O kitabı yazmaz olaydım!

 

"Hoca çok sevinmiştir. Efendim, ilk tepkisi ne oldu?"

 

"Beni kucakladı ve öptü!" dedikten sonra koca reis sustu.

"Efendim, efendim!" diye seslendim. "Sonra ne oldu?"

"Çok kötü bir şey oldu. Kitabı teslim ettiğim gün beni kucaklayıp öpen hocamı o akşam gece yarısı kalp krizi aldı götürdü."

"Efendim, çok üzüldüm. Yaranızı deştik, kusura bakmayın!"

 

"Biliyor musun kitabın çıktığı gün Nazmi Ziya'yı kaybedişimiz bana çok pahalıya maloldu. Hayat hikayesini unutulmaz üslubuyla kendi ağzından yazmaya başladığım Çallı, korkunç haberi duyar duymaz: Bre uğursuz, ne kitap isterim senden, ne de sergi! İki satır yazacağın tuttu; koca Nazmi Ziya'yı kaybettik!"

"Siz ne yaptınız efendim?"

"Sahiden ondan sonra ben de soğudum bu işten!"

Mernuş

"Efendim 'Mernuş' sözünü zaman zaman ağabeyiniz Sebahattin Eyüboğlu için kullandığınızı biliyoruz. Ancak ben size şimdi sizin bir şiirinizi okuyup buradaki Mernuş'u soracağım!"

 

Ben birinci Mernuş

Şapşalların padişahı

Benim titrek ellerimde başlar

Çakıltaşlarının sabahı

"Bu şiirde oğlunuz Mehmet Eyüboğlu, Mernuş'u kendiniz için kullandığınızı söyler, ne dersiniz?"

 

"Mehmet'im doğru demiş!"

"Efendim, size ressam mı yoksa şair mi denilmeli? Yoksa her ikisi de mi?"

"Beni ressamlara sorarsanız 'Resmini bilmeyiz, ama iyi şairdir!' derler! Şairlere sorarsanız 'Şiirini bilmeyiz, ama iyi ressamdır!' derler. Ressamlığıma, şairliğime dil uzatanları affederim, ama hocalığıma dil uzatanın alnını karışlarım."

Sanatçıların ilk yurt gezisi

"Efendim, okuduğum kadarıyla 1939 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği tarafından sanatçılara destek olmak ve yurdun güzellikleri saptamak amacıyla ilk defa yurt gezileri düzenlenmiş. Bu gezilere hangi sanatçılar katıldı?"

 

"Ali Avni Çelebi Malatya'daki, ben Bedri Rahmi Eyüboğlu Edirne'deki, Cemal Tollu Antalya'daki, Feyhaman Duran Gaziantep'deki, Hamit Görele Erzurum'daki, Hikmet Onat Bursa'daki, Mahmut Cüda Trabzon'daki, Saim Özeren Konya'daki, Zeki Kocamemi Rize'deki ve Sami Yetik İzmir'deki gezilere katılmışlardır."

"Efendim, bir çırpıda saydınız maşallah!"

"O zamana kadar böyle bir çalışma yapılmamıştı. Bu çalışma yurdumuzun çeşitliliğini ve güzelliğini ortaya koyan ilk adımdı. Bu çalışmalardan sanatçılar yüz otuz eserle geri dönmüştür."

"Efendim, siz bu çalışmada kaç eser ürettiniz? Ve biraz Edirne'den bahseder misiniz?"

"Edirne'den on bir eserle döndüm. 'Edirne' deyince gözümün önüne derhal iki motif geliyor. Cami ve söğüt... Nehir boylarını kuşatan nazlı söğüt dizileri de olmasa Edirne'ye İstanbul'un en güzel köşelerinden birisi denebilir."

"Selimiye'ye dair söyleyecekleriniz muhakkak vardır?"

"Günlerce Selimiye'nin etrafında döndüm durdum! Edirne'ye kadar gittikten sonra Selimiye'nin bir resmini yapmadan dönmek garip olacaktı. Nihayet bir sabah dört beş ağaç arasından onu yakalıyorum. Müthiş bir tereddüt devresinden sonra çalışmaya başlıyorum."

"Efendim neden tereddüt ettiniz?"

"Sinan'ın mimarisinden ödüm kopuyor! Selimiye, bir aslan heybetiyle önde kurulmuş. Her fırça darbesinde onun homurdandığını duyuyorum. Bu dövüş tam altı saat kadar devam ediyor. Göklere sığmayan bir mimariyi, dört beş saat içinde avuç içi kadar bir muşambaya yerleştiremeyeceğime evvelden hüküm verdiğim için, saatlerce uğraştığım resmi tertemiz kazıyorum! Sinan'dan ödüm kopuyor. Zira onun eseri önünde aylarca oturup bağdaş kurmak lazım."

D Gurubunun 14. Azasıyım

 

"Efendim, kendinizi D Gurubunun 14. Azası olarak tanıtıyorsunuz. Bu ne demek?"

