1919…
Sabah çok erken Bandırma Karadeniz sularında ilerliyor…

Küçük bir sessizlik var!

Bu ses; Bandırma’nın su yüzeyinde süzülüşünün sesi…
Bir adam geminin sancağında elinde tütün kâğıdı sigarasını sarıyor… 

1923’ü hayal ediyor… 

Bir tarafında İngiliz, bir tarafından Fransız, İtalyan, Yunan… 

Harbi Cihana tutulmuş Anadolu Deryası… 

Millet yok olmama, var olma kavgasında… 

Antep dertli, Urfa dertli, Maraş dertli… 

İstanbul işgal altında… 

Bir adam var sancakta elinde tütünü kor köz olmuş ilk nefeste… 

İçine çektiği dumanı öyle bir salıyor ki, dünyaya bulutlanıyor hayalleri 1923’de… 

Ardında İngiliz muhribi, her yerde resmi ve ismi birazdan karaya varacak Samsun, Sivas Erzurum’a kadar uzanacak yolculuğu… 

Hafif sakalları çıkmış üstelik yaşı “bence” var ya da yok… 

Bir milletin kaderi ona kalmış… 

Daha dün gittiği diğer cephelerde dindaşı, yoldaşı, soydaşı elin adamı olmuş bir gecede… 

Bir adam var sancakta 1923’ü düşünüyor… 

Bir toplumu millet etmenin, dünya ya bizde varız demenin ilk adımlarını hayal ediyor… 

Bir adam var klavye başında 2023’te…

Geminin sancağında “1923 hayali kuran” adamın sayesinde okumuş, sanatçı, yazar olmuş her şeyini ona borçlu… Cumhuriyetin 60’ncı yılında doğmuş… 83’te gözünü açmış ve bir tebaa olarak değil bir milletin bireyi kimliği ile bir ailenin ferdi olmuş… 

100 yıllık bir borçtur bu… 

40 yılını ben yaşadım bu yüzyılın… 

Millet olmanın ne anlama geldiğini, Afganistan’a gittiğimde anladım, millet olmanın ne olduğu Irak’a gittiğimde anladım… 

Millet olmanın ne olduğunu biz 100 yaşındayız diye hayal ederken hemen altımızda Filistin’in verdiği haklı kavgasında yalnız kalışından anladım… 

Eğer ben elimde Türk pasaportum ile gezmişsem yedi düveli, işte bunu Cumhuriyet adamı olmamdan fark ettim… Öyle bir adam vardı ki Bandırma’nın sancağında o sadece bana millet olmayı değil, sadece bana ulus olmayı değil, dünyada ezilen tüm halklara emperyalist devletlere karşı yumruk atmayı ve güçlülerinde yenile bileceğini öğretti…  

Bir gün İstanbul Cağaloğlu’nda bir matbaa da çalışırken cemaatçi bir dürzü ile kavga etmiştim… 

Bu cumhuriyet 100 yaşını görmez demişti… 

Kendisine galiz küfür etmiştim… Sonra ver elini bir kavga… O vakitler 20 yaşlarındaydım, çok korkmuştum dürzünün söylemlerinden. Cumhuriyet yıkılırsa ben ne yaparım diye dertlenmiş ve tüm temel taşlarına sahip çıkarak kavgamı o vakitten sonra vermiştim… 

O zaman öğrendim içimizde hala daha İngiliz’in olduğunu… 

Şimdi diyorum ki yeniden: “Sancaktaki adam Mustafa Kemal Atatürk’e teşekkür borçluyum… Yoksa sınıflandırılmış bir toplumun en alt kademesinin çocuğu olarak burjuvanın kölesi olacaktım, ya da İsrail denen terör devleti gibi bir devletin ordusunun tank paletleri altında vefat edecektim… Var olsun 100 yılık Cumhuriyetimde bana bu hakları kazandıran tüm ecdadım, onlara minnettarım…”