Hayat içerisinde gözden kaçırdığımız birçok detayı, şehrin belleğine bir doküman gibi eklemek için bir iz sürücü oluyoruz. Gerçek duygular, sihir kullanılarak fotoğraflanır ise belleklerde yer eder.
Bireysel ve toplumsal olanı kayıt altına almanın çok daha ötesinde, insanın özüne inebilen işlere tevafuk etme niyetiyle, görünenden sır olana yola çıkarak belgeler oluşturmaya çalışıyorum. Bunu bazen bir çocuğun masum tebessümünde, bazen bir kadının mücadeleci ellerinde, bazen de sokak arasındaki hamsi arabasını süren bir emek ustasının tezgâhında yakalayabiliyorum.
Sesleri gürültüden ayırarak bir motif veya herhangi bir enstrümanın ruhu, onu belirli bir şekilde düzene sokarak şiirsel, felsefi, sosyal ve retorik düşünceyi tetikleyebilir. Böylece aralarında sonsuz sayıda ilişki ortaya çıkar. Sözler müziği, müzik sözleri çağrıştırır ve sonsuza yürüyen bir birliktelik doğar. Fotoğraf karesi de bütün bu duyguları size hatırlatarak bir ışık olur. Geçmişin Trabzon’unu anlatan her cümle de duygulandırır bizi... Kent mekân geçmişimize acı dokunuşlar yaparken, siyah beyaz fotoğrafların içinde kaybolan mekânlardaki insanları çok göremeyiz.
Zamana direnmeyen 4000 yıllık şehrin yok edilen mirasını sadece anlatıp üzülüyoruz. Geçmişle bağlantımızı sağlayacak özgün şehir mimarisi örnekleri de kaybolup giderken, tarih kokan sokaklarındaki hüznü ve neşeyi arar oluyoruz.
Bazı fotoğraflara bakarken, iz sürdüğümüz, unuttuğunuz hüzünler gelir aklınıza; tekrar dahil olursunuz... Hikâye öyle samimi durur ki karşısında, içinde saf ruhunuzla selam durur olursunuz. Ben bu karelere “Yaşayan Anlar konuşuyor” diyorum... Yani her şey bir fotoğraf karesi değildir ama sizi içine alıyor ve başlıyorsunuz kendi anınızı anlatmaya... Olay tam da bu işte... Sıradan değil; sırların samimiyetle hayale değmiş, kıymetli kılınan zaman süzmeleri... Kitaplar arasındaki güller misali... Bu güzel anılar da fotoğrafta yaşıyor... Ben de yaşıyorum...
Yıllar önce Tekke Mahallesi’nde, yaşadığım sokakta çektiğim bir fotoğraf hep alır götürürdü beni, kaybolan o zamanlara... “Var hamsi...” diye bir tenor sesi gibi çıkan o oratorik ses hâlâ hafızamdadır... İtinayla boyanmış hamsi arabası ile sokaklardaki son mahalle kültürünün bir karakteri gibiydi.
Daha sonradan adını öğrendiğim bu emekçi, Bahçecikli Kahraman Koç’tu. Geçen yıllarda öldüğünü söylediler.
Sokaklarda gizli kalmış bu müstesna karakterler yok olup gitti... Ruhumuz kaybolup giderken...
Ne hazin, bir anlamda insan için... Bir daha, geride kalan o zamanlarda olan bütün o güzellikleri sadece fotoğraflarda var bilmek... Her günün, biraz da olsa bu doğallığın vuku bulmasından kırpılan eksilmelere şahidiz... Oysa insan neden bilmezdi ki sahip oldukları güzellikleri yaşatmayı... Daha kolay mutlu olmayı... Hiç anlayamadım... Akıl eksenimde yanıtsız kalmış sorular arasında... Bu gerçek durur. Öylece.
Hayatın yüzünü gülümseten insanları hep arar olduk. Ardı sıra başlıyor her gün ve ansızın çekilip gidiyor. Gün bitiyor, biz kalıyoruz. Yaptıklarımızı hazmedip, yeni düşlerin gerçek olması için heyecan duyup, tekrar renk katmak için bulunduğumuz anlara heyecanla keşfedip yol almaya devam ediyoruz.