Zaman ilerledikçe, büyük devletler kuruldu ve güçlü silahlar üretildi. Devasa şirketler, küresel güçleri elinde bulundurup sermayeyi tekeline aldı. Kurdukları kapitalist sistemle servetine servet katan devletler, şirketler ve bireyler, dünyayı abluka altına aldı. Bir tarafta Karun gibi kazanmak için savaşları körükleyenler, uyuşturucu ile nesilleri zehirleyenler; diğer tarafta ise dünyanın gidişatından ümidini kesmiş, çaresiz mazlumlar. Ölüm kusan bu kitle imha silahları nasıl ve ne zaman susar, mazlumların gözyaşı nasıl diner, bilemiyorum.
Avrupa'nın ve Amerika'nın geçmişine baktığımızda, sefil ve perişan bir durumda olduklarını görürüz. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi: "Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri / Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri!" Fakat bugün, Haçlı Seferleri ile Doğu'nun zenginliklerini ve bilimini alıp gücü eline geçiren Batı, Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar ve Uzak Doğu gibi birçok bölgeyi sömürmekte, özgürlük adı altında yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan etmektedir. Bu zulüm sistemi, silah sanayi, enerji ve ilaç sektörü ile birlikte uyuşturucu üzerine inşa edilen sistemlerle yürütülüyor. Bir avuç azınlığın refahı için milyarlarca insan yersiz, yurtsuz, aç ve sefil bırakılıyor. Hem de özgürlük ve demokrasi adına!
Bunu yaparken BM gibi birçok insancıl uluslararası sözde kurum ve kuruluşla adaleti, özgürlüğü ve medeniyeti getirme kılıfıyla hareket ediyorlar. Biz Müslüman Türkler ise geçmişimizi unutup bu sarmalın içine kendi isteğimizle girmeye çalışıyoruz. Üç kıtaya beş yüz yıl adaletle hükmetmiş bir medeniyetin temsilcileri olarak, kendimiz olmaya, geçmişimizden, kültürümüzden ve inancımızın esaslarından beslenerek, damarlarımızdaki asil kandan güç alarak sahip çıkmalıyız. Evet, dünya topyekûn işgal altında.
Tam da bu günlerde, dünya medeniyetine yön vermiş olan milletimize, bölgenin ve dünyanın ihtiyacı var. Dünyayı içine düştüğü buhrandan ve karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir işaret fişeğine ihtiyaç var. Para, makam, mevki ve günübirlik çıkarlar için birbirimizle boğuşuyor ve gücümüzü zayıflatıyoruz. Yeniden tarihin bize biçmiş olduğu misyon ve vizyonla insanlığın susuzluğunu giderip, kurtarıcıya ihtiyaç duyulan bu dönemde millet olarak bize çok büyük vazifeler düşmektedir. Endülüs örneğinde olduğu gibi, hakkı hakim kılmak vazifesi bize düşer.
Bir tek ülke özgür. Özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak için inandığı dava uğruna mücadelesini devam ettiriyor. Buradan ilan edeyim, işgal altındaki milyarlarca insan ve yüzlerce devlet içerisinde tek bağımsız ülke Filistin'dir. Siyonistler sadece onları katletmiyor. Sosyal medya, iletişim araçları, görsel ve yazılı basınla şiddet ve katliamlar, en küçüğümüzden en büyüğümüze, en kırsaldakinden en şehirliye, en cahilinden en bilgiliye kadar her insanın duygularını, ideallerini, insan sevgisini, güvenini ve yaşama sevincini yok ediyor. Onlar bunu yaparken dünya seyrediyor.
Gazze'de kararlarını kendileri verip uygulamak için mücadele eden eşsiz bir millet var. Yüz yıl önce yazdığımız Çanakkale destanını gibi Gazze destanını yazıyorlar. Sadece Allah'a güveniyor, sadece Allah'tan yardım bekliyorlar. Yedi düvele karşı, tek dişi kalmış İsrail canavarına karşı İslam dünyasının kınama ve dua dışında hiçbir şey yapmamasına rağmen direniyorlar. Bize yıllarca vatan topraklarını sattılar diye yutturulmaya çalışılan millet, aslında dünyanın en vatanperver milletiymiş.
Bu adaletsiz mücadele bana Çanakkale'yi hatırlatıyor. Merhum Akif'in dediği gibi: "Kimi Hindu kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" derken, gözü dönmüş katil sürüleri, dünyanın gözü önünde bir milleti yok etmeye çalışıyor. Biz de seyrediyoruz. Bedeli bize ve insanlığa ağır olacaktır. Mazlum kaybetmez, zalim kazanamaz. Tarih bir daha tekerrür edecek inşallah.
Dün Çanakkale'de, bugün Gazze'de.