ABD/İsrail saldırılarına ilişkin yüzlerce yazı yayınlandı gazetelerde. Televizyonlar, sosyal medya ve her tür dijital alanda belki binlere varan izlence yapıldı. Yüzlerce uzman ya da akademisyen konuk, son yılların bölge ve dünya sorunu olmuş bir konuda bilgilendirme ve kamuoyunu aydınlatma/bilinçlendirme çabası içinde oldu. Kimi “sahibinin sesi” kanalları ve sözcülerini saymazsak İsrail’in ABD ve Batı destekli saldırdığını hemen herkes kabul eder. Benim de kendimce, dilim döndüğünce yirmiye yakın yazımla İsrail saldırganlığının aynı zamanda bir emperyal saldırı olduğunu, bunun da ABD ’siz olamayacağını belirttiğim görülecektir. Yine sürecin bizi ilgilendiren büyük bir stratejinin parçası/aşaması olduğunu da her defasında ısrarla vurguladım.
Bu yazımla İran’a son saldırıyla “ben de demiştim” savıyla kendimi kanıtlama derdinde değilim! Ancak on yıllardır Filistin’e, son bir yıldır Filistin toprağı Gazze’ye hiçbir ölçüye ve savaş hukukuna sığmayacak biçimde insan kıyımını da kapsayan saldırı pervasız bir duruma yükseltilmiş. İnsan kıyımı yüz binlere yaklaşmış, açlıktan ölüm olaylarının da başladığını bildiren haberciler ve masum ülkeler ve uluslar/halklar “uluslararası toplum”a söz dinletemez olmuşlar.
Rafa kaldırıldığı sanılan BOP yeniden hız kazanmış, canavarlaşan bir azgınlıkla bölge ülkelerine yayılmakta. Dikkat edilirse Gazze/Filistin derken, Lübnan-Suriye saldırıları geldi. Suriye yönetiminin de değiştirilmesi, işbirlikçi dinci yeni yönetim ve destekçileri ayrılıkçı/Kürtçü örgütlenmeler İsrail’in ve ABD’nin önünü açtı. Zaten Kuzey Irak’ta daha önce oluşturulan yapıyla birleşen bir koridor Türkiye ve İran sınırına dayanmıştı! Artık tehlikenin “bağıra-çağıra” geldiğini görmemek büyük aymazlık olacaktır. Kuşkusuz projede görevli olanları ve bilerek ya da bilmeden “sahibinin sesi” olanları bir kez daha uyarmak bir görevdir diye düşünüyorum.
Sürecin bu aşamasında kimi dostların “nesnel” olmak ve “savaş karşıtı” görünmek ve masum “halkların kardeşliği” gerekçesine sığınarak “yansız” davranmak adına İsrail’le İran’ı aynı kefeye koyup “barış” diye ortaya çıkmaları, açıklamalarında saldırganlığın esas yönünü perdelemelerine ne demeli! Bu tutum ABD/İsrail saldırılarını büyük oranda kolaylaştırmakta. Çünkü ara unsurlar ve konuya tam hâkim olamayan çevrelerin yön arayışlarını etkiler; direnme ve karşı çıkma yeteneğini körelten olumsuz bir yönlendirme gayretine hizmet eder. Buna bağlı olarak ABD Emperyalizmine ve İsrail Siyonizm’ime karşı direnme ve duruşu sabote etmekte, haklı mücadelelerin ve “meşru savaşın” önünü de kesmekte. Oysa bu aşamada bölge ülkelerinin güç ve çıkar birliği -bir yönüyle karşı saldırısı denilebilir- ancak ABD ve İsrail’i durdurur/ “defeder”.
Kuşkusuz Türkiye’nin Kürecik ve İncirlik üslerine el koymasıyla başlatılacak bir zorunluluktan, bir iradeden söz ettiğimi anlamak isteyen anlamıştır. Bunun bir başlangıç olduğunu, hava ve kara koridorlarının da saldırgan ülkelerin geçişine kapatılması bir başka zorunluluk sayılmalı. Yetmez; askeri ve teknik iş birliğini bölge ülkeleriyle bütünleyerek uzun erimli/stratejik bir rota oluşturulmalı! Çünkü saldırıların ve saldırganlığın bir son durağı yoktur ama “emperyal sıralaması” vardır. Bu nedenle durağın asıl önemli ayağını Türkiye oluşturmakta. Biçimlenecek ülkelerin sıralaması İran’dan sonra bizim ülkemiz olacaktır. Söz konusu pazıl bölge için böyle tamamlanmış sayılacaktır. Bunun siyasi amacı bölgede yeni haritaların oluşturulmasıdır. Yeni haritalar da onlarca yıl sürecek huzursuzluk/çatışma/savaş ve düşmanlığı kalıcı duruma getirecektir!
Daha açık bir anlatımla, İkinci İsrail’in/Büyük Kürdistan’ın oluşturulması… Suriye ve Irak’ta büyük oranda sağlanan, savaştan sonra da İran’da sağlanacağı varsayılan ve sıranın Türkiye topraklarına geleceğini öngören yüz yıllık emperyal siyaset bu denli net kendini gösterememişti. Bu tarihsel akış ABD’ye karşı verilmesi gereken mücadelenin son yıllarda kimi çevrelerce savsaklanmasıyla hızlanmış. ABD/NATO/İSRAİL ve Batıcı güçler orta çağ gericiliği ve diktatörlükle ile eş tutulmuş, hafife alınmış; Emperyalizmin azgınlığı adeta unutulur olmuştur. Bunda karşı propagandanın etkisi büyük olmuş, Batı hayranlığı sorgulanamaz bir teslimiyeti yükseltmiş, Devrimci ve Aydınlanmacı Batı ile ABD’nin başını çektiği günümüz emperyal batısı karıştırılmaya başlanmıştır.
Bunları neden söylüyorum, özellikle ülkemizde NATO ve onun tetikçiliğine soyunan GLADYO örgütlenmeleri ülkemizi aydın kıyımı ile kana boyarken İran yıllar önce hedef gösterilmişti. Eşref Bitlisler, Muammer Aksoylar, Uğur Mumcular ve daha onlarcası Emperyal güçlerce kıyılırken katiller ve onları yönlendirenler yanlış yerde aranmıştır. Şimdi de benzer biçimde bir şaşkınlık ve çözümleme yoksunluğu ile İran’a/Molla rejimine suç yüklenmekte. Ya da “danışıklı döğüş” mavalı ile kitlelerin kafası bulandırılmakta, emperyalizm gölgelenmekte ve esas düşmanın yani ABD Emperyalizminin ve İsrail Siyonizm’inin gizlenmesine katkı verilmekte!
-Yarınlar Güzel Olacak-