-Her tür kağıtta ve ham maddesinde dışarıya bağımlı olduğumuz şu günlerde, kitap alınamayacak kadar pahalıyken ve kitap okunmazken, SEKA’YI satanların matbaaya karşı çıkanlardan ne farkı var?-

Cumhuriyet iki yaşındaydı, Uşak Şeker Fabrikasının temeli atıldı, bir yıl gibi kısa bir sürede üretime geçti. 1934’te Kayseri Sümerbank Bez Fabrikası yapılırken aynı yıl Kocaeli SEKA’nın temeli kazıldı. On iki ay sonra Kayseri Bez Fabrikası üretime alındı, iki yıl sonra da Kocaeli Selüloz ve Kağıt Fabrikasının açılışı yapıldı. İhtiyaçların karşılanması, sanayileşmenin başlaması, her geçen yıl dışa bağımlılığın azalması halka, Cumhuriyetin bitmez tükenmez heyecanını yaşatıyordu. Şekerle açlık, tarım ve hayvancılık sorunları çözülecek, Sümerbank’la halk çıplaklıktan kurtulacak, sırtı giyinerek ısınacaktı.

Çok iyi bir eğitim görmüş, kimyager ve kağıt mühendisi Mehmet Ali Kağıtçı SEKA’nın kuruluşunda öncülük ve önderlik etti, Türk kağıt sanayisinin kurucusu oldu. Kağıt, karton, ambalaj kağıdı, gazete kağıdı, sigara kağıdı üretecek tesiste çalışmalarını yürüttü. Yerli kaynaklarla ihtiyaçlar karşılandı.

“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamazlar, az zamanda söner giderler” aklı ve inancı iş başındaydı, ülkeyi yönetiyordu. Bu insan, tarıma ve sanayileşmeye inanan ve çok sevdiği milleti için “mirasım” dediği “aklın, bilimin, teknolojinin” olanaklarını kullanan Atatürk’tü.

Kocaeli Selüloz ve Kağıt Fabrikası ürettikçe büyüdü, ürettikçe çoğaldı. Türkiye’nin uygun illerinde, ilçelerinde ve beldelerinde, Afyonkarahisar’da, Muğla Dalaman’da, Balıkesir’de, Bolu’da, Zonguldak Çaycuma’da, Kastamonu’da, Aydın Karacasu’da, Ordu Akkuş’ta, Giresun Aksu’da, Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Taşucu beldesinde fabrika ve işletmeler açarak Türkiye’nin ihtiyacı olan selüloz, kağıt, karton, gazete kağıdı, ambalaj kağıdı, sigara ve kırtasiye kağıdı, oluklu mukavva ihtiyacını karşıladı ve Türkiye’de dev bir “kağıt sanayisi” kuruldu, gelişti.

Sosyal devlete, karma ekonomiye düşman, “kapitalizme” yenilikçi gözüyle bakan G7’lerin dayatmalarıyla, ilkin “Küresel”, sonra “Serbest Piyasa Ekonomisi” anlayışıyla hareket eden siyasiler, akıl dışı düşünce, inanç ve uygulamalarıyla tüm Kamu İktisadi Teşebbüslerini toplumun sırtında “bir kambur” olarak görüyorlardı. Verimsizliklerinden ötürü “zarar” ettiklerini, teknolojilerinin-makinelerinin eskidiğini, özelleştirilerek devletin bu yükten kurtarılması gerektiğini durmadan işleyerek halkı “bu yalana” inandırmaya çalıştılar… Hiçbirisi “görevlerini yapmadıklarını, yatırımlarla teknolojilerini yenilemeyi yerine getirmediklerini” anlatmadılar.

Oysa gerçek öyle değildi: Pek çok konuda olduğu gibi özelleştirmede-devletin-milletin mallarının satılmasında da “yalan” konuşuldu, “halk aldatıldı, kandırıldı.” “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” düşüncesiyle, “her iktidar kendine özgü çıkar politikalarıyla” tüm KİT’lerde yaptıkları yanlışlıkları, SEKA’ya da uyguladılar. Başarısız, verimsiz olmaları için “fabrikalar gelişen teknolojilerle donatılmadıkları gibi, hiçbir yatırımla da desteklenmediler.” Üstelik ihtiyacın çok üstünde “yandaşlara” kapılarını açarak çalışmadan, üretmeden maaş almalarını sağladılar. Fabrikalar arpalıklarda otlayanlarla dolduruldu, gerçek işçilerin ücretlerini ödeyemez duruma getirdiler. Bilerek, isteyerek zarar ettirdiler, ıslahları için hiçbir çaba göstermediler.

Yıllarca çalışan ve eskiyen makineler verimden düştü, yenilenmediler. Etkili-yetkili ve görkemli unvanlarla koca koca masalarda oturanlar görevlerini kötüye kullandılar. “Kuruluşları sırasındaki ne ağır zorluklar anımsandı, ne yokluklar ve dar-kısıtlı koşullar altında fabrikaların üretime alınışı. Ne ülke ekonomisine ve ulusal gelire katkıları hesap edildi, ne de elden çıkarıldıklarında ülkenin ‘dışa bağımlı’ duruma geleceği düşünüldü. Onca karşı çıkan ve direnen işçilere kulak verilmeden fabrikalar ‘haraç mezat’, yok pahasına satıldılar.

*

Türkiye’nin ilk kağıt fabrikası SEKA, 1997 yılında özelleştirme kapsamına alındı. Büyük direnişlere karşın 2005 yılında kapatıldı ve “kağıt sanayisi” katledildi. Türkiye dışarıdan kağıt ithal eder duruma getirildi. SEKA, birtakım sermaye kartellerine peşkeş çekildi. Fabrika binası Kocaeli Belediyesine devredilerek müzeye dönüştürüldü. Türkiye’nin müzeden öncelikli fabrikaya ihtiyacı vardı. Kaale bile alınmadı.

*

İnsana “vay be! Olur mu böyle bir şey” dedirtecek öyküsü var Giresun Aksu Kağıt Fabrikasının: 60 milyon lira değer biçildi, Milda’ya beş milyona satıldı. Şirket önce fabrikanın makinelerini 11(on bir) milyon liraya hurdaya sattı. Daha sonra fabrika arazisini-arsa olarak 68(altmış sekiz) milyon liraya TOKİ’ye devretti... Bugün TOKİ’nin binaları yükseliyor fabrikanın yerinde. Dünyada bir ilki başarıyor hükümet, fabrika ve okul yıkıp apartman yapıyor... (Milda, 5 milyonla, devletten 79 milyon TL kazandı.)

*

“Devlet malı deniz, yemeyen keriz…” anlayışıyla KİT’leri, SEKA’yı verimsiz, işlemez, çalışamaz, üretemez duruma getirerek kadroları yandaşlarla şişiren, zarar ettiren ve borç batağına sürükleyen, bir bir satarak SEKA’nın on bir fabrika ve işletmesini üretimden çıkaran ve alanında Türkiye’yi dışa bağımlı duruma getiren beceriksiz, başarısız ve öngörüsüz bir hükümet yirmi iki yıldır bu ülkeyi yönetiyor ve seçim kazanıyor. Bugün aynı oyun ÇAYKUR üzerinde oynamakta, zarar ettirilerek fabrikaları İngiliz şirketine satılmaktadır. Yarın, “bir ÇAYKUR vardı” demek bizim için çok geç olacaktır.

Türkiye’nin “değerleri satmak ülkemin değiştirilemeyen gerçeğidir.”

BİR SEKA VARDI, ARTIK YOK!

Sağlıkla, sevgiyle kalın…

TURAN BAHADIR                        [email protected]