Bu ülkede yayımlanan Graham Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabını okudunuz mu? Bir zamanlar bir gazete tarafından okurlarına “hediye” edilmişti. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletini “Atatürksüz, devrimlersiz, ulus devlet özeliğini taşımadan” Hanktington’un söylediği gibi Batılı olmaya öykünmeyen, akılcı, çağdaş, sanayileşmiş, kalkınmış, ileri uluslar içerisinde yer almayan bir Ortadoğu ülkesi olarak kalacak. “Zaten Türkler Orta Asyalı, Ortadoğuludur.” Yani Batılı olmaya hakları yoktur. Japon Uzakdoğu’dan Batılı olabilir, ama Türkler asla.

Graham Fuller, CIA’nın Türkiye ve Ortadoğu Masası şefiydi. / Şimdi de ABD’İNİN Ankara Büyükelçisi buyurmuşlar ki, “Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir.” Graham Fuller ile Tom Barrack arasında tam bir uyuşma söz konusu. Hiçbirisi bir diğerini yalanlamıyor, birbirleriyle de çelişmiyorlar. Derslerine o kadar güzel çalışıyorlar ki…

“Bizimle ne alıp veremedikleri var” diye soramıyorum. Lanet olsun, sorumun cevabını çok iyi biliyorum. Bir türlü yok edemedikleri varlığımızı ve Kurtuluş Savaşı’ndaki kuyruk acılarını unutamıyorlar. Biz savaşımızı verdik, aslanlar gibi devletimizi kurduk. Tarihin sonsuz akışı içerisinde yaşayıp gidiyoruz. Hayır “varlığımız” onları rahatsız ediyor. Mondros sonrası uygulamaya koyamadıkları Sevr, civa gibi oturmuş yüreklerine, içlerine sindirip bu acıyla yaşayamıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl yıkılır, Türkler Anadolu’dan nasıl atılır? Böyle düşünenlere Lozan kabul ettirilebilir mi?

Sevr, Büyük Ortadoğu Projesi olmuş. Ortadoğu’da barışın kurulması için Sevr’in uygulanması gerekir; gerçekleşmesi için de Mondros’a dönülmesi... Amaçları Cumhuriyeti yok saymak ve Kurtuluş Savaşı’ndaki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan yenilgisini ortadan kaldırmak, silmek ve tarihlerini temizlemek. Bunun için “PKK” çok güzel bir koz. Onu süslemek ve Türklerin gururunu okşamak gerekir(siz ağabeysiniz). Mizansen: “PKK’YA silah bıraktırmak…” İş, uluslararası düzeyde ele alınırsa daha inandırıcı olur. 84’ten buyana Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, Sovyetler-Rusya’nın verdiği silahlar “otuz keleşin yakılmasıyla” bitirildi. Simgesel bir gösteriydi. Gıcır gıcır ayakkabı ve hiç kullanılmamış elbiseleriyle terörist değil, tiyatro oyuncuları gibiydiler.

“Terörsüz Türkiye” gerçekten çok özlediğimiz yaşamsal bir arzu. Ama bu sanatçılarla değil. / Dünyanın gözü önünde yapılan bu işi kimse inandırıcı bulmadı. Geçmişte yaşanılanların yarattığı güvensizlik… Ne sosyal yönden, ne de ekonomik yönden bir yankı buldu. Döviz, ev kiraları, borsa, altın, gümüş, şıngır mıngır oynamadı, ırgalanmadı bile… Yabancı iş adamları, bankalar yatırım için kuyruğa girmediler. Yani ne içeride, ne dışarıda “ekonomik, hukuksal ve sosyal bir heyecan yaratmadı.”

Fol yok, yumurta yokken,.. Çizilen Suriye’nin kaderi henüz kotarılmaya başlanmışken… Türkiye sekiz yıldır süren ekonomik krizle boğuşurken… / Yani bayram değil seyran değilken / Varoluş sebebini borçlu olduğu PKK’YA “tazim duruşuna” geçerek, (her halde “şehitler ölmez, vatan bölünmez, şehitlerin kanı yerde bırakılmayacak, misliyle alınacaktır” diye aslanlar gibi kükremesini beklerken), “Öcalan Meclise gelsin konuşsun” demez mi çok önemli bir liderimiz? Sahi bu zamana kadar Türkiye için hangi yaşamsal kararların altına imza atmıştı?

