“ Bu feyyaz, ahalisi zeki, müteşebbis, çalışkan olan Trabzon’umuzu az zamanda dahile Şimendiferle rapdolunmuş, güzel Rıhtım ve Limanla teçhiz edilmiş görmek EN BÜYÜK İSTEĞİMDİR”

Türkiye’nin yönetim Bürokrasisine ; 1924’ün 17 Eylül’ünde Trabzon’dan böyle seslenir Mustafa Kemal Atatürk.

Evet bu sözler , ertelenemez törenlerde! Methiyeler dizilip, aziz hatırası önünde saygıyla  eğilinen Gazinin… Bu engin düşünceli insanın, ileri görüşüyle saptadığı, Tarihi İpek Yolunun izleğinde Trabzon Ulaşım Projesidir. Gelinen noktada Büyük Atatürk’ün “en büyük isteğimdir” dediği arzusu böyle mi yanıtlanmalıydı sizce?

1924 yılında kabul edilen ancak 64 yıl yok sayılan ve 3488 sayılı yasayla hükümsüz kılınan 476 sayılı Trabzon-Erzurum Demiryolu Kanunu aynı zamanda;  Türkiye’yi toplu ulaşım yatırımlarından uzaklaştıran açgözlü, kısa vadeli kar hesaplarının gayya kuyularına sürükleyen anlayışın yalın bir ifadesidir de…

Türkiye çoğu yaşamsal konuda olduğu gibi, ulaşımda da karayolu seçeneğini kendi hür iradesiyle yeğlemedi. Batılı otomotiv tekellerinin baskısı ile Pazar rolüne soyunduruldu. Böylece karayolu politikasının yarattığı uyuşturucu misali inanılmaz bağımlılık, karayolu araç talebini pompaladıkça;

Trafikte açmazlar beliriyor, trafikteki bu açmazların çözüm seçeneği de yeni  yeni yollar yapmak olarak algılanıyor… Böylece yol, yeni yolu ve o da araç talebini inanılmaz ölçüde yükseltiyor.

Kendi kendini besleyen bir Pazar yapısı zaten işletmecilerin arayıp da bulamadığı müthiş  risksiz  bir alan (iştah kabartan boğaz köprüsü geçişlerinde olduğu gibi) altın tepsi içinde müstevliye sunuluyordu!

Ülkemiz  otomotiv pazarının dünyada en hızlı geliştiği bir cennet!.. ancak, araçlar binlercesiyle üretilip piyasaya sürülürken, kullanımdan kaynaklı altyapı sorunları , onların kullanacağı yeni yollar ve nereye park edecekleri konusu düşünülmüyor bile, üretici aracını satıyor ya yeter!.. Yeni İşhanları, AVM ler ve çok yıldızlı oteller güzel hoş ta hani yasa gereği olması gereken garaj ve otoparklarınız sizin?..  Yoksa onu da mı kamusal alandan çekilsin dediğiniz devlete ihale ettiniz?

Nasılsa devleti dolandıranın, “ben yaptım oldu” diyenin yanına her şey kar kalıyor ya. Şimdilerde; Güney Çevre Yolu projesine ellerinin tersiyle bir tarafa itip, bitmeyen rant hırslarıyla, kent insanının biraz da olsa nefeslendiği sahili istila edip  denizin çocuklarını sıkışmış alanlarda, iyot la karışık eksoz gazına muhatap edenler!.. bu kez yeni alanlara Güney Çevre Yoluna olan sevdalarını ilan ediyorlar!

Kent yönetiminde, kent yararının saptanıp belirlenmesi ancak kent yaşayanlarının ayrımsız görüş ve önerileriyle taçlandırılır. Kent yöneticileri kenti sevmek, kentle bütünleşmek ve karar süreçlerini halkıyla paylaşmak durumundadırlar.

Bu güne değin bu ilkelerin yönetim katında karşılığını görmemiş olsak da! Umuyor ve diliyoruz ki;  bundan böyle ilkellikten, ilkelerin belirleyici olduğu bir süreci sancılı da olsa gerçekleştirebiliriz

Zira ancak ilkelliği “yönetim tarzı” olarak belirlemiş ortamlarda halkın düşünceleri önemsenmez. Bu güzel coğrafya ve bu güzel kadim kent bunu asla hak etmiyor dostlarım.