1970’lı yılların başlarıydı. Köyümüzün girişinde, küçük ama çok güzel bir okulumuz vardı. Köy merkezine yaklaşık 4 km mesafede olan okulumuza her sabah, köyde henüz yol olmadığı için yürüyerek ve heyecanla gelirdik. Yağan yağmur suları ile her zaman boz-bulanık akan Karadere’nin hemen üst bölümünde bulunan okulumuzun bahçesinden, okuldan mezun olana kadar her gün bu gürül gürül akan suları seyreder, bazen coşkusundan ürperir, bazen de, serin sularına kendimizi bırakır, dinlenirdik. İki sınıfı ve de bir de müdür-öğretmenler odası olan bu küçücük okulumuz da çok sıcak bir ortam vardı. 
Öğretmenlerimizi çok sayar ve biraz da korku ile karışık onları çok severdik. O günün şartlarında bizlerin en önemli “rol modelleri” öğretmenlerimizdi.
O yıllarda okula her sabah heyecan ile ulaşıp, öğlen zilinin çalmasını merak ile beklememizin çok önemli bir sebebi vardı! 
Çünkü her öğlen zilinin ardından bahçeye çıktığımızda; mis gibi kokan buğday ekmeği ile bir bardak Amerikan sütü almak için kendimizi sırada bulurduk.
İddia odur ki; daha o zamanlarda Amerika hâkim olmak istediği toplumların çocuklarına bu süt tozuna karıştırılmış kimyasallarla etki etmeye çalışıp, yeni neslin hafızasını zayıflatmak için elinden geleni yaparmış! 
Sahiden de insan bazen düşünmeden edemiyor. Amerikan yardımı olarak bildiğimiz ve bütün yurt sathında uygulanan bu süt ve ekmek dağıtımını Amerika gerçekten de sadece iyilik olsun diye mi yapıyordu acaba! Bu gün bizim kuşağımızın hafızasının ne kadar zayıf olduğunu gözlemledikçe, bu yardımın pek de iyi niyetli olduğunu söylememiz mümkün görülmemektedir.
O yıllarda günün şartlarına göre önemli bir sosyalleşme faaliyetimizde “yerli malı haftası” kutlamalarıydı. Yurttaşlarımıza yerli malı kullanmanın, tutumlu olmanın ve yatırım yapmanın önemini hatırlatmak amacıyla her yıl 12-18 Aralık tarihleri arasında kutladığımız ve “yerli malı Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı” sözleri ile hatırladığımız o kutlamalar ne güzeldi. 
Her birimiz, bahçelerinde yetişen çeşit çeşit meyvelerden getirir, sıraların üzerine dizer, bizlerde kendimizde olmayan meyveleri orada tanır ve onlardan afiyetle yerdik. 
O yaşlarda ki çocukluk halimiz ile sınıfta birbirimize ikram etmeyi ve teşekkür etmeyi öğretirdi bize bu uygulamalar. Bu meyveler tamamen doğal ortamlarda yetiştiği için tatlarının hala damaklarımızda olduğunu o dönemi yaşayan insanlarımız çok iyi bilmektedirler.
Köy ilkokullarında kutladığımız bayramlarımız vardı. Ellerimizde; Atatürk ve Türk bayraklı küçücük filemalar ile daracık okul bahçesinde çocuk ruhumuzla attığımız adımlar meğer ne büyük adımlarmış ki, o günleri hala unutamıyor, çoğu, zamana yenik düşmüş eski okul binalarımız ile sonradan yapılmış daha güzel ve donanımlı köylerimizdeki okullarımızı bu gün terkedilmiş olarak görünce üzüntüden onların bulunduğu yöne bakamıyoruz!
Duvarlarında mevsim şeritleri olan, koridorlarında, Musa öğretmenimizin, Tunç öğretmenimizin ayak izleri olan okullarımız terk edilmekle kalınmamış, bu gün çeşitli bahaneler ileri sürülerek bir bir yıkılıp ortadan kaldırılmaktadırlar. 
Hâlbuki keşke bilinseydi ki; ortadan kaldırılan sadece eski okul binaları değil, onların sınıflarını, dar koridorlarını ve birkaç adımlık bahçelerini dolduran onlarca insanımızın hatıralarıdır.
Bu okullarımız ayrıca bulundukları köyün ve çevrenin cıvıl cıvıl ses ve renklerini oluştururdu. Öğrenci bağırmaları, top oynayan çocuklar, geç kaldığı için öğretmenine hesap vermekte zorlanan öğrenciler, okula odun getiremediği için tek ayağı üzerine durma cezasına çarptırılan arkadaşlarımızla birlikte yaşadığımız hatıralarımızı arıyoruz ve yetkililere buradan sesleniyoruz; köy ilkokullarımızı yıktırmayın, onları gerekirse tadilattan geçirip, hatıralarımızı bize geri verin. Teknoloji çağında hepimizin buna çok ihtiyacı olduğu unutulmasın ve “köy ilkokullarımız” yeniden açılsın istiyoruz.