Değerli okurlar, her ne denli adına ikinci açılım denmese de sürdürülen görüşmeler ve heyetler trafiğinin iç ve dış bağlantılarıyla birlikte çok açık bir (s)açılım olduğu gizlenemiyor. Buna uygun yeni saflaşma ve biçimleme arayışları hızlanmakta, “hukuksal/yasal” bir statü ile uyumlu bir “tezgâh” kotarılmakta. Cumhuriyetin ulus devlet kimliği önce sulandırılarak sonra da ümmet temelinde dinsel/mezhepsel/etnik düzlemde arayışlarla yeni bir orta çağ yönetimi/yeni Osmanlı oluşturma niyet ve çabası söylem ve eylemle gün ışığına çıkmaya başladı.
Cumhuriyetin yüz yılı aşan inişli-çıkışlı seyrinde köklü bir son vuruş çabasının fırsatını bulmuşçasına yapılan bu saldırı, iktidarın son çırpınışlarıyla bir “beka” /gelecek sorunuyla da örtüşük! Kuşku yok ki esas yönüyle ABD’nin, Emperyalist Batının yüz yıllık vaz geçmediği/vaz geçemeyeceği, fırsatını gözlediği bir amaçtır da. Koşulların oluşması, AKP iktidarının ömrünü tamamlıyor oluşu dolayısıyla arayışı, söz konusu proje ile uyumlu olarak uygulamaya sokuldu. Elbette iç ve dış direngen unsurların, devletlerin etkisizleştirilmesi önemliydi. Bunun için İsrail’i kullanan ABD, Filistin/Gazze, Lübnan, Suriye ve İran üzerinden adım adım Türkiye’yi de kuşattı.
Bu sürece bağlı olarak PKK’nin “silah bırakma” ve “barış” söylemi başka çevrelerce de cilalanıp gündemin merkezine oturtuldu. Bütünüyle karmaşık gibi görünen ama aslında yeni bir rejimin inşası için gereken son bir adımın, dayatmanın biçimlenmesiydi. Bu konuya ilişkin geçmişte yazdığım kimi yazılarımın -ki yayın tarihlerini aşağıda belirteceğim- devamı biçiminde düşünülmesi gereken bir yazı, bu yazım.
On ayı geride bıraktığımız tartışma ve polemikler dışında hızlandırılmak istenen sürece ilişkin yeni bir şeyler söylemenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu süreç yeni kümelenmeyi zorlayarak siyasi amaçları da etkilemeye yöneldi. Çok sıcak bir öneri MHP’den geldi ki çarpıcıydı, Cumhuriyetin ve ulus devletin düşürüldüğü durumu net gösteriyordu; “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi”! -Bir de Arap yardımcı önerseydi ya, “ümmet” çatısı için- Bunun ne denli tehlikeli ve ucu açık bir söylem olduğu nasıl düşünülemez! Sonrası dinsel/mezhepsel öneri ve düzenlemeleri getirmez mi? Dolayısıyla üniter ulus devlet yapısı yerine Lübnan’da yürütülmeye çalışılan mezhepsel aidiyetlere göre devletin tepe organlarında bölüşümü öngören ve yukarıdan aşağıya buna uygun ayrışmayı, tartışmasız getirecek bir boğazlaşma sürecini başlatmaz mı?
İkinci açılım ya da “barış süreci” / “silahların bırakılması” adı altındaki vurucu hamle yukarıda belirtiğim koşulların ve gelişmelerin “olgunlaşması” ile ortaya atıldı. Özellikle sosyal demokrat, sol, sosyalist kimi çevrelerin “barış balı” na yaklaşımları epey tartışıldı, tartışılmakta. DEM ve DEM’e eklemlenen çevrelerin bir bölümü bir aldanıştan öteye “2.Barış Süreci” nin hamilerini ve amaçlarını sorgulamadan gönüllülüklerini ortaya koydular.
Beklenen bu durum karşısında kendilerinden beklenilmeyen/beklenilmeyecek olan ve kamuoyunu şaşkınlığa/hayrete düşüren kimi parti ve çevrelerin sürece destek vererek eklemlemeye çalışması, “rol” / “görev” peşinde görülmesi/çalışması oldukça düşündürücü ve toplumsal savaşım/siyasal savaşım açısından da kaygı vericidir! Böylesi karmaşık konularda ve koşullarda siyaset geliştirmek elbette zor olabilir. Ancak dün ile bugün arasında 180 derecelik değişiklik kolay anlatılamaz sanırım!
Öte yandan yeni açılıma muhatap olmadığını söyleyip yanlış bulmakla yetinen, toplumsal kümelenmenin doğru adresinde/cephesinde yer almayıp uzaktan izleyen, demeç ve söylemle yetinen, deyim yerindeyse “birleşik cephe” çabasından uzak duran anlayışa değinmek yerinde olacaktır. Bu kesim “ancak” ve “ama” larla “barış” a destek verebileceklerini söylerken Cumhuriyete ve Devrimlere sadık olduklarını da belirtmekteler. Dolayısıyla bir ikilem/çelişki içinde oldukları görülmekte. Son çözümlemede sürecin, “barış”, “eşitlik”, “insan hakları”, “demokrasi” vb. amaçları sağlamak yerine bunların söylem olarak kullanılmasıyla Cumhuriyetin antitezini oluşturmak peşinde oldukları unutulmamalı.
Zaten sürecin yerli baş aktörü/aktörleriyle ABD merkezli Emperyal çevreler, adını çoktan koymuşlardı; “Yeni Osmanlı”! Bileşenleri de Türk, Kürt, Arap! Yani ulusal bir cumhuriyetten/devletten yeni orta çağı yansıtan dinsel-mezhepsel, ümmet merkezli feodal bir yapılanmanın ve yönetimin ta kendisi!
Bilgi notu: On ayı geride bıraktığımız bu sürece ilişkin önceden yazdığım kimi yazılarımın tarihlerini vererek bir bütünlük içerisinde değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünmekteyim.
8 Ocak 2025 tarihli “Kurt Kapanı/ Yeni Paradigma”, 12 Şubat 2025 tarihli “Tehlikeli Bir Arayış/Yeni Türkiye”, 19 Şubat 2025 tarihli “İkinci Açılım” ”Sadece İktidar Mücadelesi mi?”, 5 Mart 2025 tarihli “Bu Neyin Kimin Çağrısı”, 21 Mayıs 2025 tarihli “Bir 19 Mayıs Sabahı ve ‘Tılsımlı Barış’ ve Kardeşlik”.
-Yarınlar Güzel Olacak-