Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, memleketin en kuzeyinde “Temel Emice” isimli bir mimar yaşarmış... “Temel Emice” Mimar Sinan’ın öğrencilerinden biriymiş ki, mimarlığı ve mühendislik dehası da buradan gelirmiş.

Hikâye buya, yıllar önce Yenicuma’da cinlerle kavga etmiş ve sihirli bir lambanın içine hapsolmuş. Lambanın içine hapsolunca da, cinler tarafından Yenicuma’da yeri belirlenemeyen bir yere gömülmüş. O vakitten sonra da kendisinden bir daha haber alınamamış. Rivayet odur ki, Mimar Sinan son çırağının bulunması için, dönemin padişahına gitmiş. Bu padişah da Kanuni Sultan Süleyman’mış! Bilge Mimar Padişah’a, “Yüce efendim benim bir çırak var, Trabzon eşrafından Temel, fındık ayı gelince izin aldı benden gitti bir daha da geri gelmedi. Bir haber de alamadım. Bulunması için bana yardım eder misiniz?” demiş.

Padişah’ın doğduğu memleketinde böyle bir esrarengiz kayıp olur mu? diye düşünceye kapılan Kanuni ferman yazmış Trabzon Vilayeti’ne.

Aranmış, taranmış “Temel Emice” bulunamamış.

Hangi kaynakta yazılmış bilinmez, kim bu hikâyeyi uydurmuş görülmez. Mimar Sinan “Temel Emice”yi bir daha göremeyince hastalanmış ve bu dünyadan göçüp gitmiş.

***

Bu hikâyeden yıllar, yıllar geçmiş...

Hayatını hurdacılık yaparak kazanan Dursun Dayı, kentsel dönüşümde olan Yenicuma Mahallesi’nde yıkılan evlerin betonlarından çıkan demirleri almak üzere bir sabah erkenden harekete geçmiş. Sabahın ilk ışıklarından bir evin temelinde, yıllar önce içine hapsedilmiş “Temel Emice’nin sihirli lambasına denk gelmiş. Eline almış lambayı üzerindeki tozu siliyim derken içinden Temel çıkmış. Dursun, Temeli görünce şok olmuş.

“Kimsin” falan derken tanışmışlar beraber şehirde gezmeye başlamışlar.

Temel gördükleri karşısında şok olmuş. Tabi nerede o eski Trabzon!

Koskoca Mimar Sinan’ın son talebesi, şehirde ki abuk sabuk binaları, Karadeniz Sahil Yolu’nu görünce “Aman Allah’ım” diyerek gözlerini kapatmış.

Dursun şaşırmış, “Ne oldu Temel Emice?” diye seslenmiş.

“Bu şehirde mimarlık okulu yok mudur?” diye konuşmuş Temel. Dursun da, “Olmaz olur mu? Sadece mimarlık okulu değil, bunların bağlı olduğu oda da vardır. Okumuş çocuklardır sizin zamanınızdaki gibi değildir. diye cevap vermiş.

Temel bu söze daha çok kızmış. Sinirli şekilde konuşmaya başlamış.

“Dursun Bey, Dursun bey, eğer bu şehirde Mimar var ise, Suluhan dediğiniz yere niye itiraz etmemiş. Şehrin göbeğinde saçma sapan bir yapı. Onu hangi mimar yaptı, bizim zamanımızda olsa derhal sürülürdü. Dursun Bey, Dursun Bey, Boztepe’ye kim iki tane delik açtı, bilmem neremin uzunluğunda viyadük direkleri oraya koydu, kimdir bu mimar, kimdir bunun altına imza atan mühendis. Dursun Bey Dursun Bey, yüzmeye gittiydim fi tarihinde denize girdiğim Karadeniz nerede? Dursun Bey, Dursun Bey şu birbirine benzemeyen binalarla dolu Çukurçayır’da ki yapıların altında hangi mimarın imzası var?” diye hiddetlenmiş.

Dursun, “Temel Emice bana neden kızıyorsun ben ilkokul terkim.” diyerek konuyu kapatmak istemiş.

***

Dursun önde Temel arkada şehri gezmeye devam etmişler. Dursun hurda topluyor Temel ise geçtiği sokakları gözlemliyormuş. Yol nasıl olmuş bilinmez Boztepe’ye varmış. Yokuş tırmanmak bin yaşında ki “Temel Emice”yi yormuş. Dinlenmek üzere şehri gören bir sırta oturmuşlar. Dursun ağızını açmıyormuş.

Kan ter içinde otururlar iken “Temel Emice” her şeye söyleniyor. Bu nasıl bir şehir falan aklına gelen her yapıya galiz hakaretlerde bulunuyormuş. Bir ara bir sessizlik olmuş. Bir süre sonra Temel dayanamamış, “İyi ki ustam Mimar Sinan bu zamanları görmedi.” demiş. Dursun atılmış hemen, “Görseydi iyi olurdu rahmetli. Bak dünya ne kadar güzel yer oldu.”

Temel bir anda çıkışmış, “Neyi görecekti, bir tarafı sağa bakan bir tarafı sola bakan denize sırtını dönmüş. Kıyısı olmayan, yeşilliği yok olan, en lüks diye beni getirdiğin Beşirli Mahallesi de dâhil her yeri gece kondu olan saçma sapan bir şehri görse kahrından ölecekti. Ah benim ustam ah. Şu şehre şöyle bir baktım da yüz yıllar önce yetişmiş dünyaya nam salmış bir adamın ülkesine bak bir tane doğru mimari yapısı yok. Hayır, yeni yapmamışlar, eskiyi yıkmasalardı bari.” demiş.

Dursun atılmış, “Yok beyim sen yanlış anladın. Görmesini istedim baksın neler çekti bu şehir okumuşlardan. Görsün diye dedim.”

Temel iyice sinirlenmiş, hurdaların arasında çöpte buldukları megafonu almış ve miting vermeye başlamış. Tüm Trabzon nasıl olmuşsa onun sesini duymaya başlamış: “Lan halk, Bu şehir neden bu hale geldi? Kaç bin yıllık şehir nerede? Nedir hu Sahil Yolu, nedir bu bilmem nereme benzeyen binalar? Yakıştı mı size? Üniversite sen ne işe yararsın, bir tane şehir planlaması neden yapmadın? Şu şehrin kimlik verdiği şahsiyetler siz size kimlik kazandıran şu şehri neden sahiplenmediniz?”

Derken söylemleri çok sertleşmiş, küfür kıyamet gitmeye başlamış. Ağıza alınmayacak sinkaflı kelimeler derken. Ahali toplanmış, ellerinde taşlar, sopalar. Dursun bakmış Mimar “Temel Emice” ölecek doğruları diyor diye onu lambaya yeniden sokmuş.

Böylelikle bizim Temel doğruyu söylediği için linç edilmekten kurtulmuş.

***

Hikâye de burada bitmiş. Bir daha Dursun’u da lambayı da gören olmamış.