek, birbirimizi aşağılayarak bir yere varamayacağımızı bilelim.
Çünkü dünyanın da gözünün üzerinde olduğu bu karışık coğrafyada hele hele çıtayı dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri olarak koymuşsak daha ama daha çok birlik ve beraberlik ruhuna, dayanışmaya ihtiyacımız var!..
Bu iş sadece ülkeyi yönetenlerin meselesi değil.
Dayanışma şart
Devran dönüyor..
Bu ülke kime kalmış ki bize, bugünkü siyasetçilere kalsın!
O nedenle gelecek adına, daha güçlü bir ülke bırakmak, hoş seda bırakmak adına tarihi sorumluluk hepimizin üzerinde!..
Kem gözlere yem olmayalım.
Bu işin seni beni, şu partisi, bu partisi, şu partilisi, bu partilisi yok!
Bu güzel cennet vatan topraklarında tabii ki daha iyisi için siyaset yarışı olsun, olacak da ama ülkenin milli  dinamikleri üzerinde süregelen siyasi  düşmanlıklar artık ölsün arkadaş!.
Hepimiz, o mezarın başında ister imam olalım, ister mezarcı..
Bu kara bulutlar gitsin, bir güneş doğsun, ister sultan olalım, ister dilenci..!
Ne dersiniz!
Arkamızdan  'Ne iyi  devlet adamlarıydılar. Ne güzel işler yaptılar.. Ülkeyi kem gözlere yem etmediler.. Allah razı olsun' dedirtmek kim istemez ki!..
Unutmayalım..
Başka Türkiye Cumhuriyeti Devleti yok!..
Unutmayalım
16'sını kendi ellerimizle yıktık..
Bu 17'nci..
Ama ilelebet sonuncusu.. 

  • BABALAR!..

Bugün 15 Haziran Babalar Günü..
Anneler Günü gibi bugünün de anlamı büyüktür..
Dünyaya gelmemize vesile olan anne-babalarımız, bizler için hayat ve huzur kaynağıdır. Her birimiz güçsüz ve aciz bir konumda iken, Allah’ın  lütfuyla, anne-babamızın sevgi, şefkat, merhamet dolu kucağında hayata başlarız. Evlatlarına anlatılamayacak bir zevkle kol kanat gererler.
Öyle ki onlar yemez yedirirler, giymez giydirirler, ağlatmaz, ağlarlar.
Doğruyu, yanlışı, şefkati, merhameti, sevgiyi, fedakarlığı ve daha nice insanî erdemleri öncelikle onlardan öğreniriz.
Bu itibarla anne-babalarımız, ilk rehberlerimizdir.
Onun içindir ki, Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah kendisine gönül veren müminlere şöyle seslenir: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”

Bu ayette, bir insanın, anne-babasına, eziyet, kötülük şöyle dursun onlara iyilikte bulunması, saygılı davranması, onlara şefkat ve merhamet yüklü sözcüklerle güzel bir şekilde hitap etmesi gerektiği bildirilmiştir.
Zira o güçsüz iken, anne-babası ona kol kanat germiş, bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen ona hep güler yüz göstermiş, güzel söz söylemişlerdir.
Onun mutluluğu için nice fedakarlıklara katlanmışlardır.
Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, evlatları için her türlü fedakarlığı yaptığı halde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz gözü yaşlı anne-babalarla sıkça karşılaşıyoruz. Gözyaşlarının, terk edilmişliğin, hayata küsmenin meydana getirdiği bu ızdırap tabloları, vicdanları derinden yaralıyor.
Oysa bu tabloları, huzur ve mutluluk, fedakarlık ve sabır, merhamet ve hoşgörü süslemelidir.
Bizler onların varlığı ile sıkıntı ve meşakkat değil huzur ve mutluluk duymalıyız.
Varlıklarını yük değil, nimet olarak algılamalıyız.
Bütün babaların Babalar Günü’nü kutluyor, ellerinden öpüyorum.