"Beş ressam, bir heykeltraş -Zeki Faik İzler, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Abidin Dino, Elif Naci ve Zühtü Muritoğlu- tarafından 1933 yıllarında temeli atılmış bir sanat akımıdır! Ben de bu sanat akımının yani D gurubunun 14. azasıyım."

"Efendim ismi neden 'D'?"

"O güne kadar Türk resim tarihinde 'Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği, Sana-i Nefise Birliği' adlarıyla üç grup kurulmuştu. Yeni kurulan bu gruba da alfabenin dördüncü harfi 'D' uygun görülmüş."

"Efendim D grubunun amacı neydi?"

"O zamanlar çok söylenen bir söz vardı. 'Türk Milleti sanattan anlamaz!' sözünden yola çıkarak ne yapsak da bu milletin sanattan anlamasını sağlasak! Amacımız buydu! Kısacası 'D grubu' ressamlarının temel amacı sanatı yaygınlaştırmak, sevdirmek ve öncülük etmekti. Çığır açmak, sanatı resmiyetten, nizamnamelerden, maddelerden, dalaverelerden, cehaletten, eblehlikten kurtarmaktı! 'D grubu' üyeleri empresyonizmi reddetmiş, kübist ve konstrüktivist tarzda eserler vermişlerdir. Konularını Atatürk Türkiyesi ve Türk Milletinden almışlardır."

"1939 yılı 'D Grubu' için ayrı bir önem taşıyor. Efendim, 1939 yılı akademi çatısı altında açılan 7. sergi size ne kazandırdı?"

 

"En önemlisi devletin koruması altına girdik. Yine aynı yılın eylül ayında açılan '1. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne katıldım. Seçici Kurul, birinciliği Zeki Kocamemi'ye, ikinciliği Turgut Zaim'e, üçüncülüğü Arif Kaptan ve bana vermişti."

"Efendim, böylelikle genç kuşağın idealizmini resmileştirmişler. Bakın o zaman Ahmet Muhip Dranas, 'Güzel Sanatlar Dergisi'nde kaleme aldığı 'Resimde Ümanizma' başlıklı yazısında yeni kuşak, yani sizler üzerinde durarak bir yazı yazmış ve şunları söylemiş!"

 

"Gençlerin ön ayak olduğu bu yeni dönemde, önceki dönemlere göre çok farklı şeyler olmuştur. Bu gençler, Avrupa ile bizi karşı karşıya getirmiştir. Resim sanatını allak bullak eden bir devrimin reçeteleri ellerinde Avrupa'dan döndüklerinde Türk aydınları ve o zamana kadar resimden anlar görünenler köklü bir şaşkınlık geçirmiştir. Sergiledikleri 'deli saçması' olarak görülüyordu. Fakat resim tarihimizde Bedrileriyle, Alileriyle, Dinolarıyla, Hamitleriyle, Cemilleri ve Nurullahlarıyla bu hareketi daima alkışlayacağız. Türk resim tarihinde tek yaratıcı sancı bu hareket olmuştur. Çünkü bu harekettir ki resmin ne olduğunu ve ne olması lazım geldiğini ortaya atmıştır."

"Evet, çok sevinmiştim o yazıyı! Çok da doğru yazmış!"

Hiç akla gelmeyecek şekilde çalışırdım

 

"Efendim, nasıl resim yaparsınız? Masada mı yoksa iskemlede oturarak mı çalışırsınız?"

"Hiç akla gelmeyecek bir şekilde çalışırım. Bir ayağımın üstüne bağdaş kurarak çalışırım."

"Efendim öyle oturmak sizin için zor olmuyor mu?"

"Bir ayağımın üstüne bağdaş kurarak yerde otururum. Sanki dünyanın en rahat koltuğunda oturuyormuş gibi saatlerce hiç istifimi bozmadan otururum. Büyük rahatlık ve çeviklikle de 'hop' diye ayağa kalkarım."

"Bu şekilde oturmanızdan dolayı vücudunuzda bir şikayet olmaz mıydı?"

"Ne sırt ağrısı, ne de bacak tutulmasından şikayetim olurdu."

"Efendim, sizi çalışırken arkadan görenler biri resim değil de yoga yapıyorsunuz sanır."

"Evet, arkadan öyle de görülebilir."

Aşık Veysel Filmi

 

"Efendim senaryo yazdığınızı duymuştum; bu doğru mu?"

"Evet doğru! Aşık Veysel filmi yapmak için bir senaryo yazdım."

"Film olarak çekildi mi? Bu filmin amacı neydi?"

"İlk amacından başlayayım. Aşık Veysel'in Türkiye'de daha fazla görülmesi ve tanınmasını istememdi amacım! Film ne yazık ki sansürlenerek kuşa çevrildi; onda sekizi sansürlendi film!"

"Aşık Veysel filminin sansürlenmesi çok üzücü! Üzüldüm gerçekten! -DEVAMI HAFTAYA-