Çok serzenişe gerek yok...
Dilimizin güzelliği kadardır hayat.
Biz, kömür kokulu bir dili terk etmedikçe, varlık içinde olsak bile huzur yokuşunun tık nefes yolcusu olmaktan öteye gidemeyiz. Bağırarak konuşmaktan çok, susarak konuşmayı sevmek gerekir.
Zamanımızda maalesef nadideleşti bazı hasletler. Etrafına diliyle servet bahşetmesini bilen meltem sesli insanlar, eski sevdalar gibi tarihe mi karıştı demek geliyor insanın içinden?
Vaziyet bu olsa gerek ki; öğretmen okulda, hoca camide, siyaset erbabı alanlarda bangır bangır bağırırken sükünetli bir memleket hayali, çok daha baharları eskitir gibi geliyor bize.
Sevgiyle konuşan, sesinde saadetin neşvesi yankılanan, sabah ezanlarının asude sadasından beslenmiş hakiki antika dostlara nasıl özlem duymayalım. Hangi yanımıza dönsek kızgınlığın sağır eden bağırışlarına tosluyoruz. Sanki herkesin nasırına basılmış..
Niye böyleyiz dostlar?
Evet böyleyiz çünkü bütün varlığımızı menfaat arsası üzerinde apartmanlaştırmışız. Çıkarlarımızın zarar göreceğine dönük en küçük bir emare belirdiğinde kaybetmemek adına bağırdıkça bağırıyoruz. Haklı haksız olmak önemli değil; gücümüzü, sesimizle kazıdığığımız siperlerle koruyabilirize inanmışız. Mezarlıktan geçerken şarkı söyleyenler gibi sahte bir yiğitlikle gürlemek şiarımız olmuş maalesef!
Şöyle süküneti haddeden geçirerek cümlelerimizi yağ u bal etmek imkanı yitirilmiş..
Bilim erbabının yanında filim ehli söz sahibi olursa, insanlık limanından, doğruluk gemilerinin halatları kopar, başıboş bir seyrüsefer başlar. Bu dümensiz gidişin korkutan serencamına teslim bir kader bizi bekler. Aysberge de, gemi yaran kayalara da, ha çarptık ha çarpacağız korkusuyla gözlerimizi dışarı fırlatmış akıbetimizi bekleriz.
Zihniyetimizi kendi inançlarımızın berrak sularında yıkamadıkça, dümensiz gemimize uygun bir kaptanı yakın zamanda bulamayacak gibiyiz.
Hepimizin önce sükünet terapisine ihtiyaçı var. Yanlışlardan değil de doğrulardan söze başlamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ayıp bulan değil ayıp örten bir setri yorgan yapmalıyız. Kusurların ve kabahatlerin kirli pınarlarını ekranlardan evlerimize akıtan süzgeçsiz her poza karşı da uyanıklaşmamız gerekiyor. Bizi bizden satın alan o hengameli diziler, dizilmesi zor enkazları yıkıyor başımıza.
Bağlamı belli olmayan cümleler kurararak kuyruksuz kertenkele görüntüsünde fıldır fıldır dolanıp duruyoruz.
Taksiratımız çok..
Noksanımız yama tutmuyor..
Aymazlıklarımızın ayırdına bile varabilmiş değiliz..
Oysaki;
Şöyle bir sabitlenip önce insanlık tekbiriyle kıbleye, sonra da masumiyet duruşuyla rüküye ve nihayet tam teslimiyet edasıyla secdeye varıp iki rekatlık hakiki bir namaz kılarak titreyip kendimize gelme zamanımız geldi de geçiyor bile..
Başımıza kazık gibi çakılacak namazlardan bahsetmiyorum dostlar; gerçek namazdan, gerçek namazdan bilesiniz...