Şimdi suçüstü yakalanmış olmanın telaşıyla kem küm etmeleri sizi yanıltması? Maşallah topaç gibidir haspalarım. Deveyi havuduyla yutup, ihtirasın ipi ne yana sarılmışsa koşulsuz o yana yönelip, bir sağa, bir sola, bazen ileri çokça da geri, zamanca döner dururlar!

Kılık, kıyafetleri, sureti haktan görünüp, yerli yersiz sırıtmaları sizi yanıltmasın, Kıbleleri asla belli değildir! En makul anlarda bile aniden celallenip, ağıza alınmayacak laflarla karşıtlarını tahkir ve tahrik etmek uzmanlık alanları içindedir. Yargıdan kendi önyargılarını eşeleyip çıkartan bu çevreler, Yüksek yargı dâhil Yargının işlerine gelmeyen her kararını eleştirip, en temel haklardan haber yasağına uzanan bir dizi sansürlemenin de mucididirler.

Tarihte “Kırk satır ya da Kırk katır” öneren atalarına bile bunların yanında usta yamağı kalır! Kargadan başka kuş tanımayan! Eleştirel düşünceye ve bilimsel gerçekliklere kulaklarını tıkayan bu tayfa gözlerini o denli karatmış ki; Bilim Kurulunun tavsiye ve görüşleri ortadayken. Toplumu pandemi koşullarına uyumlamak yerine; Kongre salonlarını lebalep doldurup, üstüne üstlük birde kuralsızlıklarıyla övünmekten tuhaf bir haz alırlar!

Tüm insani ve evrensel değerlere saygının gösteriye dönüştüğü gündelik yaşamda. Özenle sakınılması gereken kazanımlar artık yok hükmünde Eğitimden sağlığa hizmet alamayan, ısınamayan, barınamayan, karnını doyuramayan insanlar için kimse kılını kıpırdatmıyor. Akrabalık bağları çerçevesinde herkes kendi ailesini kollayıp hayata tutunmaya çalışıyor. Vee cehaletin özgüvenle harmanlandığı bu ortamda; bir büyük toplum olmanın gerektirdiği dayanışma, sadece bir kavram olarak ortada bir yerde öylesine duruyor!

İnsanoğlu dediğiniz nelere alışmıyor ki?

Hele ki 21. Yüzyılda! Bugün Pazar, salonları ağzına kadar dolduranlar, bugün de bizi güneşe çıkarmadılar! Göz-göze, diz-dize evlere tıkılmak tek seçenek! televizyon başına geçip, dizilerle izole olmaya; aman duyan olur diye küçük harflerle konuşmaya! telefondaki cızıltıdan huylanıp havadan sudan konuşmaya, ağlarken gülmeye, gülerken ağlar görünmeye.

En çok da severken bile sevgisizliği kutsamaya, fısıltı dinleyip fısıltı yaymaya; öküzün altında buzağı aramaya, arayınca da bulmaya!.. Kınalı kuzularını toprağa veren anaların feryadı arşı alaya yükselirken, nutuk atıp sırıtanları alkışlamaya alıştık basbayağı!

Elleri ile biri kulaklarını, öteki ağzını, diğeri gözlerini kapatan üç maymuna benzedik. Benzemek ne kelime benimsedik de.

Tıpkı; kayıtsız koşulsuz teslim olmuş, başkaları tarafından yönetilmeyi kabullenmiş insanın kimliksiz sorumsuzluğuyla! Onun yerine başkaları düşünüp, başkaları karar veriyor olmasına alıştığımız gibi.

Oysa demokrasi kültürünün egemen olduğu iklimlerde; yurttaşlar, insanın doğuştan kazandığı vazgeçilmez ve devredilmez tüm haklardan yararlanıp, geleceğe ilişkin; Söz, Yetki ve Karar süreçlerinin her aşamasına kendi özgür iradeleriyle katılırlar.

Bizde ise; Demokratik bir talebin değil dillendirilmesine, çekim yapan kadın gazeteciye bile tahammül edemeyip ters kelepçe vuran devletin memuru, uyarıldığında copunu kaldırıp “Hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz SİZE!” diye, ötekileştiren bir dille, fütursuzca meydan okuma cüretini gösterebilir!

Biz eskiden böyle değildik. EVET. Sahi şimdilerde ne oldu bize?

Acılarımızı, coşkularımızı birlikte paylaşır, dayanışma sarmalında tasada, kıvançta birlikte olurduk.

Şimdi onca kaybın ardından sanki yetmemiş gibi, birde insanlığımızı da mı yitiriyoruz?

Sırtımızı dönüp, geçmişin güzelliklerini unutmak istiyoruz. Hatırlamak canımızı acıtıyor!

En çok ağrıyan yerimiz hafızamız olmuş, biricik ilacımız da unutmak!

Kısacası, gerçek görünümlü sahteliklerle bir ömrü heba ediyoruz. Artık mış- gibi bile davranamıyoruz. Zira- mış gibilik de referansını gerçeklikten alıyor, biz o gerçekliği unutalı hayli zaman oluyor!

Biricik seçeneğimiz; Dünyanın en meşakkatli işi dahi olsa, toplumsal sorumluluğun bilinciyle, kamusal yaşamın üzerine çöken karanlığa ve yaşam karşısında ölümün kutsanmasına karşı bir kararlı duruşu gerektiriyor.

Güzel bir hafta dileklerimle.