Dünyada feodal tüm yapılar ortadan kalkarken, yüzlerce yıldır ezilen, sömürülen Kürt halkı “İslami birleştiricilik” aldatmacasıya aynı yapının içinde “ezilsin, sömürülsün” diye emperyalistlerle işbirliğine gidilerek şıhlık, şeyhlik, aşiret düzeni sürsün istiyorlar; bu kuruluşları yasaklayan cumhuriyeti de düşman gösteriyorlar.

Nedense Mustafa Kemal Atatürk, içeride ve dışarıda kimi mihrakları hala rahatsız ediyor. O kadar ki, kurduğu devletin özellikleri Anayasa’nın ilk dört maddesinde yoruma ihtiyaç duymayacak kadar netken, sanki bu devlet “yeni kuruluyormuş ve sorulmuş gibi” kalkıyor Amerika Büyükelçisiyle “Türkiye için en iyi sistem, Osmanlı millet sistemidir” diyor. Böyle bir büyükelçinin Türkiye’de bir saniye dahi kalması sakıncalıdır ve derhal kovulmalıdır.

1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği düşüncelere ilk büyük tepkiyi, III. Selim yayımladığı fermanla gösterdi. “Yurttaşlık hakları, kendi kararlarını verme özgürlükleri, eşitlik, kardeşlik, adalet” Osmanlı milletleri yapısına en büyük darbeyi vuracağı için, bu düşünceler “şeytanın fısıltılarıdır, sınırlardan içeri girmesinler” emriyle durdurulmaya çalışılmıştır.

Osmanlı bir İslam devletiydi ve İngilizlerin, Fransızların, Rusların ortak çıkarlarına, yönetim zorlamalarına, etnik gurupları bağımsızlık teşviklerine dayanamadı, hele 1838 Balta Limanı Antlaşmasıyla tamamen açık Pazar durumuna getirilerek “ekonomik yönden” çökertildi. / Rumlar isyan etti Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Tüm Balkanlar, Orta Avrupa, Kuzey Karadeniz, Kafkasya, hadi o yöreler Hıristiyan’dı, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Arap Yarım adasında yaşayanlara ne oluyordu? İslamiyet birleştirici, kaynaştırıcı, bir arada tutucu idiyse Şerif Hüseyin’in ihaneti, İngilizlerle işbirliği, “be hey gafil” diye kükreyenlerin ümmetçiliğinden hangi izleri taşıyordu? / Ümmetçilik ya da din bu denli ayakta tutucu özellik taşısaydı Osmanlı çökmez, yerine 42 devlet kurulmazdı. Ümmetçilik-İslamiyet birleştirici, kaynaştırıcı olsaydı Osmanlıdan ayrılarak toprakları üzerinde onlarca Arap devleti yeşermezdi. İslam’ın birleştiriciliği olsaydı dün İngilizle, Fransızla, bugün Amerika ile işbirliğine girerek ihanette bulunmazlardı. “Çıkarlar söz konusu olunca vatan da, millet de, din de, iman da teferruatta kalıyor. Tıpkı avroya, dolara, altına tapıldığı gibi…”

Son günlerde öğrendiğimiz en muhteşem tarihi bilgi… İnsana “bu kadar da olmaz” dedirtiyor. “İstiklal savaşını Türkler, Kürtler ve Araplar birlikte kazanmışlar.” / Bu ülkede, tarih yazanlar içerisinde ‘kral çıplak’ diyecek bir çocuk yok mu? Hangi cephede, hangi tepede?

Emperyalistlerle işbirliğine girdikleri günden buyana bir kısım Rumların, bir kısım Ermenilerin, bir kısım Arapların, bir kısım Kürtlerin ihanetleri bitmemiştir, tıpkı bir kısım işbirlikçi Türkler gibi… / I. ve II. İnönü savaşları yapılırken aynı anda Kuvayı Milliye Koçgiri isyanıyla boğuşuyordu. (Hangi savaşı birlikte yaptık ve Cumhuriyeti ortak kurduk? Sorulmaz mı?)

Sevgiyle, esenlikle kalınız…