Kaderinin cilvesi bu olsa gerek;

Bir tarafta emperyalizm, bütün salyalarıyla…

Diğer tarafta Mustafa Kemal bütün kararlılığıyla…

Aynı gün aynı şehirde.

13 Kasım 1918 kara bir gün; İstanbul, itilaf devletlerinin onursuz işgaliyle karşılaştı ve başkentin semaları karamsar bulutlarla kaplandı.

13 Kasım 1918; İstanbul, Haydar Paşa Garı’na inen yiğit bir adamı kucakladı, Mustafa Kemal’i.

“Paşam gelmişler” uyarısına; Mustafa Kemal’in cevabı, “Karanlığa saçılmış pırlantalar” gibi, Kara günün üzerine döküldü;

“Geldikleri gibi giderler”

***

8 Şubat 1919, İşgal kuvvetleriyle birlikte İstanbul’a gelen Fransız General Franchet  Esperey, Beyoğ lu’na doğru düzenlediği zafer alayında kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu, atını ürküttüğü gerekçesiyle susturur ve “kıymetli atını” mehterin üzerine sürer. Kırbacını sallayarak onuruna onur katacak derin bir sessizlik yaratır. O biliyordu ki, susturulan Osmanlı’nın milli ve manevi şahsiyetidir.

Onurumuzda kapanmaz yaralar açan bu olay karşısında, sorumlular derin bir sessizliğe gömüldüler. En hafif tondan bir eleştiri bile yapılamadı. Şehirde oluşan matem havası “Mütareke basını” tarafından görmezden gelindi. Zira onlar, yaranma adına işgalcilerin İstanbul’a hangi “İyi niyetlerle” geldiklerini anlatmakla meşguldüler.

Ama bu lanet olaya kayıtsız kalmayacak bir gazete ve O’nun onurlu bir yazarı vardı: “Hadisat gazetesi” ve Süleyman Nazif.

Hadisat gazetesi; 9 Şubat 1919’da Süleyman Nazif’in “Kara bir gün” adlı makalesini yayımladı.

S. Nazif, makalesinde Fransız generalin eyleminin; Türk’ün ve İslam’ın kalbinde kapanmayacak bir yara açtığını, aradan asırlar bile geçse asla unutulmayacağını anlatarak; olayı, Türk Milleti’nin “Kara günü” olarak tarihe not olarak düşmüştü.

***

“Kara Bir Gün” makalesi “Fransız onurunu” daha da dalgalandırdı, aynı General, Süleyman Nazif’in tutuklanmasını ve kurşuna dizilmesini istedi. Çok şükür bu beklentisi gerçekleşmedi ama Süleyman Nazif süreç içerisinde Malta Adası’na sürgün edildi.

Tabii ki bununla da yetinemezlerdi, gazetenin sansür komisyonu görevlisi Yüzbaşı Aziz Hüdai Bey’in tutuklanmasını sağladılar ve gazete bir süreliğine kapatıldı.

Ancak Fransız onurunun bu hadsiz davranışı, makalenin popülerliğini daha da arttırmış; “Kara Bir Gün” el yazılarıyla binlerce kez kopya edilmiş ve sokaklara afiş olarak asılmıştı. Artık şehrin üzerindeki ölü toprağı kalkmıştı, milli ruh canlanmış, protestolar dalgalanmaya başlamıştı.

***

Fransız General, eylemlerini beyaz atıyla yapıyordu. Bu tercihi, “Fatih Sultan’a” öykünerek tarihi bir intikam gösterisi içerisinde olduğunu ortaya koyuyordu.

General’in çılgınlığı bitmek bilmeyecektir. İstanbul’da konaklayacağı malikâne olarak, Enver Paşa’nın konağını seçer ve haremini dışarı attırarak eve yerleşir.

Fakat kaderin cilvesine bakın ki ikinci dünya savaşında, Fransa’yı işgal eden Almanlar, O’nun Paris’teki evine yerleşirler ve general bu travmanın ardından felç geçirerek ölür. Bu yaşananlar tarihe “İbretlik bir hikâye” olarak düşer.

***

Çal çoban çal!

Ne Ertuğrul gibi oğlun öldü,

Ne Sivas gibi şehrin yıkıldı!

Çal çoban çal!

Yıldırım Beyazıt Han(1402)

Ankara Savaşı’nı ve savaş sırasında oğlunu kaybeden Sultan, bir çobanı izlerken böyle mırıldanmıştı. Ankara Savaşı Osmanlı Devleti’ni yıkılma sürecine sürükledi.

Çelebi Mehmet, dağılmakta olan devleti toparlayacak ve Osmanlı’nın ikinci kurucusu olacaktır. 

Süleyman Nazif, İstanbul’un işgalle yaşadığı yıkımı “Kara Bir Gün” olarak gördü ve isyanını satırlara döktü.

Peki, bu kara günler nasıl aydınlığa dönüşecek ve dağılmakta olan devlet yeniden nasıl kurulacaktı?

İşte bunun işaret fişeği işgal gününde yakılmıştı zaten:

13 Kasım 1918, “Geldikleri gibi giderler.”

Mustafa KEMAL

Ve 6 Ekim 1923, İşgalciler İstanbul’u boşalttılar. “Kara Bir Gün” beş yıl kadar sürmüştü.

Ve şu güzel kadere bakın ki, öngörünün sahibi de “Milli Devletin” kurucusu olmuştu.